1997 yılında gezegeni hızla yaklaşan küresel ısınma ve iklim değişikliği felaketinden ‘kurtarmak’ için bir araya gelen başlarını emperyalistlerin çektiği devletler, Kyoto Protokolü’nü imzaladı. Devamlılığını emeğin sömürüsünden ve ranttan sağlayanlar için elbette ekolojik denge adına bir adım atmak gibi bir dert yoktu. Anlaşmanın gündemi gerçekte ne gezegenimizin geleceği ne de küresel ısınmaydı. İhtiyaç fazlası üretim ve tüketimle, daha fazla rant adına ormanların talan edilmesi, derelerin kurutulmasıyla doğada geri dönüşü olmayan değişimleri yaratanların bizzat kendilerinden bu konuda gerçekçi ve çıkar barındırmayan bir çözüm çıkması fikri zaten fazlasıyla gerçek dışı olsa gerek. Kyoto Protokolü ve devamında gelen Kopenhag Zirvesi’yle birlikte karbon salınımını azaltma gündemi üzerinden karbon ticareti kavramı gündeme gelmiştir. Kendi ülkelerinde fosil yakıtlar, termik santraller, egzoz gazları gibi salınımı en fazla yaratan üretim ve tüketim biçimlerinden vazgeçmek istemeyen başını ABD, Rusya, Almanya gibi emperyalistlerin çektiği ülkeler karbon ticareti adı altında kendilerine yeni bir sermaye kapısı yaratmıştır. Havayı dahi metalaştırarak, sömürge ülkelerin salgıladıkları karbonlardan kendilerine milyar dolarlık para akışı sağlıyorlar.
Peki, emperyalistlerin sadece bu 12 günlük organizasyonu için 171 milyon dolar akıttığı COP21’i, bu kadar değerli yapan şey nedir?
İki madde üzerinden bunu anlatmak mümkündür.
Kapitalist-emperyalist sömürü düzeninin kendini ve tüm dünyayı yok etme seviyesine geldiği noktada, sistemin kendisine karşı oluşan direncin ve toplumsal muhalefetin, düzene uygun toplum inşasıyla bastırılması ve ömürlerini uzatma çabaları
“Yeşil kapitalizm” kisvesi ve karbon ticareti üzerinden dev tekellerin tüm rakiplerini ezerek ranta ve sömürüye devam etmesi
Son yüzyıl kapitalizmi, neoliberal politikalarla ne kadar vahşi olabileceğini ve devamlılığı için her türlü hileye, zorbalığa, katliama ve savaşa başvuracağını açıkça gösteriyor. Sistemin çürümüşlüğü ve pisliği artık öyle bir noktaya gelmiştir ki; doğaya, halklara verilen zarar dünyayı yok etme eşiğine ulaşmıştır. Bu noktada daha uzun soluklu sömürü için hem tüm üretim sürecini elinde toplamalı hem de bunu sağlayacak toplum inşası için gerekli zamanı kazanabilmeyi planlamaktadırlar. ‘Çevrecilik’ hareketinin içinin boşaltılıp ‘sen de çevre duyarlılığı göster ve Starbuck’s şubelerimizde selfieni yolla’ya kadar dönüştürülmeye çalışılmakta ve doğanın talanına karşı yükselen her türlü direnişi kırmaya yönelik hamleler teker teker toplumsal dinamiklere yedirilmektedir. Nitekim Anadolu ve Kürdistan dahil dünyadaki tüm ekoloji hareketleri “anti-terörizm ve türevi yasalar” adı altında bastırılmaya, sindirilmeye çalışılmakta, Greenpeace’in sponsorluğunu Shell gibi bir tekeller üstlenebilmektedir. TC devlet bakanının “Nükleere karşı çıkanlar da teröristtir.” açıklaması bu yürütülen talan sürecinin bir parçasıdır.
Son dönemlerde moda bir tabir olan ‘Yeşil kapitalizm’ söyleminin kendisi, ortada ne çapta bir yıkım ve tahribat olduğunu gösterir niteliktedir. Karbon salım kotası limitlerine uymayan üç ülke; ABD, Çin ve Hindistan, Avrupa emperyalistleri ile birlikte tek başlarına tüm dünyadaki karbon salınımının yüzde 62’sini üretmektedirler. Buna rağmen medya ve bu sözde anlaşmalarda insanlara ‘yeşil’ algısı yaratmakta ve sömürülerine daha şiddetli devam etmektedirler. Nükleer santrallerini 15-20 yıllık süreçte kapatma ve ‘temiz’ enerji üretimine geçme planlarını açıklayan Fransa ve Rusya özelinde olay incelenirse; bu devletlerin şirketleri diğer sömürge ülkelerde nükleer santral, termik santral, RES ve HES yapımına devam etmektedirler. Karbon salınım kota ticaretine girebilen sermayenin nasıl tüm yerel şirketleri un ufak ettiğini ve onları kendine bağladığını fark etmemek imkansızdır.
Bu durum sistemin ne kadar çürüdüğünü göstermektedir. Doğayı ve insan yaşamının öncüllüğünü temel aldığını iddia eden Fransa, COP21’e Paris’te ev sahipliği yapan Fransa, doğasının katledilmesine karşı HES yapımına direnen Remi Fraisse’i kendi polisiyle 21 yaşında katletmiştir.
Bizler, dünyada yürütülen bu sömürünün, savaşların, katliam projelerinin ve COP21 Paris zirvesinin ayrı olmadığını biliyoruz. Özellikle son süreçte yaşananlar ve emperyalistlerin refleksleri de bunu doğrulamaya devam etmektedir.
Dünyanın dört yanında bu sömürü düzenine karşı direnenlere selam olsun.
Selam olsun Ortadoğu’da Filistin’de emperyalistlerin kanlı oyunlarını bozanlarına.
Selam olsun Remi Fraisse’in onurlu direnişine.
Selam olsun Paris’te COP21’e direnenlere.