İzmir Büyükşehir Belediyesinden işten çıkarılan Belediye-İş üyesi 368 işçinin belediyeye ait Egemenlik Binası önünde başlattığı kararlı direniş, 10’uncu gününde (18 Temmuz) belediye yönetimine geri adım attırmış, işten atılan işçiler işlerine geri alınmıştı.
İşçi Gazetesi İzmir Temsilciliği, yaşanan süreç hakkında, Belediye-İş Sendikası 3 No’lu Şube yöneticilerinden Veysel Ergün ile bir röportaj gerçekleştirdi.
İşçi sınıfının, birliğini, örgütlülüğünü bozmadan kararlı duruşuna ve sınıf dayanışmasına örnek teşkil eden bu direniş sürecine ilişkin röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz…
…
Öncelikle, işten atılmaların yaşandığı İZULAŞ, İZBETON ve İZDOĞA şirketlerinde çalışan işçilerin; yaptığı iş, çalışma koşulları hakkında bilgi verebilir misiniz?
İşten çıkarmaların yaşandığı şirketlerdeki arkadaşlarımız zor koşullarda çalışan işçiler. İZULAŞ, otobüs şoförlerinden oluşan bir birim. Sabahın dördünde evden çıkıp, gecenin on ikisine kadar otobüs kullanan arkadaşlar. Özellikle yoğun trafikteki çalışma koşullarını ele aldığımızda işlerinin gerçekten kolay olmadığını söyleyebiliriz.
İZDOĞA dediğimiz birim, İZSU’nun bir kuruluşu. Belediye iştiraklerinden birisi. Burada çalışan arkadaşlarımız kanalizasyonda, su hatlarında çalışan arkadaşlardır. Görece daha pis koşullarda çalışıyoruz bu alanda, pis derken elbette bu bizim ekmeğimiz, fakat takdir edersiniz ki insanların genelde iğrendiği bir alanda çalışmak hiç de kolay değil. Suyun üzerinize gelebileceği her türlü yerde çalışıyorlar. Örneğin kanallar tıkandığında, o su kanallarının içlerine girebiliyorlar hatta bazı yerlerde hayati tehlike riski olan yerlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Metan gazının olduğu kanallar olabiliyor bu kanallar.
Diğer şirketimiz İZBETON ise İzmir Büyükşehir Belediyesinin yol işlerinden sorumlu iştiraki. Yani asfalt, parke taşı döşemesi, bunların üretimi ve döşenmesi alanında faaliyet gösteriyor. Şöyle düşünün 40-42 derecelik İzmir sıcağında insanların gölgede bile duramadığı dönemlerde bu arkadaşlarımız 140 derecelik asfaltı İzmir’in sokaklarına seriyorlar. Yani hiç kolay işler değil. Bu üç işkolu da kolay olmayan, genelde insanların görmediği, fark etmediği iş kollarıdır. Ve çalışma koşulları düşünüldüğü kadar kolay değil.
Peki, bu işten çıkartmalar olurken işçiler arasında bir şey gözetilmiş mi?
Kesinlikle gözetilmemiş. Sahada çalışan arkadaşlarımız işten çıkartıldı. Belediye başkanının kamuoyuna açıkladığı; çalışmayan, rapor alan, işe gelmeyen insanları çıkarttık diye açıklaması oldu. Bu işin aslını yansıtmamaktadır.
Sizi belediye önüne çadır kurmaya kadar getiren süreç nasıl gelişti, neler yaşandı?
Cemil Tugay, belediye başkanı olduktan sonra emekçilere yönelik bir saldırı süreci oldu. İlk olarak memurlardan başlayarak sosyal denge haklarının yüksek olduğunu ve bunları düşüreceğini söyledi. Bu yaklaşımıyla, emekçilere ve emeğe yönelik bakış açısının kamuoyunda kafasında şekillenmeye başladığını düşünüyorum. Ardından, Genel-İş Sendikasındaki arkadaşlarımızın toplu iş sözleşmesi süreci başladı ve bir grev süreci yaşandı.
