Bu yazıda daha ziyade bu sahtekârlığın nasıl bir amaca hizmet ettiği ve bunun doğaya, çevreye, ekolojiye duyarlı insanlar için ne anlam ifade ettiğinden bahsedeceğim.
Bu sahtekârlık neden yapıldı?
İçinde yaşadığımız kapitalist sistemin üretiminde iki altın kural vardır; bunlardan ilki artı değer üretimidir ki bu bildiğimiz en geniş anlamda işçilerin emeğinin sömürüsü sonucu ortaya çıkan ve patronun gasp ettiği karşılığı ödenmemiş emektir. İkincisi ise pazarda rekabettir. Yani bu Volkswagen açısından şu demek oluyor, dünya çapında binlerce işçinin emeğini sömürerek ürettiği otomobilleri, başka işçileri sömüren rakiplerine göre daha fazla satmak, pastadan daha büyük bir dilim koparabilmek için rakipleriyle rekabet etmek zorunda. Kabul edilebilir emisyon değerlerini sağlamak, elbette hem araştırma alanında hem de üretim esnasında VW için üretilecek her araçta ekstra bir maliyet demek olacaktı. Söz konusu sahtekârlığın 11 milyon aracı kapsadığı söylendiğine göre bu devasa çapta üretimin tamamını düşündüğümüzde milyonlarca, hatta milyarlarca dolarlık bir ek maliyetten söz ediyoruz. Elbette maliyetteki böylesi bir artış, aracın pazardaki satış fiyatına da yansıyacak, VW’nin pazardaki rekabet gücünü olumsuz etkileyecekti. Aynı zamanda egzoz emisyonlarının düşük olduğu reklamını yaparak, “çevre dostu” insanlara da hitap ederek satışlarını arttırabilecekti. Özellikle 2008’deki krizden sonra hızlı bir büyüme göstererek rakiplerine fark atan VW’nin uyguladığı bu sahtekârlık bir yandan tekil bir durumu ifade etse de, otomotiv sektörünün genelinde böylesi vakaların yaşandığı bilinmekte. Yani aslında bu tip durumlar VW’nin sahtekârlığı ya da otomotiv sektörü ile sınırlı bir durum değil, mevcut üretim tarzının yansımaları.
Şikâyet öyle olmaz böyle olur(!)
Peki, bu skandal neden şimdi ortaya çıktı? Almanya’da faaliyet gösteren Alman Çevre Yardımı (Deutsche Umwelthilfe) isimli bir örgüt 2007 yılından bu yana Alman otomotiv tekellerinin emisyon kurallarına uymadığı yönünde hükümete başvuruda bulunmaktaydı. Ancak öyle gözüküyor ki Alman hükümeti bu konuda bir adım atmamayı tercih etmiş, kendi ekonomik büyümesine yüklü katkılarda bulunan VW ve diğer otomotiv tekellerini koruyup kollamayı tercih etmişti. Bu durum yıllarca devam etti. Ta ki Alman otomotiv devlerinin dünya pazarına açılmak üzere organize ettikleri 66. Uluslararası Otomotiv Fuarı Frankfurt’ta devam ederken EPA söz konusu skandalı gündeme getirene dek. Zamanlama tesadüf olamayacak kadar iyi gözüküyor değil mi? Bu skandalın uzun süredir rapor edilen bir durum olduğu halde böylesi bir zamanda ayyuka çıkması, dünya çapında süren ekonomik krizle ve kendi ekonomisindeki durgunlukla baş etmeye çalışan ABD’nin, kendi pazarına girmeye çalışan Alman tekellerine açık ve güçlü bir uyarısı gibi gözüküyor. Tekrar yazının başında bahsettiği kapitalizmin iki kanununu hatırlayalım. ABD’li ve Alman tekeller otomobilleri üreten işçileri sömürme konusunda ortaktırlar, ama iş rekabete gelince işte tam bu şekilde birbirlerinin gırtlağına sarılıverirler.
Devler savaşırken çimenler ezilir…
Peki, bu skandal, bizler yani o fabrikada çalışan işçiler, ya da içinde yaşadığı doğayı bunca yağma ve talanın içerisinde bir nebze daha fazla koruyabilmek için düşük emisyonlu otomobiller, A+ beyaz eşyalar satın almaya çalışan insanlar için ne ifade ediyor?
