Bunun üzerine CHP, bize içinde başkanlık sistemi olan bir anayasa ile gelmesinler, dedi. MHP’den ses çıkmadı. Ve HDP’den iki ayrı açıklama geldi, Demirtaş, “diktatörlük ve tek adamlık” sistemine izin vermeyiz derken, diğer açıklamada, başkanlık sisteminin tartışılabileceği dilegetirildi.
Böylece, önümüzde, Muktedir tarafından, ana nedeni başkanlık sistemi olan bir yeni anayasa tartışması yeniden geliyor.
Gerçekte, 12 Eylül Anayasası ile, milli irade sözünü çok sevenlere hatırlatmak adına, %92 evet oyu almış (üstelik o dönemler SEÇSİS sistemi yoktu. SEÇSİS sistemi için, Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’ın, 03.06.2014 ve 12.02.2015 tarihli iki yazısına bakılmasını tavsiye ederiz. Seçim ve hile tartışmalarını anlamak için, seçim güvenliği ile ilgilenen herkesin SEÇSİS konusunda çalışmasında fayda var. Öyle anlaşılıyor ki, baroların ve TMMOB’nin bu konuda yapabileceği şeyler var).
1- 12 Eylül Anayasası’nın değişmesi talebi, yeni bir talep değildir. Bu bir.
2- İki, yeni anayasa ya da 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi talebi, ülkemizin güzide ve yıllanmış “egemenleri” tarafından da dilegetirilen bir talep olmaya çoktan başlamıştır. Mesela 2002 desek yanlış olmaz. Ve TÜSİAD, bu güzide ve yıllanmış egemenlerin temsilcisi olarak Erdoğan ekibi ile flört ederken, bu yeni anayasa tatışmalarını da dilegetirmiştir.
3- Kürt devriminin gelişimi, gerçek anlamı ile bir yeni anayasayı da dayatmaktadır. Egemen sınıf, Kürt devrimini bastırma politikaları yanı sıra, yeni anayasa tartışmaları ile de oylamayı devreye sokarken, bunlar bir gerçekliğe dayanmaktadır. Kürt devriminde kalıcı bir sistem içi çözüm, mutlaka yeni bir anayasa demektir.
4- Yeni “elitler”, egemen sınıfa dahil olmaya başlayan yeni zenginler, bizi de görmek zorundasınız, diyen yeni çeteler, Muktedir etrafında birleşerek bir yeni anayasa istemektedirler. Onlara göre, bu yeni anayasa, kendi istediklerini yapabilmek için seçilmiş bir başlıktır ve hazır toplumda bu yönde bir talep varken, kendi istediklerini bu talebin arkasına saklamak istiyorlar. Bu konuda Burhan Kuzu’nun açıklamalarını okumak yeterli olur. Açıklayıcıdır, öğreticidir ve kof ve traji-komik olmalarına rağmen.
5- Beşincisi, bu ülkenin işçileri, emekçileri, tüm halkları, baskı ve şiddetin, tüm anti-demokratik uygulamaların sona erdirilmesini, insanın insana kulluğunun, savaşın ve sömürünün son bulmasını istemektedirler. Bunun için, mevcut sistem içinde bir kalıcı çözüm mümkün değildir. Bunun yolu devrimden geçmektedir. Ama elbette, bir “demokratik” anayasa işe yarayacaktır ve çeteci devletin uygulamalarına son verme yolunda bir adım olacaktır.
Demek ki, herkes bir yeni anayasa istiyor. Peki öyle ise, neden bunca zamandır istenen bu “yeni anayasa”, bir türlü yapılamıyor?
Öyle ya, madem herkes yeni anayasa istiyor, neden yapılamıyor? Hani, işçilerin, emekçilerin, halkların, özellikle de Kürt halkının isteklerini umursamıyorlar, anladık, ama acaba buna rağmen neden yeni anayasa yapmadılar, bu kadar uzattılar, hâlâ uzatıyorlar? Mesela acaba neden 7 Haziran seçim sonuçları açıklandığında, birdenbire gündeme yeni anayasa girmedi de, ancak AK Parti iktidarı 317 milletvekili ile sağlanınca yeni anayasa tartışması gündeme geliyor?