Bizimle gelişen süreç ise Cemil Tugay’ın Şubat ayında, Belediye-İş ile Tunç Soyer döneminde neredeyse bir yıl evvel imzalanan toplu iş sözleşmesinin, tabiri caizse kurnazlık olduğunu dile getirmesiyle başladı. Sözleşmenin o dönem seçimlere 1 hafta kala imzalandığını ve maaşların çok yüksek olduğunu açıklamasıyla bir tartışma süreci başladı.
“TİS ile kazanılmış haklarımızdan vazgeçmemizi istediler”
Şubatın son haftalarında belediye başkanı özellikle mart ayı enflasyon zammını geri çekmemiz yönünde bize bir taleple geldi. Tabii bizim bu talebi kabul etmemiz mümkün değildi ve kabul etmeyeceğimizi söyledik. Daha sonra kendisi yargı yoluyla hâlletmeye çalışacağını beyan etti. Ve hattâ yargı yoluna başvurdu. Yargı devam ederken mart ayı enflasyonunu uygulamak zorunda kaldı. Ve yargı; böyle bir şeyin kesinlikle mümkün olmadığı, var olan toplu iş sözleşmesinin uygulanması gerektiği yönünde bir karar verdi.
Cemil Tugay, 4 Mayıs’ta bize tehdit ve şantaj içeren bir yazı gönderdi. Bu yazıda, bazı kazanımlarımızdan vazgeçmemizi, bu olmaz ise toplu olarak işten çıkarma yapacağını ve personel sayısını azaltacağını belirtti. Bizden eylül ayı enflasyon farkının kaldırılmasını, işe devam teşvik priminin ve rapor teşvik primlerinin iptal edilmesini istedi. Ek protokol ile bunları kabul etmezsek, 1.030 arkadaşımızın işine son verileceğini yazılı olarak bildirdi. Ayrıca bize gönderdiği yazıda çalışanların maaşının 115.000 ila 130.000 arasında olduğunu belirtiyordu. Biz de kendisiyle bir görüşme talep ettik.
Görüşmeye gitmeden önce de bu üç şirkette çalışan arkadaşlarımızın bordrolarını çıkarttık. Bordrolar üzerinden bizim ortalama maaşlarımız 60.000 liraydı. Kendisinin bürokratları tarafından yanıltıldığını, bizim maaşlarımızın 60.000 lira civarında olduğunu belirttik. Onlar bize mesaili bordro sundular ama sundukları bordroların tamamı yüksek mesai ile çalışan arkadaşlarımızın bordrolarıydı. Biz bunun gerçeği yansıtmadığını, çoğunluğu yansıtmadığını söyledik. Ayrıca bu 60.000 lira içerisinde yol, yemek ve devletin vermiş olduğu çocuk yardımı da vardı.
Kendisi görüşme sonrasında kamuoyuna bir açıklama daha yaptı. İşçilerin maliyetinin 180.000 TL olduğunu açıkladı. Biz sürecin barış içinde çözülmesi gerektiğini kendilerine de belirttik. Sözleşmemizden geri adım atmayacağımızı, sonuçta bu sözleşmenin 14-15 ay öncesinde biten bir sözleşme olduğunu, aynı zamanda bundan dolayı işten çıkartılacak arkadaşlarımızın arkasında olacağımızı, sessiz kalmayacağımızı ilettik.
“Sorun parasal sıkıntı değildi, boyun eğdirmek istediler”
Sanırım şunu net bir şekilde söylemek gerekiyor. Burada sorun ekonomik, parasal sıkıntı değildi. Cemil Tugay’ın hedefi diz çöktürülmüş bir sendika, boyun eğdirilmiş bir işçi yapısıydı. Taşeronlaşmanın önünü açacak bir çalışmaydı.
Haziranın 4’üne kadar biz ısrarla bu işi barışçıl bir yolla çözmek için çaba harcadık. Çözüm için gerek bürokrasi gerek başkanın bağlı bulunduğu siyasi parti olan CHP yöneticileri ile görüşmelerimiz oldu. Görüşmelerde kamuoyuna açıklanan rakamların doğru olmadığını, asıl aldığımız ücretin bizim açıkladığımız rakamlarda olduğunu söyledik. Sonuçta bordroları bizim yapmadığımızı, bize işveren tarafından gönderildiğini belirttik. Bizim bunları manipüle etmek gibi bir çabamızın olamayacağını anlattık, gerçeği önlerine serdik.
