7 Haziran’a giderken, tüm ülke savaş alanına çevrildi. Barış görüşmeleri ortadan kaldırıldı, saldırı politikaları devreye sokuldu, tutuklamalar, bombalamalar devreye sokuldu. Tüm buna rağmen, 7 Haziran seçimlerinden Muktedir, istediği sonucu alamadı. Ve elbette, bu sonucu elde edince, Muktedir, bu olmadı, yeniden seçimi deneyelim, tekrar edelim, dedi.
Tekrar olacağı için, hemen koşulları değiştirmeye karar verdi.
Birinci nokta burasıdır; seçime gidiş şartları, seçim ve sayım süreci. Bu noktadan seçimlere bakarsak, tam bir harami iktidarı için, her türlü hile ve baskının kullanıldığı bir seçim gerçekleşmiştir. Seçimin kendisi, AK Parti için bir “zafer” ise, bu bağlamda “zafer” asla gerçek bir zaferi ifade etmez. Hile dolu, baskı ve devlet terörü ile elde edilmiş bir sonuçtur.
İki alana aynı anda saldırı organize edildi, hem Kürt devrimine, hem de Gezi Direnişi ile başlayan sürece. Ama sadece sürecin örgütlerine saldırı organize edilmedi. Aynı zamanda halklara karşı bir saldırı devreye konuldu. Kürt kasabaları, şehirleri ablukaya alındı. Obüs topları ile keskin nişancılar, birbiri ile yarışır vaziyette sokakları kana buladı. Yüzlerce insan, çocuklar da dahil, öldürüldü. Diyarbakır mitingini bombalayanlar, aynı sahneyi daha etkili olacak şekilde, Suruç katliamını organize ettiler. Ve en son, 10 Ekim’de Ankara’da 104 kişinin ölümü gibi saldırılarla, seçime gidilen ortamı “değiştirdiler”.
Şaibeli bir seçim sürecidir bu.
Haramiler, seçimleri, tam bir harami tarzında organize ettiler.
Üstüne, TV kanallarını, basını kontrol güçlerini eklediler.
HDP’ye, ya seçimi boykot et ya da tüm bu bomba, saldırılar altında, bu koşullarda seçime gitmeyi kabul et seçenekleri kaldı. Gerçekte, seçimlerin bu ağır şartlar altında gerçekleşeceği açık idi. Ama aynı biçimde, tüm bölgedeki gelişmeler, seçimleri önemli kılmaktaydı. Bu nedenle boykot doğru olmazdı, bugünden bakınca da doğru görünmüyor.
Ve tüm bunlar yetmedi, sayımı da kendileri yaptılar. Hile, harami tarzına uygundur ve başkası da düşünülemez. Sadece HDP’yi baraj altında bırakmayı ya da MHP’yi baraj altında bırakmayı, uluslararası gericilik, çok inandırıcı bulmadı ve sınırlar buna göre şekillendi.
Acaba, seçimlerde kaç sandık vardı?
Sandık sayısını, değil seçmen sayısı, sandık sayısını bilen yok. Her medya kanalı, farklı bir sandık sayısı veriyor. Sandık sayısını 174 bin ile 186 bin arasında gösterenler var. YSK’nin seçim öncesi ve seçim sonrası yaptığı açıklamalar birbirini tutmuyor. Sandık sayısının bile belli olmadığı bir seçim, “demokratik” seçim olarak sunulabiliyor. Ama kabul edilemezdir.
Önemli olan seçimlerin yapılıyor olması değildir, önemli olan sayımı kimin yaptığıdır ve doğrusu bu konuda ne kadar önlem alınırsa alınsın, dünya gericiliğinin ittifakı devreye girdi mi, halkların aldığı önlemler, siyasal otoritenin önlemlerini aşamıyor.
Sandık başlarında, sandık kurulu, sandık görevlileri değil, doğrudan askerler, ellerinde silâhlarla durdular. Bunun gerçekleştiği yerler bir ya da iki yer de değildir. HDP’ye, silâh zoru ile oy aldı diyenler, sandık başlarında çekilen asker ve polis görüntülerini, basının marifeti ile gizlemeye çalışmaktadırlar.