Yani belli bir sorudur bu. Ama yine de sorulmalıdır.
Acaba, AK Parti iktidarı, dünya gericiliğinin ortak ittifakı ile, mesela 370 milletvekili alabilse idi, ne olurdu? Acaba sadece ve sadece, hemen ve bir günde, bir yeni anayasa yapılıp, meclise Kuzu eli ile getirilip, bir hafta bilemediniz bir ayda, yeni anayasa bitmiş olmaz mıydı? Ve elbette bu anayasanın ana direği, başkanlık sistemi olmaz mıydı? Diğer tüm maddeler, birer teferruat olmaz mıydı, sadece başkanlık sistemi eklenmiş bir 12 Eylül Anayasası ortaya çıkmış olmaz mıydı?
7 Haziran seçimleri öncesinde, 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de verilen resmi karartan ve masaları deviren Muktedir, aynı anda, “iç güvenlik yasası”nı devreye soktu. AK Parti iktidarı, birkaç ay sonra yapılacak seçimden önce, yangından mal kaçırır gibi, bir kapsamlı yeni yasa hazırladı. Yeni iç güvenlik yasası, polisin tüm keyfî uygulamalarına, daha önceki yasal çerçevelere sığmayan bazı yeni uygulamalarına da olanak tanıyan bir yasal çerçevedir. O kadar ki, bu yeni iç güvenlik yasası, mecliste büyük kavgalara rağmen çıkmıştır, sokaklarda yapılan protesto gösterilerine rağmen çıkmıştır ve mevcut anti-demokratik anayasaya da aykırı olduğu bilinerek çıkmıştır.
Bugün bu yasa uygulamadadır.
Bugün, mesela Suruç katliamı davasında, mağdur avukatları, dosyalara erişememektedirler. Bu, sadece Suruç’a ait de değildir. Bir savaş hukuku, üstelik mevcut en gerici anayasalardan birine dahi aykırı olacak şekilde, uluslararası burjuva hukuk ile hiçbir alâkası olmadan uygulamadadır. Bu, bir savaş hukukudur. Avukatlar, artık, hukuk sisteminin bir parçası olmaktan çıkarılmıştır. Hukuk, savunma hakkı olmaksızın uygulanmaktadır. Dava açan, davayı devlete karşı açmış ise ve dava bir siyasal dava ise, bu sefer de dosyalara, delillere ulaşılması yasaklanmaktadır.
Bu hukuk sistemi, mevcut uygulamaları ile, acaba nasıl tanımlanabilir?
Acaba bu devlet nasıl tanımlanabilir?
Faşizmin tüm dişlilerini içermiş olan bu burjuva egemenlik, dünya gericiliği, çeteler ve mafya ile bu denli iç içe geçmiş, medyanın bir devlet organizasyonu olarak iş gördüğü, tüm halkın gözlendiği, izlendiği bir açık hapishaneye çevrilmiş bir ülke tasarlayan bu devlet, tekelci polis devletidir. Ve sadece “olağanüstü” durumlarda değil, normal koşullar altında da bu devlet, faşizmin tüm dişlilerini bağrında toplamış, onları yeniden ve faşizmi aşan bir tarzda içselleştirmiş, gelecekteki iç savaşa göre örgütlenmiş bir burjuva egemenliktir. Ve bu, bazı farklılıklarla, tüm dünyada, tüm kapitalist ülkelerde geçerlidir. ABD’deki devletin uygulamalarına bakın, İngiltere’dekine bakın, Almanya’dakine bakın. Bugün, burjuva devlet, çetelere (mafya, devlet içinde etkin tekellerin bağlantıları olan çeteler), sınırsız bir gözetleme (polis-ordu) ve yönlendirme (basın ve eğlence sektörü) ağına, büyük ölçüde manipülasyon (medya) yeteneğine sahip, hiçbir anayasa ile kendini bağlı hissetmeyen uygulamaları hızla devreye sokabilen (özel kuvvetler, kontr-gerilla) bir devlettir. Biz buna “tekelci polis devleti” diyoruz ve bunu detaylıca Deniz Adalı’nın “Tekelci Polis Devleti” (Kaldıraç Yayınevi, İstanbul) kitabından okuyabilirsiniz.
