Batı’nın savaş politikaları ve burjuva devlet

Bizim dolara çok hassas ve bu hassaslığı giderildiği ölçüde “kibar”, her kibarlığından kibir akan, küçüldükçe kendinin büyüdüğünü hisseden, kendine karşı yükselen protesto alkışlarını destek alkışı sayan, insanî değerleri borsaya endeksli, kendisine efendilerince sunulan küçük ayrıcalıkları hayat sanan, çürümüşlüğün en cilalı örnekleri olan “aydın”larımız, uzmanlarımız, gazetecilerimiz, savaş baronlarının yardakçıları, insan eti pazarlayan generallerin papazları/imamları yani bilcümle vitrin elemanı, durmadan bize Batı değerlerini pazarlarlar ve durmadan buna “demokrasi” derler. Her fırsatta, NATO’ya bağlı kalmanın bedeli az demokrasidir, derler ve yeri geldiğinde kendisi gibi düşünmeyen, efendileri tarafından hedef tahtasına konulanlara vatan haini damgasını vururlar ve en vatansever kendileri olurlar. İşte bunlar bize, medeniyet taşıma adı altındaki dünyanın her yerindeki katliamları alkışlamamızı söylerler.

İşte bunlar bugünlerde, Amerikancıdır, Batıcıdır.

Bir yandan “anti-emperyalizm” nutukları atar ve kendi efendilerinin rakiplerini şikâyet ederler. Her kalıba girerler, yeter ki dolar gelsin.

Onlara sorarsanız, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa hem medeniyetin temelidir, hem de demokrasinin en gelişmiş örnekleridir. Böyle olduğu için, “insanî değerler”in en yüceleri bunlara aittir. Böyle derler. Bunu bazan bir romanla, mesela Orhan Pamuk misali, bazan resimle, bazan müzikle, sanatın bir başka alanıyla yaparlar. Filistinli çocuklar öldürülmeli çünkü onlar büyüyünce terörist olacaklardır, derler. Ve ister Yahudi olsunlar ister olmasınlar, yaşanan soykırımı görmezlikten gelirler: Evet ama, İsrail’in bu soykırımının bir haklı nedeni vardır, Hamas’ın saldırıları. Oysa bu yalana kendileri de inanmazlar.

Ama, bir fikri yüksek sesle defalarca tekrar ederseniz, aldığınız dolarların enerjisi ile sesiniz çıktığı kadar bağırırsanız, sonuçta o sözlerin gerçek olduğunu sanırsınız.

Emperyalist dönemde burjuva yalanlar böyledir. Sürekli yüksek ve etkili bir tonda tekrarlanırlar ve sonuçta, sahipleri hariç, tüm hizmetkârları buna inanmaya başlarlar. Kaldı ki, kapının arkasında değil, hemen oturdukları sandalyenin yanında sopaları vardır ve o sopalarla, kendileri gibi kaç hizmetçinin kafasının acımasızca ezildiğini bilirler.

Bu Batıcılar, bu emperyalist cephenin eklenmiş propagandacıları, şimdi, savaş naraları atmakta ve savaş kundakçılığı için, her yola başvurmaktadırlar. Efendilerinden takdir görmek için, her türlü marifetlerini sergilemektedirler ve maymun, onların yanında insan sayılır. Hiçbir çakal onlarla yarışamaz.

İlgi çekici olmalıdır.

Rusya, diyorlar, Polonya ve Romanya üzerinde dronlar gezdiriyormuş.

Bu yalanı söylüyorlar.

Bu yalanı gerçek ilan edip, sonra bu “gerçek” karşısında ne gibi tutum alacaklarını tartışıyorlar.