4 Haziran ile 4 Temmuz arasında işçi çıkışlarının yapılacağı İŞKUR’a bildirilmişti. İlk işçi çıkışımız 13 Haziran’da oldu. Yaklaşık olarak 51 arkadaşımız işten çıkartıldı. Burada da olayı şöyle algılayabiliriz; örneğin belirtilen 1.030 işçi tek kalemde çıkartılmadı. Bunun yapılmama sebebini bu işin psikolojik bir savaşa dönüştürülme isteği diye düşünüyorum. Belediye, işçilerin bam teline bastı, işçileri işiyle, ekmeğiyle tehdit etti. Bu 51 arkadaşımızın çıkışı diğer işçilere tehdit oldu.
Bu işten çıkartmadan sonra bizim bir görüşme talebimiz daha oldu ve bunun haksız, hukuksuz bir uygulama olduğunu, bir yanlış yaptıklarını ve bu yaptıkları yanlıştan geri dönmeleri gerektiğini söyledik. Belediye yönetimine de ilettik. Fakat bunun karşılığında tekrar işten çıkartmalar yaşandı. Toplam sayı 368’e ulaştı ve hâlâ işten çıkartılması beklenen 600’e yakın işçinin olduğu söylendi. Sürecin böylelikle zaten konuşarak, diyalog yoluyla çözülmeyeceği anlaşıldı ve eylem süreci başladı.
Aslında şunu da eklemek lazım. İzmir Büyükşehir Belediyesine hükûmet tarafından bir operasyon çekildi, biliyorsunuz. Tunç Soyer gözaltına alındı, tutuklandı. O süreçte CHP Genel Başkanı Özgür Özel İzmir’e geldi ve il başkanını ziyaret etti. Biz de işten atılan arkadaşlarımızla birlikte CHP İl Başkanlığına giderek partinin yetkili organlarıyla, yani genel başkan yardımcılarıyla görüştük. Görüşmede bize şunu söylediler: “Siz haklısınız. Var olan bir sözleşmeden geri adım atılmaz. Bu durum sendikayı da işçileri de zora sokar.” Bunun üzerine orada bir eylem gerçekleştirmedik.
Daha sonra, akşam saatlerinde telefonla arandık. Özgür Özel’in, “Bir adım sendika atsın, bir adım belediye atsın, bu iş güzellikle çözülsün,” dediğini ilettiler. Bunun ardından Büyükşehir Belediyesi, Bornova Belediye Başkanı ve aynı zamanda SODEMSEN Genel Sekreteri olan Ömer Ekşi aracılığıyla bizimle bir görüşme yaptı. Bu görüşmede yalnızca eylül ayı enflasyon farkının ocak ayına ertelenmesi bizden talep edildi.
O sırada 368 arkadaşımız işten çıkarılmıştı, 600 kişinin daha atılması bekleniyordu. Hattâ Cemil Tugay, 1.030 kişinin ardından 1.000 işçinin daha işten çıkarılacağını söylemişti. Bu tehdit, doğal olarak işçiler arasında büyük bir tedirginlik yarattı. Sonuçta işçinin işiyle tehdit edilmesinden daha ağır bir şey yoktur. Bu şartlar altında, istemesek de eylül ayı enflasyonunun ocak ayına ertelenmesini kabul ettik. Protokolde işten atılan arkadaşlarımızın geri alınması ve sadece bu ertelemenin yapılması üzerine mutabakata vardık.
Ömer Ekşi bunu Büyükşehire iletti. Ancak kısa bir süre sonra bize döndüler ve Cemil Tugay’ın protokol dışında yeni talepleri olduğunu söylediler. İşten çıkarılanların geri alınmayacağını, rapor ve teşvik primlerinin kaldırılmasını istediğini, tazminatların da 6 aya yayılacağını bildirdiler. Kabul edilmezse işten çıkarmaların devam edeceğini ifade ettiler.
Biz de Ömer Ekşi’ye arabuluculuğu için teşekkür ettik ama kazanılmış haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğimizi söyledik. İşten çıkarılan arkadaşlarımızın yanında olacağımızı, bundan sonra da enflasyon farkının ertelenmesini kabul etmeyeceğimizi net bir şekilde belirttik.