Birincisi milyarlarca dolar zarar eden ve hisseleri borsada önemli derecede değer kaybeden VW’nin her zaman olduğu gibi bu skandalda da işin faturasını işçilere ödeteceği kesin. Hatta bu durum başta Alman otomotiv firmaları olmak üzere tüm otomotiv sektörüne yansıyacaktır. Yaşanan zarar binlerce işçinin işten çıkarılması, haklarının gasp edilmesi, daha uzun saatler daha yoğun çalışma koşulları ve bu koşulların kabul edilmesi için oluşabilecek tüm tepkilerin şiddet de dâhil çeşitli yollarla bastırılması şeklinde olacaktır. Hatta üstüne bir de patronlar burada mağduru oynayacaktır. En az 301 işçinin öldürüldüğü Soma’daki katliamın ardından Soma Holding’in sahibinin oğlunun “En fazla biz mağdur olduk, biz tutuklanırsak hayatta kalan işçiler de işsiz kalır.” Diyerek mağduru oynaması, üstüne bir de işçileri ve ailelerini tehdit etmesi buna çok benzer bir durumdur.
İkincisi, kapitalizm iliklerine kadar çürümüş ve insanı ve insanlığa dair herşeyi çürüten bir sistemdir. VW’nin ya da herhangi bir otomotiv firmasının düşük emisyon değerlerine sahip araçları piyasaya sürmesi (böylesi bir sahtekarlık yapmamış olsalar dahi) çevreye, ekolojiye duydukları hassasiyetten değil, tam tersine insanların bu hassasiyetini kâra dönüştürme çabasındandır. Kapitalizmde “her şeyin bir fiyatı vardır.” cümlesi, bir yerden sonra “herkesin bir fiyatı vardır.” halini almaktadır. Tıpkı en temel insani ihtiyaçlardan biri olan eğitimin ya da sağlığın bir ticaret halini alıp bizlere satılıyor olması gibi. Yine bu skandalın ortaya çıkması ABD’nin çevreye dair büyük hassasiyetlerinden değil, tekeller arasındaki rekabetin bir sonucu olduğundan yukarıda bahsettik. Gerçekten böyle bir hassasiyetle yapılmış olsa, 2007’den beri sunulan raporların hasıraltı edilmesi nasıl açıklanabilir? İnsanların içinde yaşadıkları dünyaya karşı duydukları hassasiyet, doğayı koruma isteklerinin de kapitalizmde elbet bir fiyatı vardır. Son derece doğal ve insani olan bu istek piyasada belli bir fiyatı olan, satılabilir, pazarlanabilir bir metaa dönüşmüştür kapitalizmde. Bizler ise düşük emisyonlu otomobiller, enerji tüketimini düşüren A+ (buna daha da + eklenebilir) beyaz eşyalar alarak, kamu spotlarında bize nasihat edildiği üzere duşta suyu daha az kullanarak bu dev tekellerin bizlere allayıp pullayarak sunulan vicdan rahatlamasını satın alan potansiyel yolunacak kazlardan ibaretiz bu sistem için. Böylece her gün devasa miktarlarda zararlı gazın atmosfere salınmasından, derelerin siyanürle, HES’lerle talan edilmesinden, yani doğamızın bu denli alt üst oluşundan sorumlu şirketlerin suçu ise bu şekilde aklanmış, biz sıradan insanların üzerine yüklenmiş oluyor. Dünyamızı, yaşam alanlarımızı, doğamızı koruma refleksimiz böylece fiyatlandırılmış ve üzerinden kâr elde edilmiş, hem yaşanan ekonomik kayıpların, hem de doğaya verilen zararın faturası bizlere kesilmiş oluyor. Devasa firmalar savaşırken altta kalan çimenler dümdüz ediliyor.
Doğayı korumak, dünya ile uyum içerisinde ekolojik bir yaşam sürmek isteyen bir insan için bugün yapılması gereken en önemli şey tek başına kendi kapısının önünü temizlemek değil, dünyayı yaşanmaz haline getiren bu sistemi ortadan kaldırmaktır. Dünyamızı sürüklendiği bu sarmaldan kurtarmak için bundan başka da bir çare mevcut değildir. Fiyat biçtikleri insani değerlerimize sahip çıkmak, bu değerleri pazarlanabilir bir mal haline getirenlere karşı mücadele etmemiz gerekmektedir. Bundan daha geride kalan herşey kanserli bir vücuttaki ufak bir yaraya merhem sürmekten öteye geçemeyecektir. o
Ekin Erdem Evliya