Bir Macar gazeteci, Polonya’ya giden dronların hikâyesini açıkladı. Gazeteci, Ukrayna’nın batı bölgesinden bu dronların (İHA) kaldırıldığını söylüyor. Yavoriv diye bir “üsten” kalktıklarını tespit ediyorlar. Dronlar, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı için kullandığı ve ele geçirilmiş olan dronların tamir edilmesi ile devreye sokulmuş. Ukrayna’daki Neonazi rejim, NATO aparatı hâline gelmiştir. Bu aparat, bir savaş yayma aracı olarak kullanılmaktadır.

Ama, önce, Polonya üzerinde dronların Rusya tarafından gönderildiği açıklandı.

Batı, özellikle de Avrupa, buna ihtiyaç duymaktadır. Savaş hazırlıkları için buna ihtiyaç duyuyorlar. Bu yalan, bir gerçek hâline getiriliyor. Sonra, bu gerçek hâl için çeşitli senaryolar tartışılıyor. Acaba, bu uçan nesneleri düşürebilir miyiz? Soru Trump’a soruluyor. Trump, elbette düşürebilirsiniz, diyor. Trump’ın yanıtı iki anlama gelebilir: a- yiyorsa buyurun düşürün, b- bunun yalan olduğunu siz de biliyorsunuz, o hâlde neyi düşüreceksiniz?

Sonra dronlar Danimarka’nın üzerinde görülüyormuş. Doğru mu, yoksa bunlar birer UFO mu? Yetmiyor ve ardından, Neonazi rejiminin ünlü kuklası Zelenski, dronların İtalya üzerinde de görüldüğünü bildirdi. İtalya yetkilileri, bakanlık düzeyinde bunu yalanladı.

Demek şöyle işliyor: önce bir yalan devreye sokuluyor. Bu yalana, askerî dilde, “sahte bayrak operasyonu” deniyor. Bizim, günümüzdeki Dışişleri Bakanı, eskiden MİT başkanı iken, savaş konusu söz konusu olduğunda “sınırın öte tarafından birkaç füze atarız ve savaş nedeni oluşur” demişti. İşte yapılan da budur. Bir NATO uygulamasıdır. Adına savaş hilesi diyecekseniz, son derece ucuz bir hiledir. Ucuzdur, çünkü mesela Ukrayna, ne için neden arıyor? Zaten savaştadır ve savaş, ispatlandığı gibi Rusya ve Çin’e karşı bir NATO-Batı savaşıdır. Mesela barış görüşmelerine, ABD ve Rusya oturmaktadır. Ukrayna, arkadan devreye girmektedir.

Bu sahte gerçek, bir gerekçe hâline getiriliyor ve tüm Avrupa, hep bir ağızdan savaş naraları atıyor. Sonra da Rusya’ya, barıştan kaçıyor, diyorlar. Bu yolla AB, başta Almanya, İngiltere ve Fransa, Trump ve Putin görüşmesinin sonuçları ortadan kaldırılmak isteniyor.

Avrupa, kendini dünya gücü olmaktan çıkartmıştır ve şimdi dünya gücü olabilmek için, savaşçı olarak yüzünü siyaha boyamaktadır.

Trump’a, Rusya’nın derinliklerine saldırmak için, uzun menzilli silahları AB üzerinden Ukrayna’ya vermesi söyleniyor. Trump, buna çok da uzak değildir.

Demek ki, bir süre önce, Alaska’da “barış geliyor mu” sorusu oluşmuş iken, şimdi tekrar savaş noktasına doğru gidiliyor. Savaş sahası Avrupa olarak tayin edilmek isteniyor. Daha önceki iki dünya savaşından da kendi topraklarında savaş olmaksızın kazançlı çıkan ABD, şimdi aynı şeyi deniyor.

Rusya’nın derinliklerine saldırı, savaşın yeni odak noktası olmuştur.

İran, bir başka savaş odak noktası olarak ortada duruyor.

Demek, savaşın bir dinamiği var.

Savaş, emperyalist egemenliğin sürmesi için bir zorunluluk olarak kundaklanıyor.