Biz bu sürecin ardından hemen eylem kararı aldık. Aslında eylemlere daha erken başlayacaktık. Fakat o dönemde İzmir’de büyük orman yangınları başladı. İşten atılan arkadaşlarımızla birlikte şunu düşündük: İzmir yangın yeri iken böyle bir eylem doğru olmayacaktı. İnsanların dikkati başka bir yere çekilmemeli, gerçekten yangınla mücadeleye odaklanılmalıydı. Bu nedenle eylemi erteledik.
Ancak bu tarihte de yangında işçi arkadaşlarımızın hayatını kaybetmesi üzerine yeniden ertelemek zorunda kaldık. Yangın süreci sona erdikten sonra ise sendika binamızın önünde toplandık. İşten çıkarılan arkadaşlarımız ve tüm yöneticilerimizle birlikte Egemenlik Binası’na yürüyerek direniş çadırımızı kurduk.
CHP’li Cemil Tugay başkanlığındaki İzBB yönetiminin, sendikalara ve işçilere yönelik; kamuoyunu gerçekdışı söylemlerle manipüle eden, yetkili sendikaları karşı karşıya getiren, tehdit, şantaj, itibarsızlaştırmaya varan tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sendikaların, belediye yönetimi ve CHP ile kurduğu ilişki biçiminin bu tutumda payı var mı?
Cemil Tugay seçildikten sonra işçilerin ve sendikaların yaşadığı süreç ortada. Ben 20 yıldır İzmir Büyükşehir Belediyesi İZBETON’da çalışmaktayım. Hiçbir dönemde işçinin halkın önünde bu kadar itibarsızlaştırıldığına şahit olmadım. İşçi resmen halkın önüne atıldı. Üzücü olan taraf ise, gerçek olmayan ücretler, çok çok uçuk rakamlardan bahsederek bunu sağladılar. Talep edilen rakamlar ile kamuoyuna açıklanan rakamlar arasında büyük fark vardı. Örneğin Genel-İş grevinde arkadaşlarımızın talep ettiği ücret ile belediyenin kamuoyuna açıkladığı ücret arasında ciddi fark vardı.
Yaşanan bu grevden sonra en büyük sıkıntı da şu oldu. Biz en az iki hafta kamuoyuna derdimizi anlatmak için uğraştık. Biz toplu iş sözleşmesinde değildik, grev de yapmıyorduk sadece haksız ve hukuksuz işten atılan işçiler vardı. Ve bize direnişten başka bir yol bırakmadıkları için direnişe geçtik bunu da halka anlatmak bizim açımızdan zor oldu.
Bu manipülasyonu sosyal medyada fazla takipçisi olan İzmir sayfaları ile yaptılar. Aynı zamanda üye sayısı fazla olan WhatsApp ve Facebook grupları ile yanlış bilgileri yayarak ciddi bir algı yarattılar. Bizim yaptığımız her eylemin arkasından, yok 90 bin TL maaş istiyorlar gibi haberler yaptılar ki bunun gerçekle alâkası yoktu. Biz bu haberler deşifre etmek için ekstra çaba harcamak zorunda kaldık. Tam üç hafta boyunca bunlarla uğraşmak zorunda kaldık. Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi lazımdı. Çünkü şunu da biliyorduk bir direniş süreci yaşanacaksa bu kamuoyu desteğini almadan başarıya ulaşamazdı. Bunun için kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi gerekiyordu, tüm çabamız bunun içindi.
Cemil Tugay’ın bu kadar rahat hareket edebilmesi neye bağlıyorsunuz?
Burada sendikal değil ama kişisel bir cevap verebilirim. Cemil Tugay’ın bu süreçte bu kadar rahat hareket edilmesinin nedeni şudur. Bu işten atma sürecine kadar baktığımızda Cemil Tugay seçileli 15 ay oldu ve yapılan bir hizmet yok. Sadece kaostan beslenmeyi seçti, yani halkı bir süre bununla idare etmek zorunda kaldı. “Ben işçiye İzmir’in parasını yedirmem.” “Ben işçiye bu kadar ücret ödeyemem.” Sanki İzmir’de hizmet etmesinin önünü İzmir’de çalışan işçiler kesiyormuş gibi bir algı yaratmaya çalıştı.