Tüm bu koşullar altında, demokratik mücadele anlamsızlaşır mı? Yani, doğrudan devrimi hedeflemese de, demokratik haklarını korumak isteyenlerin mücadelesi işe yarar mı? Elbette yarar. Bu devlete karşı, her yol ve araçla savaşmak meşrudur. Demokratik mücadelenin her bir alanı, çok da kıymetlidir. Bu mücadeleyi yürütenler, kendilerini devrim ve sistemi yıkma mücadelesinin bir parçası saymayabilirler. Ama buna rağmen, öyledirler.
Yani, demokratik mücadele, devrim mücadelesinin bir bileşeni olmaya başlamıştır.
Nasıl ki bugün, insan olarak kalmak ve insan olmak mücadelesi, sosyalizm mücadelesinin bir parçası ise, gerçekte insan olarak kalmak, insanlaşmak istiyorsak, egemen kapitalist dünyaya karşı mücadele etmek zorunlu ise, sadece sosyalist ya da komünist olduğumuz için değil, sıradan insanlar olduğumuz için de sisteme karşı mücadele etmemiz gerektiği açık ise, işte aynı şekilde, demokratik mücadele devrim mücadelesinin bileşeni olmuştur. Bir burjuva aydın, eğer, demokratik haklar ya da “evrensel demokratik değerler” için mücadele edecekse, devrime bakmak, devrimci cepheye eklenmek zorundadır.
Bugün, burjuva egemenlik, dünyanın hiçbir yerinde, kendini anayasa ya da burjuva hukuk ya da “evrensel hukuk” ile bağlı hissetmemektedir. Günümüz çeteci burjuva devleti, tekelci polis devleti, kendini kendi “yasal zemini” ile bağlı hissetmemektedir. Sadece ve sadece, burjuva egemenliğin, bugünkü anlamı ile tekelci burjuva egemenliğin devamı ile ilgilidir.
Ülkemizde ise, bunun sayısız uygulamaları vardır.
Fiili olarak ortada bir savaş hukuku vardır.
Bu, iç savaş hukukudur.
İşçilere, öğrencilere, hakkını arayan herkese, Kürt halkına ve tüm halklara karşı, savaş hukuku uygulanmaktadır. TC devleti, IŞİD’i, El Nusra’yı ya da daha başka çeteleri desteklemektedir. Bir çete reisi, Rize’de polis korumasında siyasal bir miting düzenleyebilmekte, ama örneğin HDP, yasal bir parti olduğu hâlde, mitinglerine izin alamamaktadır, sendikaların mitinglerinde bombalar patlatılmaktadır, öğrencilerin basın açıklamalarına polis TOMA’ları sürülmektedir.
Şehirler ablukaya alınmakta, keskin nişancılar çocukları avlamakta, top mermileri evleri dövmektedir. Kürt illerinde ortaya çıkan görüntüler Filistin sokaklarını hatırlatmaktadır. Devlet kuvvetleri, çeteleri, ablukaya alınan kasabalarda duvarlara, IŞİD çetelerinin kullandığı dille yazılar yazmaktadır.
Bu koşullar altında yeni anayasa gündeme gelmektedir. Yani, yeni anayasanın gündeme geliş koşulları da değiştirilmiştir. Yeni anayasa, Muktedir’in, tartışmasız sultanlığının ilanı için hazırlanmak istenmektedir. Bu anayasa, bu tarzda gündeme geldiğinde, bundan bir dirhem olsun bir sonuç elde edilemez.