Kapitalist-emperyalist dünya, 2008 krizini atlatabilmiş değildir. Bu kriz, emperyalist Batı’nın en başta beşli gücü olmak üzere kendi aralarında başlamıştı. Savaşın karakteri, dünyanın yeniden paylaşılması savaşımıdır. Ve bu savaş, krizi hafifletmemiştir. Krizle birleşmiştir. Bu arada ise, Çin, dünya pazarına kendi ürünleri-markaları ile girmiştir. Bu da krizi daha da artırıyor. Ve son olarak 2011’de başlayan Suriye savaşı sonrası Rusya sahaya inmiştir. Ukrayna’da Rusya’yı savaş dışı bırakmak için, stratejik bir yenilgi planlanmıştır. Ve bu da tutmamıştır. Demek ki kriz, bu diğer üç faktörle daha da derinleşmiştir. Üstelik ABD, NATO-Batı, Ukrayna’da yenilmiştir. Yenilgiyi hafifletmek için Biden gitmiş, Trump gelmiştir. Ama bu durum barış dönemi anlamına gelmiyor, gelmez. Savaş için ABD, kendi güçlerini yeniden organize etmekte, yeniden konumlandırmaktadır.

Dışarıdaki bu savaş, hemen her kapitalist ülkede bir iç savaş olarak ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak tüm Batı, “demokrasi” diye tanımlanan sistemine ya da devlet örgütlenmesine veda etmektedir.

ABD’de, sıkıyönetim, OHAL uygulamaları bunun açık kanıtıdır. İngiltere, Almanya, Fransa vb. bunun içindedir. O çok övülen Batı demokrasisi, artık gerçek yüzünü ortaya çıkartmaktadır. Tüm Batı dünyasında, IŞİD tarzı Neonazi örgütleri gelişmekte, ortaya çıkarılmakta, sahaya sürülmektedir.

Hem savaşa hem de içteki devlet örgütlenmesine iki örnek ABD’den verilebilir. İlki içe dönüktür. Antifa, ABD’de mücadele eden bir anti-faşist harekettir. Trump yönetimi, Eylül 2025’in sonlarında, Antifa’yı “terör örgütü” ilan etmiştir. Bu, ABD’de “demokrasi” denilen şeyin hâlini göstermektedir.

Şöyle diyoruz: Günümüz burjuva devleti (siz buna burjuva demokrasisi diyebilirsiniz, bizce sakıncası yoktur) tekelci polis devletidir. Tekelci polis devleti, sosyalist devrime karşı, dünya ölçeğinde bir karşı-devrim olarak organize edilen faşist devlet örgütlenmesinin olağan devlet örgütlenmesinde içerilmesidir. Faşizm, burjuva devletin olağanüstü örgütlenmesidir. Bu olağanüstü örgütlenme, İkinci Dünya Savaşı’nda Kızıl Ordu’nun zaferi sonrasında, tüm Batı devletlerinin olağan örgütlenmesi tarafından içselleştirilmiştir. Bu, faşizmin geliştirdiği karşı-devrim dişlilerinin üzerinin kadife bir şal ile örtülmesi olarak da tarif edilebilir. Şimdi ise, savaş naraları arasında burjuva devlet, üzerindeki şalı atıyor ve devlet makinası tüm dişlileri ile ortaya çıkıyor. Bu, bu ülkelerde gelişecek işçi hareketinin önlenmesi için baskı araçlarının öne çıkartılması da demektir. Basını, buna her açıdan eklemek gerekir. Artık, Hitler’in dönemindeki gibi bir Goebbels yeterli değildir, her biri birer Goebbels olan burjuva tekelci basın, daha etkilidir.

İkinci örnek Savaş Bakanlığı organizasyonudur. Pentagon, artık 5 köşeli bir bina olmaktan çıkıp, karakterini daha açık dışa vuracak tarzda savaş bakanlığı hâline gelmiştir.