Özellikle yaşanan grev sürecinde bizim de eleştirdiğimiz Genel-İş Sendikasındaki bir yönetici arkadaşımız Cemil Tugay’ın kullanmasına olanak sağlayacak sözler sarf etti. İzmir halkının oyları ve AKP üzerinden bir söylem geliştirdi. Yine belediyenin grev kırıcılığı yaptığı süreç basın yoluyla manipüle edildi, başka bir yönetici arkadaşımızın “güzel çöp topladı” sözleri kullanıldı. Bu da Cemil Tugay’ın rüzgârı arkasına almasına sebep oldu. Cemil Tugay da bu rüzgârla istediği her şeyi yapabileceğini düşündü ve işten çıkarma sürecine gelmiş olduk.
Sözleriniz üzerine şunu söyleyebiliriz. İzmir 1 Mayısı’nın örgütlenme sürecinde sol, sosyalist kurumlar ile 1 Mayıs Tertip Komitesi (DİSK, Türk-İş, TMMOB, TTB) ile yapılan toplantıda ısrarla Cemil Tugay’ın 1 Mayıs kürsüsünde yer almaması, 1 Mayıs kürsüsünün işçilerin kürsüsü olması vurgulanmıştı. Fakat buna rağmen 1 Mayıs Tertip Komitesi Cemil Tugay’ı işçilerin kürsüsüne çıkarttı. Belediye-İş olarak bu sürece ne kadar hâkimsiniz bilmemekle birlikte sonuçta Türk-İş’e bağlı bir sendikasınız ve 1 Mayıs’a da katıldınız.
Şimdi biz Belediye-İş olarak zaten Tertip Komitesinde değildik. Evet, söylediklerinize de katılıyorum. Aslında orda konuşma yaptığı sırada ilerici, devrimci gençler tarafından, orda bulunan kitleler tarafından tepki gösterildiğini de gördük.
Biz Belediye-İş olarak Türk-İş’e bağlı bir sendikayız ama Türk-İş’in yapamadıklarını, Türk-İş’in yüzüne karşı eleştirebilen bir sendikayız. Birçok kesim tarafından Türk-İş’e bağlı olmamızdan kaynaklı sarı sendikacılıkla suçlandık. Bu süreçleri de yaşadık. Oysaki biz Türk-İş’in bu ülkede işçi sınıfına nasıl ihanet ettiğini çok rahatlıkla görebilen ve bunu da her platformda dile getirebilen bir kurumuz.
Belediyelerle sendikalar arasındaki ilişkiye gelince… Valla şöyle söyleyebiliriz; bir ilişki ağı olduğu kesin. Biliyorsunuz hangi parti olursa olsun belediyeler siyasetin döndüğü yerler oldu. İşe işçi alımlarının nasıl yapıldığını hepimiz biliyoruz. Yani genelde siyasilerin aracılığıyla bir işe alım yapılıyor. Dolayısıyla burada çalışan arkadaşlar da o siyasetin bir parçası olarak buraya geliyorlar. Belediye yönetimiyle sendikalar arasında da kurulan ilişki ağı da bu paralelde yürümekte.
Örnek verirsek; röportajın başında da söyledim; biz bu sorunu çözebilmek için siyaseti kullanmaya çalıştık. Direnişlerin sokakta kazanılacağını, biz kendi yöneticilerimiz bazında çok dillendirdik. Biz bu işin sokakta çözüleceğinden emindik. O konuda hiçbir kaygımız yoktu. Her ne kadar bu işin sokakta çözüleceğini biliyor olsanız da siyasi kanalı da kullanmak zorunda hissediyorsunuz. Bu da özellikle belediye yönetimi ile siyasi çevreler arasındaki ilişki ağının belli bir düzeyde olduğunun göstergesi.