Seçim süreci, ne 7 Haziran’da, ne de 1 Kasım’da demokratik değildir. Tehditler, fiili saldırılar, bombalamalar, ölümler, katliamlar birbiri ile yarışır durumdadır. Askeri, polisi, ordusu, valisi, yeni kontr-gerillaları, IŞİD’çileri, Osmanlı Ocakları, mafyası, çeteleri, hepsi ama hepsi, bir karanlık proje etrafında, korku üretmek için her yola başvurmuşlardır.
Seçimin kendisine hile karışmış mıdır, sorusu bile gereksizdir. Son derece ciddi hileler olduğu, sandık sayısının bile belli olmamasından bellidir. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a 1 milyon 800 bin yeni seçmenin eklenmesi mümkün değildir, eklenmiştir. 7 Haziran’da oy kullanma yaşında olmayıp da, 1 Kasım’da olabilecek olan toplam kişi, eğer hepsi hâlâ yaşıyorsa 200 bindir. İstanbul’a Suriyeliler kamyonlarla taşınmıştır.
Bu, elbette şaibeli bir seçim sürecidir ve hile dizboyudur.
İkinci nokta AK Parti’nin zaferine ilişkindir. Bu bir harami iktidarı için, her tür hilenin, kan ve katliam politikalarının üzerine yükselen bir “zafer” dir. Bu “zafer” AK Parti’ye, yeni bir 4 yıllık iktidar süreci açmıştır. Ama bu iktidar süreci, “katil-hırsız Erdoğan” sloganları arasında açılan bir iktidar sürecidir. Ve bu sürecin, 317 milletvekiline rağmen kolay bir iktidar süreci olmayacağı bizzat Muktedir tarafından çok iyi bilinmektedir.
Kan ve katliam politikalarını devreye koyanlar, şimdi, hemen üç kanaldan hamle yapacaklardır. Bunlardan ilki, AK Parti’nin tam ve net kontrolünün sağlanmasıdır. Muktedir, bunu çok iyi anlamaktadır ve AK Parti’nin sorunsuz kontrolü için, yeni bir cendere hazırlayacaktır. Öyle anlaşılıyor MİT, bu konuda yardımcı olmak üzere, her türlü dosyayı sağlayacak ve AK Parti içinden çatlak seslerin çıkmasını önlemeye çalışacaktır. Hazır “paralel yapı” diye bir bahaneleri de varken. Birçok “uzman”, Davutoğlu’nun Erdoğan olmadan kazandığı bir zafer olduğunu dilegetirmektedir. İstedikleri bu olabilir ama, yanlış bir temel üzerine kurulu bir istemdir. Davutoğlu’nun bir zaferi yoktur. Hatta AK Parti’nin “zafer”i, mutlaka ve mutlaka tırnak içinde olmalıdır. Buna “zafer” diyecek olanlar, bunun kan ve katliam politikalarına dayalı olduğunu unutmamalıdır. Ankara katliamının sonrasında Davutoğlu ve Erdoğan’ın tutum ve davranışlarına bakın, birisi olaydan ne kadar haberdar idi ise, diğeri o kadar bihaber idi. AK Parti içinden çatlak sesler çıkacaksa, bunun olası nedeni, Davutoğlu’na bağlanacak zafer değil, biraz aşağıda ele alacağımız nedenler olabilir.
Erdoğan’ın yükleneceği ikinci kanal, baskı ve şiddet politikalarının devam ettirilmesidir. Erdoğan baskı ve şiddet politikaları ile yıldırma ve korkutma durumunu, tam bir esir almaya çevirmek istiyor. Bunu başarmak için daha fazla şiddeti devreye sokacaktır. Bu daha fazla şiddet, aynı zamanda, HDP’yi başkanlık pazarlığına zorlamak için de kullanılacaktır. Elbette HDP bu tuzağa düşmeyecektir, elbette Kürt halkının temsilcileri, devrimciler gözü dönmüş şiddet politikalarının uygulayıcılarına istediği yolu açmayacaktır. Biz bunu, burada bir endişemiz olduğu için vurgulamıyoruz. Hayır, sadece bu seçim sonuçları ile dahi, Erdoğan’ın kendini güvende görebilecek pozisyonda olmadığını belirtmek istiyoruz. İşte bu nedenle bu katliam ve şiddet, bu savaş politikaları kesilmeden devam edecektir. Sadece Kürt devrimine karşı değil, Anadolu devrimine, Batı’da yükselen uyanışa karşı da bu baskı ve şiddet sürecektir. Seçimden önce de vurguladığımız gibi, bu topyekûn bir savaştır.