İşte bu savaş bakanlığı, Eylül 2025 sonlarında, dünyadaki tüm ABD askerî güçlerinin generallerini toplantıya çağırmıştır. Hint-Pasifik bölgesindekiler de dâhil, tüm generaller savaş bakanlığında toplantıya çağrılmıştır. İşte sözünü ettiğimiz, Trump dönemi ile askerî açıdan güçlerini yeniden konumlandırma politikasının ifadesidir bu.

Şeyleri adları ile çağırmak daha iyidir. ABD hiçbir zaman “savunma” bakanlığına sahip olmadı, adına “savunma bakanlığı” dedikleri şey, her zaman, en azından İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, savaş bakanlığı olmuştur.

Şimdi, dışarıdaki savaşın, içeride bir iç savaş olduğu gerçeğini bu “savaş bakanlığı”nın ilk işleri göstermektedir. Bir yandan tüm generaller savaş bakanlığı tarafından toplantıya çağrılırken, aynı anda Trump Oregon’a “ulusal muhafız birlikleri”ni gönderdi. Portland, özel askerî harekât alanı hâline geldi. Ve Trump, bu savaş bakanlığının generallerine, açıkça “iç savaş” uyarıları yaptı.

Emperyalist Batı güçleri arasında, en başta ABD, Almanya, Japonya, İngiltere ve Fransa olmak üzere, başlayan savaş, şimdi, bir süredir, Rusya ve Çin’in bağımsız birer güç olmaktan çıkartılarak, sömürgeleştirilmesi hedefine yönelmiştir.

Bu plan, Rusya ve Çin arasına bıçak sokarak onları birbirinden uzaklaştırmak taktiğini de içermektedir.

Bu işlemeyince, Çin’e karşı savaşı ABD’ye, Rusya’ya karşı savaşı da AB’ye devretme planı işletilmek istenmektedir. Bu, Almanya için kabul edilmiş bir gerçektir. Fransa ve İngiltere ise, dünyanın başka yerlerinde de etkin olma hevesindedir. Ortadoğu’da bunu görmek mümkündür.

Tekrar olacak biliyorum ama zorunludur. Savaş, bir ya da birkaç çılgın adamın, akıl almaz ve dengesiz davranışlarının sonucu değildir. Böyle bir şey dün de yoktu, bugün de yoktur. Avusturya arşidükünün öldürülmesi ile savaşlar başlamaz. Onlar, birer bahane olurlar. Savaş başlamıştır ve bu savaşın ana dinamiği kapitalist sistemin krizidir. Bu kriz, savaşı çağırmaktadır. Savaşın dinamiği budur.

Bu savaş, bu nedenle geçici heveslerin ürünü değildir. Elbette her zaman bir Zelenski çıkacaktır. Dahası, Avrupa’nın tüm liderleri birer Zelenski hâline gelmektedir. Bataklık, çürüme, böyle meyveler verir. Bu meyveler, uluslararası sermaye için, egemenler için son derece kullanışlıdırlar ve bunları iktidara taşımak, onlar için oldukça kolay “demokrasi” oyunundan ibaret bir süreçtir. Biz, kendi ülkemizde bu “demokrasi”nin meyvelerini, Saray Rejiminde görmekteyiz. Kullanışlı Erdoğan, bu sistemin sadece değersiz bir aktörüdür.