Bir örnek vereyim: Konuşmamızın bir bölümünde bahsettiğimiz gibi, CHP Genel Başkanı’nın, “Bir adım sendika atsın, bir adım belediye atsın, bu iş güzellikle çözülsün,” gibi söylemleri, bu ilişki düzeyinin var olduğunu gösteriyor. Bu ilişki düzeyi, az önce anlattığımız paralellikte hâlâ yürümekte ve bugüne kadar da böyle sürdü.
Bu direniş ve kazanım, bahsedilen 1.030 işçinin işten atılmasının ve sonrasında oluşabilecek büyük bir işçi kıyımının da önüne geçti. Belediye önüne çadır kurdunuz. Bu direnişi nasıl kazandınız? Süreci anlatır mısınız?
Biz, Belediye-İş Sendikasının üç şubesinin yöneticileri olarak çok emindik; yani bu işi kazanacağımızdan, çıkarılan her bir arkadaşımızı geri işbaşı yaptıracağımızdan. Çünkü mücadeleyle çözülmeyecek hiçbir sorun olmadığını biliyoruz. Bu kazanımların da mücadele yoluyla elde edileceğinden emindik.
Hani bizim kaygılarımız farklıydı. Ülkedeki ekonomik koşullar ortada. Süreç uzadıkça işçi arkadaşlarımızın olumsuz düşüncelere ve yılgınlığa kapılması ihtimali bizi endişelendiriyordu. İyi tarafı şuydu; üç şubenin de tüm yönetici ve temsilcileri, bu haklı direnişin ilk gününden son gününe dek, direnişin arkasında kararlılıkla durdu. Ve işçi bunu hissetti. İşçi zaten orada kendisine liderlik eden kişilerin dik duruşunu gördükçe de sürece daha çok dâhil olmaya başladı.
Parantez içinde şunu belirtmekte fayda görürüm. Direniş bittikten sonra bir takım arkadaşlarımızın “Kesinlikle işbaşı yapamayacağımızı ve sendikanın yanımızda durmayacağını düşünüyorduk,” gibi söylemleriyle karşılaştık. Hattâ ben “Niye böyle bir kanıya kapıldınız” diye sorduğumda, Türkiye’deki sendikaların genel yapısından bahsettiler. Özellikle bilinçli arkadaşlarımız, Türkiye’deki sendikacılığın gelmiş olduğu noktadan dolayı bu işin göstermelik olduğunu düşünüyorlardı. Hani sendika bizimle çıkar, 1-2 gün göstermelik yanımızda durur, ondan sonra ya bizi yalnız bırakırlar ya da direnişi bitirirler diye bir düşünce hâkimdi.
Ama biz, dediğim gibi çok kararlıydık. Çünkü şu bir gerçekti, artık saldırılar giderek pervasızlaşmıştı. Bir de şunu çok iyi biliyorduk eğer bizim direnişimiz aşılırsa, biz bu mevziiyi kaybedersek bunun bedeli sadece bu üç şirkete değil, diğer iştiraklerde çalışan arkadaşlarımıza da diğer sendikada örgütü olan arkadaşlarımıza da ödetilecekti.
“Sınıf dayanışması direnişin kazanılmasında büyük rol oynadı”
Bu süreçte özellikle sınıf dostlarımızın bizi yalnız bırakmaması, direniş alanının sınıf dostları tarafından sahiplenilmesi bizi en çok mutlu eden olaylardı. Bu arkadaşlarımızın katkılarını unutmamalıyız, burada sizlerin aracılığıyla da başta siz olmak üzere süreci sahiplenen destek veren tüm sınıf dostlarına bir kez daha teşekkürlerimizi iletmek isterim. İşçi arkadaşlarımızın dik ve diri durması da mücadelenin şekillenmesinde büyük rol oynadı.
Direniş yaklaşık on gün sürdü ve biz ilk günden itibaren belli bir plan, program çerçevesinde hareket ettik. Söylemlerimiz belediye yönetiminden ricacı değil, daha çok hesap soran konumdaydı. Taviz vermeyeceğimizi kendilerine hissettirdik. Direniş bir hafta da sürer, bir ay da sürer, altı ay da sürer. Bizim için fark etmiyor. Belediye-İş Sendikası ekonomik olarak da mücadele olarak da üyelerinin yanında olacaktır.