Böyle bakılırsa, seçime birkaç gün kala neden Bugün ve KanalTürk gibi kanallara el koydukları anlaşılır. Bu davranışın oy kaybettireceği düşünülebilirdi. Ama seçimlerin sonuçları önceden belli ise, bu hamle seçim sonrasına bir yatırımdır ve öyle yaptılar.
Burası da üçüncü hamle alanıdır. Erdoğan, Ergenekon’da ifadesini bulan kadrolarla, yaklaşık iki yıldır anlaşmaya çalışmaktadır. Zaman zaman Doğan Grubu ile olan çatışmaları, seçim sonuçlarının hemen ardından, Doğan’ın biat deklarasyonu, Ertuğrul Özkök’ün “ben de fabrika ayarlarına dönüyorum” açıklaması ve üstüne AK Parti cephesinden, o medya grubunu da artık biz yöneteceğiz, denmesi, anlaşmayı göstermektedir. Bu anlaşma zeminini genişletirken Erdoğan her türlü baskıyı kullanacaktır. Eski egemenler ile, yeni elitler iç içe geçecek ve “kardeşlik” dedikleri şeyi ortaya koyacaklardır. Elbette bu kardeşliğin ölçüsü, pastadan 10 bana, haydi bir de sana şeklinde olacaktır. “Bizi görmezlikten gelemezsiniz” söylemi budur.
Bu hamleler, yeni harami iktidarının vizyonunu ortaya koymuş olacaktır.
“Zafer” dedikleri şeye güveniyor olsalardı, buna yönelmezlerdi. Bu seçim “zafer”i sadece bir kere daha nefes alabilme olanağı demektir. Kendileri buna başka anlam yüklemezken, buradan başka anlamlar çıkarmaya çalışmak, eski elitlerin hüsnüniyetleri olabilir, hepsi budur, fazlası yoktur.
Elbette Erdoğan’dan, Kürt devrimine karşı, Batı’da yükselen uyanışa karşı, daha geniş kesimleri rahatlatacak bazı adımlar atması sürpriz olmaz.
Üçüncü nokta şöyle ifade edilebilir; bu “zafer” dünya gericiliğinin ortak ittifakının bir sonucudur. Bölgemizde epeyce zamandır süren yağma savaşı, Suriye’yi yerle bir etme, bölgede halklara karşı açık katliamlar yürütme, çağdışı tüm uygulamaları devreye sokma politikası, sınırlarına yaklaşmıştır. Savaşı kundaklayan ve IŞİD’in yaratıcısı olan ABD-İngiltere-İsrail-Türkiye-S. Arabistan ve Katar, kaybetme sürecine girmişlerdir. Bunca saldırıya, çete organizasyonlarına rağmen, Kobanê direnişinde görüldüğü gibi, bir direnişin gelişmekte olduğunu gördüler. Ve sonunda, Suriye-İran cephesinde Rusya ve Çin’in açıktan devreye girmesi, zaten iflas etmiş olan ABD politikalarını daha da zora sokmuştur. Türkiye, kendi politikaları ile de, ABD emireri olarak uyguladığı politikalar ile de, oldukça sıkışmıştır. Ve şimdi, Rusya’nın sahaya inmesi, Çin’in devreye girmesi, Kobanê direnişi vb. ardından, tüm dünya gericiliği bir kere daha ittifaka yönelmiştir. AK Parti’nin kendi kadrolarının dahi inanmadığı seçim “zafer”i, Obama’sından Merkel’ine kadar yeni bir ittifakın “hediye”sidir. İşte 7 Haziran seçimleri ile 1 Kasım seçimleri arasındaki fark da budur. İkisinde de hile vardır. Ama 1 Kasım’da, SEÇSİS sistemini kontrol edenler, ancak daha küçük oranda hileye olanak vermişlerdir. Sandık başlarında yapılan hilelerden söz etmiyoruz. Program ile elde edilen hileli sonuçlardan söz ediyoruz ve programın kontrolü, bu büyük gerciliğin elindedir. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında değişen budur. Dünya gericiliğinin bir hediyesidir bu. Bu çapta hileler ABD’den bağımsız olmaz. Ve karşılığında sadece İncirlik üssü yeterli olmayacaktır. Karşılığında “mülteci krizinin” çözülmesi yeterli olmayacaktır.