Gerçekte yeni anayasa yapmak istiyorlarsa, ilk iş olarak, eskimeye başlayan “yeni iç güvenlik yasası”nı kaldırsınlar, ilk iş olarak sendikalaşmanın önündeki tüm engelleri kaldırsınlar ve bunun ilk adımı olarak taşeronlaştırmaya son versinler, ilk iş olarak tüm siyasal tutukluları serbest bıraksınlar, ilk iş olarak savaşa son versinler.
Eğer bunları yapmayacaklarsa, yeni anayasa bize ne getirebilir?
Şöyle bir düşünme tarzı var: Mevcut anayasa, darbe hukukudur, değişmesi gerekir. Öyle ise, ne olursa olsun daha iyi bir anayasa ortaya çıkacaktır, bu da iyi olur. Bu sürece girelim ve bazı hakları alalım.
Hoş görünüyor ama ülke gerçeğinden kopuktur.
Mevcut anayasa darbe hukukudur. Bu doğrudur. Ama o günden bu yana, bu anayasada “kötü” ne varsa, korunmuştur ve değiştirilen pek çok şey, daha da kötüsü ile değiştirilmiştir. Dolayısıyla, sürece bir bütün olarak bakarsak, sürekli olarak daha da gericileşen bir yasal zemin var demektir. Terörle mücadele yasaları, iç güvenlik yasaları vb. bunları açıklar. Mesela seçim ve siyasal partiler yasasını asla değiştirmiyorlar. Şimdi, %10 barajı anlamsızlaştı ve belki değiştirirler, ama bu, nasıl bir kazanım, bir ilerleme olabilir? Eğer iş otomatiğe bağlanırsa, yani ne olursa olsun daha iyi bir anayasa ortaya çıkacaktır diye düşünülüyorsa, mesela %10’u kaldırırken bile öyle bir yasal düzenleme yaparlar ki, daha kötüsü ortaya çıkar.
Önce şu konuda anlaşmak gerekir; mevcut hâli ile bu anayasa değişikliği ya da yeni anayasa talebi, yukarıda sayılan 5 maddedeki kesimlerin sadece birinin talebi ile, Muktedir’in talebi ile gündeme gelmektedir. Bu yeni anayasanın, başkanlık sistemi dışında bir “olumlu” derdi yoktur. Sokaklarında iç savaş hukuku uygulanan bir ülkede, Ankara’da 104 kişinin devlet denetiminde saldırılarla katledildiği bir ülkede, yeni bir savaş sayfasının açıldığını görmek gerekir.
Muktedir, yeni anayasayı, hak ve hukuk için, işçi ve emekçiler için, Kürt halkı için istemiyor. Bunlar olur da tartışma masasında gündeme gelirse, bunun tek nedeni olacaktır, o da başkanlık sistemine destek almak. Yoksa, başka bir amaçla değil.
Bizim, işçi ve emekçilerin, bu ülkenin yoksul çoğunluğunun, Kürt halkının, tüm halkların ihtiyaç duyduğu anayasa, ancak sokakta mücadele ile yapılacaktır. Onlar nasıl, kendi hukuklarını ayaklar altına alarak “fiili” bir baskı alanı yaratıyorlarsa, biz de aynı biçimde, “fiili bir özgürlük” alanı yaratmalıyız ve Gezi budur. Halkların örgütlü mücadelesine bağlı olmayan bir yasal düzenleme, bir adım ilerletici olmayacaktır.
Bu harami çetelerinden, bir tek olumlu adım beklenemez, tek bir iyi niyetli adım beklenemez.
Gelecek tek olumlu gelişmenin tek kaynağı olabilir, işçi ve emekçilerin, halkların örgütlü mücadelesi. Sokakları özgürleştirecek olan budur, havayı özgürleştirecek şey budur. o