Ekonomik olarak şunu da belirtmekte fayda var. Ama bunun farklı anlamda algılanmasını da istemem. Direnişin günbegün bir maliyeti vardı. Orada günlük gider aşağı yukarı 150.000 TL idi. Ha bu çok mu önemli? Elbette ki değil, zaten bu işçinin kendi parası, alınteri ve bugünlerde kullanılmak üzere var. Aidatlarımız doğru zamanda, doğru yerde kullanıldı. Direnişlerin böyle bir yönü olduğunu da belirtmek açısından söylüyorum.
Mücadeleye baktığımızda, başlangıçta mücadele dozunu günbegün artırmayı tercih ettik. İlk günlerde hızlı yol almak isteyen arkadaşlarımız vardı, ama süreç uzun soluklu bir mücadeleydi. Adım adım gitmenin doğru olduğunu düşündük. Yedinci gün, İzmir Büyükşehir Belediyesinin meclis toplantısı olacağını biliyorduk onun öncesinde zaten bütün konuşmalarınızda şunu söylemiştik. Haksız hukuksuz yere işten atılan arkadaşlarımızla birlikte İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın bütün programlarına katılacağız. İşimize geri dönme mücadelesini büyüteceğiz. Her alana yayacağız, her alana taşıyacağız diye kamuoyuna açıkça ifade ettik.
Meclis toplantısının yapılacağı gün Egemenlik Binası’ndan fuar alanındaki salona yürüyüş gerçekleştirdik. Oraya ulaştığımızda, anayasal hak olan meclis toplantısına katılma hakkımız engellendi. Gerekçe gösterilmedi. Biz ısrarla kolluk kuvvetlerine, “Vatandaşlıktan değil işten çıkartıldık, her vatandaşın meclis toplantısına girme hakkı vardır,” diye belirtmemize rağmen gerek kolluk tarafından gerek zabıtalar tarafından engellendik. Bizim ısrarla içeri girme çabamız karşısında bir arbede çıktı. Biber gazlı bir müdahale oldu. Yaralanan arkadaşlarımız oldu. Daha sonra bu olay basına yansıdı.
Ertesi gün de direniş yerindeydik. Çarşamba günü yapılacak meclis toplantısı ertelendi, cuma gününe alındı. Yine Egemenlik Binası’ndan meclis toplantısına yürüdük. Bu sefer kolluk kuvvetlerinin sayısı artmış ve tüm alan barikatlarla çevrilmişti. Sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir belediyeye yakışmayan görüntülerdi.
Biz alana gittiğimizde, belediye yönetiminden bize bir görüşme talebi iletildi ve şube başkanı arkadaşlarımız görüşmeye gittiler. Yapılan görüşmede bütün çıkarılan arkadaşların tekrar işe alınacağı ve karşılığında sadece eylül ayı enflasyonunun ocak ayına çekilmesi konusunda bir anlaşma sağlandı.
Bu bizim için sürpriz olmadı; sadece sürecin uzayabileceğini düşünüyorduk. Uzasa da kararlılıkla işçilerin yanında durmaya devam edecektik. Bu gücümüz ve inancımız vardı. Çıkarılan arkadaşlarımızın geri alınacağından emindik, sadece süreç uzayabilirdi.
Daha sonra Cemil Tugay, işçi arkadaşlardan ve ailelerinden özür diledi, sürecin yanlış olduğunu kabul etti. Bana göre bu yanlıştan dönülmesinde en büyük etken, işçi arkadaşlarımızın ve destek veren diğer işçilerin gösterdiği kararlı mücadeleydi.
Son olarak, kentimizde sürmekte olan grevler var. Bu direniş kazanımla sonuçlandı. Petrol-İş’in sürdürdüğü TPI’da bir grev var. Aynı zamanda Temel Conta’da bir direniş süreci var. Digel Tekstil’de yine direniş 200 gündür devam ediyor. Bu direniş ve grevler hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz kazanımla sonuçlanan yeni bir süreçten çıktınız, sendika olarak sizce bu direnişin işçi sınıfına kazandırdığı nedir ve bundan sonraki süreçler nasıl ilerleyecektir?