Saray Rejimi, NATO mekanizması anlaşılmadan kavranmış olmaz. NATO mekanizması için Erdoğan, kullanışlıdır ve kendisi, açıkça, ABD’deki son görüşmesinde “meşruiyet” aramıştır. Meşru değildir ve Trump kendisine açık bir dille, İngilizce olarak, “siz bu hileleri çok iyi bilirsiniz” demiştir. Bu, basının önünde gerçekleşmiştir ve bir “övgü” olarak kayda geçmişe benzemektedir. Her şey bir yana, 2015 Haziran seçimlerinden beri Erdoğan’ı meşru ilan etmek, CHP eli ile yapılabilmektedir. Bugünlerde Özgür Özel, terbiyesini göstermek için olsa gerek, tüm yapılanlara rağmen, Erdoğan’ın meşruluğunu tartışmaya açmamıştır. Ama heyhat, yaşamın kendisi, bunu yapmaktadır. Erdoğan, meşruiyet aramak için Trump’a gitmiş, bunun için yalvarmıştır. İşte size bağımsız bir ülke olarak Türkiye. Biz, Türkiye sömürgedir, dedikçe, Kemalistler ve öyle olduğunu söyleyenler ve onları komünist hareketle birleştirme planları yapanlar (bugünlerde “ortakça” diye bir dergi çıkartma hazırlıkları da yapmaktadırlar. “Ortak”çılık, en azından -eskisi de vardır- Şeyh Bedreddin hareketinden beri vardır ve şimdi utanmadan, komünist yerine ortakça deyimini kullanarak tarihe saldırmaktadırlar), bize diş bilemekteydiler. Türkiye bir “ortaklaşa sömürge”dir. Batı’nın ortak sömürgesidir ve bugünlerde bunun sonuna yaklaşılmaktadır. Öyle ya, dünyayı paylaşmak isteyenlerin bu konuda ilgisiz kalması beklenemez.

Şimdi dünya çapında süren bu savaşın bazı noktalarını saptamak, bir kere daha saptamak, mümkündür.

1

Savaş, emperyalist güçler arasında başlamıştır. Ticaret savaşları, giderek ABD’nin hegemonyasının çözülmesi noktasına doğru evrilmiş idi. Bu aşamada savaş, askerî açıdan güçlü olan ABD’nin, bazı alanları sağlamlaştırması biçiminde gelişmiştir. ABD, açıktan savaş planları ile devreye girmiştir. Afganistan ve Irak işgalleri budur. Bu istenilen sonuçları vermeyince, Ortadoğu üzerinde daha kapsamlı bir plana uygun davranılmıştır. Libya, Suriye savaşı bunun devamıdır.

2

Suriye’de Rusya devreye girmiştir. Ve önceki Trump döneminde Rusya ve Çin, düşman olarak ilan edilmiştir. Bu aşamada, artık, dolaylı güçler devreye sokulmuştur. IŞİD böyle bir güçtür ve Ukrayna’da Neonazi rejim böylesi bir güçtür. Bu dönemde bölgesel savaşlar devredeydi.

Ukrayna savaşı ise, AB’nin ABD tarafından teslim alınması, siyasal iradesinin kırılması açısından büyük sonuçlar doğurmuştur. Ama nihayetinde ABD NATO, Ukrayna’da fiilî olarak yenilmiştir.

3

Bugün, artık dünyanın her yeri savaş alanı hâline gelmektedir. Bunun ön günlerinde, arifesindeyiz.

Evet hâlâ bazı noktalar, bazı coğrafyalar, hâlâ savaşın ana odak noktalarıdır. Bunların başında İran, Ukrayna gelmektedir. Ukrayna’da savaş son derece açıktır. Batı, NATO bu savaşı sürdürmek için her yola başvurmaktadır. Bu arada nefes alan ABD daha kapsamlı saldırılar için güçlerini organize etmektedir.

Venezuela, Tayvan ve daha başka noktalar, bir anda savaşın yeni noktaları olmaya aday olmaktadır. Bunlara bizim buradan göremediğimiz başka noktalar da eklenebilir. Ukrayna rejimi, rahatlıkla Macaristan’a saldırı organize edebilir. Ya da Balkanlar’da aynı süreç devreye sokulabilir. Şimdiden Kafkaslar, bu sürecin içine girmiştir. Azerbaycan’ın Sudan üzerinden Türkiye aracılığı ile Ukrayna savaşına silah aktarması sıradan bir hâl değildir. Savaş baronları için, emperyalist Batı için dünyanın her yeri yangın çıkartılabilecek konuma getirilmiştir. Afrika’da benzer olaylar organize edilebilir. Doğrusu bunda artık bir sınır kalmamıştır.