ABD sözcülerinin, bundan böyle PYD’ye silâh desteği sağlanmayacak, demeleri boşuna değildir. Kuşku yok ki, ABD ve Batılı müttefiklerinin Erdoğan’a bir kere daha destek vermesi, belli şartlara bağlanmış olabilir. İşte o nedenle, bazı “uzman”lar, Davutoğlu’nun Erdoğan’sız zaferinden söz ediyor ve Erdoğan’ı dengelemekten, kontrol etmekten söz ediyorlar. Gerçekte, AK Parti’de birçok kanat vardır. Bunlar, ancak efendilerinin emirleri ile isyan bayrağı açabilirler. Bu ise bizlerin ilgi noktası değildir. Kuşku yok ki, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkeler AK Parti içinde kendi güçlerini gizlemektedir. Bu aynı şey Fethullah grubunun içinde de vardır. Ama bu güçlerin ne için ve nasıl hareket edecekleri ile bağlantılı olarak bir gelecek kurma planları, yerleşik egemenlere bile “uzak” görünmektedir. Doğan Medya Grubu’nun bu yeni biat açıklaması, böyle okunmalıdır. Onlara göre, başkanlık sistemi talepleri olmasın, Erdoğan sınırlarına çekilsin, öyle yürünsün. Ama Erdoğan’ın bunu yapacağı tartışma götürür. Yoksa, zaten 7 Haziran’da, AK Parti-CHP koalisyonu da benzer sonuçları verirdi.
Dünya gericiliği, TC devletine, Suriye-Irak ve Ortadoğu politikalarında ihtiyaç duymaktadır. Bahçeli’nin, CHP’nin tutumunu da şekillendiren budur.
Yeni kardeşlik projesi, ülkemizdeki tüm gericilerin birleşmesi, harami iktidarını desteklemesi ve arkada dünya gericiliği ile daha yoğun bir işbirliği geliştirilmesi anlamına gelmektedir.
Tüm bu planların bir kere daha suya düşmeyeceğinin ise garantisi yoktur. O nedenle Ertuğrul Özkök, usulca fabrika ayarlarına dönmektedir. Garantisini görebilse, daha ileri gider ve Muktedir ayarlarını hemen yakalardı.
Dördüncü nokta, HDP’nin durumu ile ilgilidir. HDP, tüm bu koşullarda, seçimden başarılı çıkmıştır. Dünya gericiliği hile ile de olsa, baraj altında bırakmayı göze alamamıştır. HDP, ilçe ilçe seçim sonuçlarını tek tek ele almak zorundadır. Bu, tüm devrimci hareketin ortak görevidir. Halkların, işçi ve emekçilerin örgütlenmesi açısından acildir, zorunludur.
Ankara katliamından sonra, büyük, daha büyük bir kitlesel direniş gerekli idi, bugün hâlâ gereklidir. Tüm medyayı, neredeyse tümünü, karanlığa itmeyi başaran, kontrolleri altına alan egemenlerin isteği, tek özgürlük aracı olan sokak eylemlerini, kitlesel hak arama eylemlerini durdurmaktır. Buna karşı, halkların, işçi ve emekçilerin direnişini daha da ileri düzeyde örgütlemek, çıkışın, özgürlüğün tek yoludur.
