Sahi yeri gelmişken, hukuk diplomalı Kuzu’nun konuşmalarının, neden bu denli ve bu ölçüde, Cübbeli Ahmet Hoca’nın TV konuşmalarına benzediğini sormadan geçmemeliyiz.
7 Haziran seçim sonuçları devlet tarafından kabul edilmedi. İsterseniz siz buna Erdoğan kabul etmedi deyin. Biz, devlet diyoruz.
Neden seçim sonuçları kabul edilmedi?
Çünkü, iktidarı paylaşma riski, AK Parti’nin uzun iktidar sürecinin çuvala sığmayan suçlarınının ortaya çıkması demektir. Aslında bu suçlar, zaten varlığı anlamında gizli de değildir. Sadece biz, boyutlarını ve detaylarını yeterince bilmiyoruz
Seçim sonuçlarının kabul edilmemesi demek, elbette, sınırsız bir baskı sürecinin başlaması demektir. Bu zaten 7 Haziran seçimleri öncesinde, iki açıdan belli idi. Birincisi, iç güvenlik yasası denilen yasanın çıkışı, bir hazırlıktı. Cumhurbaşkanı, açıkça, bu yasaların boşuna çıkmadığını söyledi. İkincisi ise, seçim öncesinde Ağrı’da, Adana-Mersin’de ve Diyarbakır’da ortaya konan özel saldırılarla geliştirilmişti. Demek ki, 7 Haziran sonuçlarının kabul edilmeyeceği, bir saldırı sürecinin başlatılacağı, ve bunun olağanüstü hâl uygulamaları ile besleneceği açık idi.
Nasıl olağanüstü hâl uygulamaları ortaya çıkıyor, hep birlikte görüyoruz.
Cizre başta olmak üzere, her alanda, Kürt illerinde ortaya konan uygulamalar, eşine az rastlanır, tüm hukuk değerlerini ayaklar altına alan uygulamalardır. Olağanüstüdür ve dahası, akıl almaz bir kin ve öfke ile sahneye konmaktadır. En tepeden, “siz kaosu seçtiniz” alın size denilmektedir.
Cizre, 8 gün, hapishaneye çevrilmek istenmiştir. Cizre’de, çocuklar, bebekler öldürülmüş ve devlet katından, “içlerinde hiç sivil yoktu” denilerek savunulmuştur. Anneler, ölü çocuklarının bedenlerini dondurucuya koyarak saklamak zorunda kalmıştır. Bu başka bir gezegende yaşanmıyor. Bu bu ülkede, Kürt halkına karşı özel savaş uygulamalarında ortaya konuyor. Bu, 21. yüzyılın 15 yılını geride bıraktığımız zamanda yaşanıyor. Bu, 30 yıldır Kürt devrimini boğmak için uygulanan güvenlik tedbirlerinin iflas ettiği noktanın geçilmiş olduğunun sanıldığı bir ortamın ardından sahneye konan bir saldırıdır.
Her alanda tutuklamalar devreye sokuluyor, gazeteler basılıyor, “makul şüphe” uygulamaları devreye sokuluyor.
Her ilde, her gün, mahalle mahalle sıkıyönetimler ilan ediliyor, sokağa çıkma yasakları, kabarık sayıda polis ve jandarma gücünün devreye sokulması ile uygulanıyor. Sokaklarda tanklar dolaşıyor.
Bir mahalle, bir ilçe, tümden ablukaya alınıyor, obüs topları ile evler bombalanıyor, sokaklarda rastgele ateş ediliyor, keskin nişancılar adeta bir atış talimi yapar gibi çocukları avlıyor. Çocuk, kadın, yaşlı insan cesetleri defnedilemiyor.
Top oynayan çocuklar top sahasında öldürülüyor.
Mezarlıklar saldırıya uğruyor. Cumhurbaşkanı açıktan, mezarlıklarda kurulan taziye mekânlarını yerle bir etmekten söz ediyor, bundan gurur duyuyor.