Savaşın yeni dönemidir bu. Böyle adlandırılabilir. Bu yeni dönem, daha geniş bir alanda savaşların ortaya çıkması ve doğrudan Batı güçlerinin devreye sokulması şeklinde gelişecek gibidir.

Bu savaşta Rusya ve Çin, savunma pozisyonundadır. Ve bazı sol çevrelerden farklı olarak bu iki gücü, emperyalist olarak nitelemek mümkün değildir. Kaldı ki bu ülkelerdeki kapitalist sistem de tartışmalıdır. Yanlış anlaşılmasın, bunları sosyalist olarak nitelemekten söz etmiyoruz. Ama her iki güç de, kendilerini savunmaktadır. Bu onları sosyalist yapmaz. Yeri gelmişken, dünyanın neresinde olursa olsun sosyalist işçi hareketi, kendini buna göre ayarlayamaz. Bunları belki de söylemeye bile gerek yoktur. Zaten bu ülkeler de açık olarak, ABD ve Batı hegemonyası dışında bir dünya sisteminin mümkün olduğunu söylemektedirler. İstedikleri de budur. Oysa biz devrimci sosyalistlerin istediği şey, yeni bir dünya kurmak, özel mülkiyetin egemenliğine, kapitalist sisteme son vermektir. Bunu bir sosyalist devrimle yapmaktan söz ediyoruz. Bizim vurguladığımız, şeyleri olduğu gibi görmek anlamındadır.

Biz Marksistler, somut durumun somut analizini temel alırız. Mesela, Katar diye bir devlet vardır. Bu devleti nasıl ele alacağız? Bir çeşit petrol kuyusu üzerine kurulmuş devlettir ve emperyalist sömürgecilik olmadan bu devlet yapısı anlaşılamaz. Benzer şekilde İsrail, bir devlet olarak ABD hattâ İngiltere eli ile kurulmuş bir devlettir ve ABD’nin yüzen savaş gemilerinden farklı olarak, daha gelişmiş bir askerî üstür. Katar’dan farklıdır. Ama İsrail’in hemen hemen hiçbir saldırısı ABD’den bağımsız değildir. Bunun gibi, Rusya ve Çin’in dünya çapında aktörler olması, onları emperyalist yapmaz. Tekrar olacak, ancak, birinci maddede anlattığımız savaşın başlangıcını gözden ırak tutmamak gerekir.

4

Savaşın daha da hızlı gelişeceği anlaşılmaktadır. Zira tüm araçlar devreye sokulmuş geriye doğrudan bu güçlerin kendilerinin girmesi kalmıştır. AB ülkeleri bu konuda heveskârdır. Bu açıdan AB ve ABD arasında yapılan ekonomik ve askerî anlaşmalar, dillere destandır. Bu sadece ABD’nin bu ülkeleri savaşa sürmesi, onları bir anlamda gütmesi ile sınırlı bir durum değildir. Bu vardır ama aynı zamanda AB, kendi geleceğini, tüm uluslararası sermaye gibi savaşta görmektedir. Yani, bu aynı zamanda onların isteğidir de. Savaş ilerledikçe, bu konuda her emperyalist Batı gücünün kendi çıkarları için hamlelerini daha net göreceğimiz kesindir. Hattâ İngiltere örneğinde bunu şimdiden görmek mümkündür. İngiltere, Irak petrolleri üzerinde bir hâkimiyet elde etmiş gibidir. Kaşla göz arasında bu hamleler fark edilmelidir. Bu durum, Türkiye üzerinde de yansımaktadır. Türkiye içinde İngiltere, Almanya, Fransa bir yandan ABD ile birlikte hareket ederken, bir yandan da kendi güçlerini organize etmektedir. Her tarikatta, her çete örgütlenmesinde bunun yansımalarını görmek mümkündür.