Bu noktada bazı vurguları ele almak gerekir: İlki şudur, eğer PKK eylemler yapmasa idi, direnmese idi, HDP daha fazla oy alırdı. Bu tamamen yanlış bir görüştür. Sonuçlara bakıp, ona göre bir analiz yapmaktır. Oysa sonuçlar, gerçeğin kendisi değildir, yalanı, hilesi çok olan sonuçlardır. HDP’yi daha planlı, daha aktif, daha militanca bir mücadele yürütemediği için eleştirmek (biz de içinde olmak üzere devrimcileri bu açıdan eleştirmek) mümkündür. Biz, elbette ki daha neler yapabilirizi, mesela Ankara katliamına nasıl daha büyük bir kitlesel eylemle yanıt verebilirdik sorusunu ele alacağız, başkaları bir yana, kendimizi eleştireceğiz. Ama PKK’nin ve daha geniş olarak halkların saldırılara karşı direnişinin oy kaybettirdiğini söylemek, gerçekle örtüşmez. Tersine bu direniş olmamış olsa idi, PKK var olmamış olsa idi, katliamların boyutları çok ama çok daha büyük olacaktı. Gerçek budur. Ankara’daki Barış Mitingi’ni kana bulayanları eleştirebilme cesaretini gösteremeyenler, bu olayın aydınlatılması için bir şey yapmayanlar, işçi ve emekçilere, devrimcilere, “direnmeyin” demeyi bırakmalıdır.
Seçim sonucunda HDP’nin barajı aşmış olması, bir başarıdır. AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını önleyememek bir eksiklik olabilir, ki bu “zafer” aslında dünya gericiliğinin bir ittifakı sonucudur.
Zalimin zaferi sonsuza dek sürmez. Bu da beşinci noktadır. Seçim sonuçlarına bir zafer diyenler, iyice bir baksınlar, bu zafer neye dayanmaktadır; kana, katliamlara, IŞİD çetelerinin devreye sokulmasına, mafyanın devreye girmesine, yeni kontr-gerillanın Saray ile bağlantılı saldırılarına, hırsızlığa, oy çalmaya, hileye. Savaş alanına çevrilmiş şehirlere, çocukların keskin nişancılarca öldürülmesine, sıkıyönetim uygulamalarına, sandıklarda silâhlı askerlerin görev yapmasına, beyaz bayrak kaldırarak hastahaneye gitmeye çalışan insan manzaralarına, panzerlerin ardına takılan cesetlere, mezarlıkların yıkılmasına, evlere obüs topları ile saldırılara, öğrencilerin tutuklanmasına, işçilerin eylemlerinin bombalanmasına.
Bu zalimliğe dayanan bir zafer, ancak haramilerin iktidarına yarayabilir.
Tüm dünya gericiliğinin birleşerek elde ettiği bu zafer, halkların direnişine dayanabilecek midir? Buradan bir “üstünlük” elde ettikleri açıktır. Ama bu üstünlük, gerçekte, tüm halkları düşman gören bir anlayışla ne kadar sürdürülebilir?
Seçimin hemen ardından ABD, İncirlik üssüne yeni silâhlar, yeni uçaklar sevk etmiştir. ABD-Türkiye ile yeni ittifak süreçlerine girdiğini ilan etmektedir. PYD’ye silâh yardımı yapmayacaklarını ilan etmektedir. Tüm bunlar, savaşın daha da sertleşeceğini, bölgemizde yeni oyunların sahneye konacağını göstermektedir.
Buna paralel olarak, ülkemiz içinde, halkın tamamen esir alınması planlanmaktadır. Ekonomik, siyasal ve askerî şiddet birlikte devreye sokulmaktadır. Borç içinde yüzen esnaf, ekonomik şiddet ile sisteme entegre edilmeye çalışılırken, işçi ve emekçiler askerî şiddetle, polis baskıları ile yıldırılmaya çalışılmaktadır. Şiddet o denli tırmanmaktadır ki, ölümler sıradanlaşmaktadır. 2015 yılı içinde devlet güçlerince öldürülen insan sayısı bine yaklaşmaktadır.
Ve tüm bu gerici saldırıya, karşı-devrim saldırısına karşı, halkların örgütlülüğü tek çıkış yoludur.
Bizlerin bu süreçten çıkardığımız ders, örgütlenmeye, direnişe, mücadeleye daha büyük bir irade ile devam etmektir. Eksikliklerimiz buradadır. o