Seçime gidiliyor ama ortada seçim çalışmalarından çok, sandıkların taşınması, baskının artması, saldırıların devreye sokulması, çocuk avlayan keskin nişancılar vb. sahne alıyor.
Devlet ya da Erdoğan ya da AK Parti, açık olarak HDP’yi, eğer o olmazsa MHP’yi baraj altına indirmek için açık bir saldırı politikası uyguluyor.
Tüm bunlar, seçim sonucunda bir AK Parti iktidarı çıkarmak için yapılıyor.
Bu arada, Gezi süreci ile sihiri bozulan milliyetçilik, yeniden yükseltilmek isteniyor.
Ama ne ki, durum öyle olmuyor. Ölen asker ve polis yakınları, açıktan tepkilerini ortaya koyuyor. Toplum, gerçekte, bu saldırgan milliyetçiliğe yönelmiyor.
Tamamen denetim altına alınmaya çalışılan medya, toplum nezdinde büyük ölçüde prestij kaybetmiş bulunuyor. Ve etkileri kalmayan ya da etkileri büyük ölçüde azalan medya organları, zehirli bir dille, bu savaş hâlini körüklemeye çalışıyor. Ama yine de istedikleri karşılığı elde edemiyorlar. İşte bu nedenle, daha da saldırgan bir politika devreye sokuluyor.
Ve açıkça, iktidarın “akademisyenleri”, açıkça, bu baskıların devlet galip gelene kadar devam edeceğinden söz ediyorlar. Ve sadece saray değil, tüm devlet çarkı bu saldırının arkasındadır. Ülkede her anlamda hukuk ayaklar altına alınmıştır, alınmaktadır.
Uzatmak mümkün, ama gerekli değil. Yeterince açıktır. Bir savaş hâli uygulamaları ile, 1 Kasım seçimlerinden “zafer” bekleniyor. Neye mal olursa olsun “zafer”.
İşte 1 Kasım seçimlerine böyle gidiliyor. Ve Erdoğan, açıkça, eğer bu seçim sonuçları istenileni vermezse, üçüncü bir seçim devreye girecektir söylemini geliştiriyor.
Ama açıktır ki, 7 Haziran’da hedef 400 vekil idi ve başkanlık idi. Ama bugün, bu hedef bir adım geri çekilmiştir. Bu sefer mesele yeni bir 4 yılı garanti altına alacak bir sorunsuz iktidar talebidir.
Ve eğer bu seçim sonuçları ortaya çıktığında, her şeye rağmen, durum nitelik olarak değişmezse, “Allahın hakkı üçtür” yaklaşımı ile üçüncü kere seçim yapılacak olsa dahi, bu kez bir basamak daha geri adım atılacağı kesindir. Yani mesele açık ve net olarak, seçimlerden, tüm halklar adına iyi bir sonuç elde etmekle çözülecektir. Vermeye çalıştıkları imajın tersine, eğer, HDP oylarını artırırsa, işte o zaman gerçek anlamda bu saldırılara dur denilmiş olacaktır.
Bu nedenle, bu sefer, daha yoğun bir seçim çalışması yapmak, her yerde, hayatın her alanında, doğruları savunmak, halkların gelişen barış taleplerini dillendirmek gereklidir. HDP’nin oylarının artması, tüm bu süreci durdurmanın önemli bir yoludur. Bu nedenle, bir kere daha yenilenen seçimlerden, iyi sonuçlarla çıkmak gereklidir.
Eğilimler, bugün itibari ile göstermektedir ki, HDP oyları artma eğilimindedir. Bunu sağlamak için, daha duyarlı bir çalışma yürütmek gereklidir.
1 Kasım seçimlerinden %15 ile çıkan bir HDP, olağanüstü hâl uygulamalarının durdurulmasına da olanaklar sağlayacaktır.