Savaşın bu yeni aşamasında, ABD’nin askerî üstünlüğü, Almanya ve Japonya’nın askerî açıdan güçsüzlüğü birçok farklı gelişimi ortaya çıkaracak gibidir. İngiltere ve Fransa bu açıdan biraz daha avantajlıdır. Savaşın daha boyutlandığı açıktır. Bu durumda bugün savaşı, Rusya ve Çin’e karşı savaş hâline sokmak, ABD açısından olmazsa olmazdır. Bu yolla, ABD, rakiplerini kendi şemsiyesi altında tutmayı başarabilmektedir. Bunun sınırının ne olduğu bir sorudur. Eğer Rusya ve Çin, geri adım atarsa, bu güçler, pastadan pay almak için, bağımsız hareket etme yolları bulacaktır. Bunu deneyecekleri açıktır.

Ama savaşın bugünkü hâlinde, Batı cephesi bir bütün olarak hareket etme yollarını tüketmiş değildir. Bu zaten AB ülkelerinin ABD’nin dediklerinden çıkmaması hâlinden bellidir.

Bu açıdan Ukrayna örneği ilgiye değerdir. Trump-Putin görüşmesinin ardından ortaya konan efor, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın birçok araca başvurabileceğini göstermektedir. Ukrayna’daki rejimin provokasyonları, Avrupa’nın kokainci liderlerinden bağımsız ele alınamaz. Bu konuda Batı cephesinin olanakları da geniştir. Trump, aslında bu olanakları tam olarak devreye sokmalarını istemektedir.

5

Tüm bu savaş planları ve uygulamaları arasında ya da daha doğrudan söyleyelim, bu savaş arasında, dünyanın her yerinden kitlesel direnişler ortaya çıkmaktadır. İşte biz devrimci sosyalistlerin gözü, bu direnişlerde olmalıdır. Bu elbette ki sadece bunlara bakmaktan ibaret bir tutum değildir. Ama dünyanın büyük güçlerinin savaş alanındaki tutumları, yeni bir dünya kurmak isteyen, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya kurmak isteyen, sosyalist bir dünya kurmak isteyen işçi sınıfının ve onun önderlerinin tutum ve davranışlarını belirleyemez.

Savaş, her kapitalist ülkede, emperyalist ülkelerde de, krizi derinleştirmektedir. Buna birinci nokta diyelim. Ve bu elbette, ekonomik anlamda işçi sınıfı için daha da fakirleşmedir. Bu durum, her kapitalist ülkede, işçi sınıfının eylemlerinin sahneye çıkmasını beraberinde getirecektir. Öte yandan, savaş, toplumsal tepkileri de geliştirmektedir. Bugün, mesela Filistin’deki soykırım, dünya halklarının tepkisini geliştirmektedir. Bunun fiilî olarak soykırımı durdurmuyor olması ayrıdır. Soykırımı durdurmuyor olması, bu hareketleri önemsiz kılmaz. Eğer bu hareketler, çok daha güçlü, grevlerle vb. desteklenirse, ortaya çıkacak sonuçlar farklı olacaktır. İtalya’daki grev, İtalya Filistin devletini tanımasa da, onu adım atmaya itmektedir. Bu açıdan ülkemizdeki Filistin’e destek eylemleri oldukça yetersizdir.

İkincisi, savaş her savaşan ülkede bir çeşit iç savaş olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum, gelişen kitle hareketinin de etkileri ile birleşince, siyasal bilinci gelişmiş olan burjuva devletlerde, baskı makinasının öne çıkmasına yol açmaktadır.