İşten çıkarmalar başladığında şöyle bir algı yaratıldı (bunun bilinçli olarak yaratıldığını düşünüyorum): “Cemil Tugay kesinlikle geri adım atmaz ve çıkarılan hiç kimse geri işe alınmaz!” Bu düşünce sadece işçi arkadaşlarda değil şirket yöneticilerinde de vardı. Ve bu yüzden işten çıkarmalardan sonra direnişe geçmeden önce, işyerlerinde işçilere karşı müthiş bir baskı oluşturmaya başladılar. Şunu yaparsan çıkışını veririz, oturma kalk, çıkışını veririz… Mobbing uygulandı yani. İnsanları işiyle, ekmeğiyle tehdit ettiler. Bu kazanım, bu algının kırılmasını sağladı. İşçilerin bir araya geldiği zaman, birlikte davrandığı zaman, hiç olmayacak işleri başarabileceğini gösterdi. Bizim açımızdan ve işçi sınıfı açısından kendine güven tazelemesi için bu direnişin kazanılması önemliydi.
Biz arkadaşlarımızla konuştuğumuzda bize şu taleple gelen çok olmuştu: “Ne istiyorlarsa verin, kabul edin. Biz işimizden, ekmeğimizden olmayalım!” Biz arkadaşlara şunu anlattık; aslında sorun bu değil. Sorun sadece işçinin cebine giren para değil. Burada yapılmak istenen diz çökmüş bir sendika ve onursuz işçi yaratmak idi. Sürecin sonunda sendikasız bir işyeri, taşeronlarla anlaşmaya gidilen bir süreç yaratmaktı. İşçiler yan yana gelirlerse taviz vermeden kazanabileceklerini görmüş oldular. Bu kazanımın kendi güçlerinin farkına varmasına katkı sağladığını düşünüyorum.
“Bu mücadele sınıfa karşı sınıf mücadelesidir”
Bir de şu açıdan bakmak lazım. Buca Belediyesinde maaşını almadığı için dört aydır direnişe başlayan işçi arkadaşlarımız var. Orada belediye başkanları il-ilçe başkanları Buca Belediye Başkanı’na yardım için canhıraş çalıştılar. Bütün her şeylerini seferber ettiler.
Şimdi şunu görmemiz lazım… Onlar birbirlerine yardım edip destek olabiliyorlarsa biz işçiler de birbirimize destek olmalı, yan yana gelebilmeliyiz. Yani evet o konuda bir özeleştiri de kendi şubemiz adına vermiş olayım. Bana göre de var olan grevler, eylemler, direnişler desteklenmelidir. Nasıl ki belediye başkanları birbirine destek çıkma gereği duyuyorsa, nasıl onlar örgütlü bir şekilde bir araya gelebiliyorlarsa biz işçiler de günü geldi mi birbirimize destek verebilmeliyiz. Demin saydığınız grevlerin bu şekilde görülmesi gerektiğine inanıyorum.
Bu mücadele sınıfa karşı sınıf mücadelesidir. Bunun başka yolu yok. Açıklaması da yok. Bu var olan eylemliliklerin, grevlerin başarıya ulaşabilmesinin yollarından bir tanesi, sınıfın bunu sahiplenmesidir. Arkadaşlarımızın, çalışanlarımızın işçi sınıfını böyle sahiplenmesi gerekiyor. Çünkü dediğimiz gibi bu sınıfa karşı bir sınıf savaşıdır ve biz eğer bunu başarmak istiyorsak birbirimizi sahiplenmeliyiz. Mücadeleleri büyütmeliyiz. Arkadaşlarımızın yanlarında olabilmeliyiz diye düşünüyorum.
Bu süreçte emin olun kişi sayısına bakmıyoruz, üç kişi de gelebilir, iki kişi de gelebilir ama birleşe birleşe kazanacağız sloganını duyduğumuz zaman müthiş bir güven geliyor bize. O yüzden var olan eylemlikler desteklenmeli. Biz kendi şubemiz adına söyleyecek olursak bu konuda yetersiz kaldık. Yaşadığımız sürecin etkisi olmuştur ama onun öncesinde de vardı. Sadece Temel Conta grevine bir desteğe gidebildik. Bundan sonraki süreçlerde özellikle bu tip eylemlerin daha çok sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkür ederiz.