Bu iki etken, dünyanın her ülkesinde, işçi sınıfının örgütlü hareket etme ihtiyacını ortaya çıkartmaktadır. Bu elbette nesnel bir etkendir. Bunun hangi ülkede nasıl bir işçi hareketinin gelişimine yol açacağı, elbette öznel etmene de bağlıdır. Bir yandan o ülkedeki sınıf mücadelesinin dünü ve bugünü, diğer yandan ise o ülkedeki devrimci güçlerin durumu bu gelişimi şekillendirecektir.

İşte gözümüzü buraya dikmemiz gerekir. Bu açıdan her ayrıntı çok önemlidir. Bu ayrıntılar, farklı ülkelerdeki devrimci hareketlerin ilişkilerinin de konusu olmalıdır. Bu sadece deneyim alışverişi değildir. Bu aynı zamanda, dünya devrimci işçi hareketinin enternasyonalist bir örgütlenmeye sahip olmadığı bugün, çok değerlidir.

Olayların hızla geliştiği, gelişeceği bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle, dünya işçi sınıfına, dünya devrimci hareketine ait her adım, bizi yakından ilgilendirmektedir. Bu açıdan alınacak çok yol olduğu açıktır. Toplumsal hareket, birçok yerde, birçok durumda devrimci hareketten bağımsız gelişebilmektedir. Bunu tersine çevirmek, ancak güçlü bir devrimci örgütlenme ile mümkündür. Ama bu devrimci örgütlenmenin güçlenmesi de bu hareketlerin içinde sağlanacaktır. Bugünkü güçsüzlük, yarına ait değildir, bugüne aittir. Bu nedenle, devrimci perspektifi doğru kavramak, devrimci rotaya bağlı kalmak, devrimi adım adım örgütlemek çok kıymetlidir.

Kapitalist sistemin krizi, dünyanın her ülkesinde, kapitalist sistemin çürümüşlüğünün kanıtı olarak ortaya çıkmaktadır. Yani sistemin çürümüşlüğü, sadece biz devrimciler için bir tarihsel gerçeklik değildir. Bu artık daha geniş kitleler için bir gerçekliktir.

Biz devrimci sosyalistler biliyoruz ki, tek başına kriz, sistemin çürümüşlüğü, onun kendi kendine yıkılması ile sonuçlanmaz. Sistem çürümüş ise, sistem tüm insanlığın gelişiminin, varlığının tehdidi ise, onu yıkacak bir güç olmalıdır. Bu güç, elbette işçi sınıfıdır. Dünya işçi sınıfı, devrimcileşme görevi ile karşı karşıyadır. Dünya işçi sınıfının devrimcileşmesi, devrimcilerin, işçi sınıfının nihaî çıkarlarını savunan öncülerin işidir, görevidir. Sosyalizmin çözülüşünün ardından 30 yılı aşkın süre geçmiştir ve bu 30 yılın ardından, gelişen nesnellik, kapitalist sisteme karşı tepkileri geliştirmektedir. Ve şans ki, dünya işçi sınıfının uzun ve değerli bir sosyalizm deneyimi vardır. Tüm eksikliklerine rağmen, bu sosyalizm deneyimi, daha iyisini yapmanın bir kaldıracıdır.

Bugün dünya sosyalizme çok daha fazla açıktır. Ayrıca sosyalizm, tek çıkış yoludur; tarihsel olarak zorunlu olmasının yanında, olanaklıdır. Dünyanın bir yerinde gelişecek bir sosyalist devrimin tüm dünya işçi sınıfını ateşleyecek olanakları olacağı da açıktır. Devrim, 1917 dönemine göre, çok daha hızlı yayılma olanaklarına sahiptir.

Tam da bu nedenle, dünyanın neresinde gelişirse gelişsin, devrimcilerin gözünün direniş hareketlerinde olması gerekir. Savaş bulutlarının arasından dünya çapında gelişen sınıf mücadelesine bu dikkat gösterilmek zorundadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz