Derinliği kendinden menkul strateji uzmanı sentetik Başbakanımız, bazı açıklamalarında itiraflarda bulunuyor. Mesela, Ankara’da canlı bomba olan IŞİD üyelerini takip ettiklerini, ama eylem yapmadan onları tutuklayamadıklarını, çünkü bizde demokrasi olduğunu söyledi. Yalanın böylesi az bulunur. Ama iyice düşünürseniz, aslında bu kadar pervasız yalan söylemek demek, halkı “aptal” yerine koymak demektir. Bunu da çok sık yapıyorlar. Bugünlerde sentetik Başbakan, bir itirafta daha bulundu. Bir yandan, hendekler ve barikatlar olduğu için biz bu savaşı yapıyoruz diyen Başbakan, diğer yandan Kasım 2013’te, bu 12 ilçeyi belirlediklerini söyledi. İşte size itiraf. O zamanlar hendekler, barikatlar ortada yoktu. Tersine, barış masası duruyordu ve dönemin başbakanı Erdoğan, Kürt sorununu çözeceklerini söylüyordu. İşte ta o zaman, bir yandan görüşmeler sürerken, Davutoğlu’nun dediğine göre, devlet, bu saldırıları planlıyordu.
Doğrudur.
Bugün yaşanan savaş, devlet güçlerinin, ordunun, polisin kentleri kuşatması, abluka siyaseti, tank, top vb. ile saldırılar, aslında 2013’te planlanmış.
Barış süreci ise, büyük ölçüde bir oyalamaca idi. Görüşmeler sürerken, arka ceplerinde katliam planlarını saklıyorlardı.
İtiraftır ve dosta düşmana duyurulmalıdır.
Savaş ya da iç savaş, son derece şiddetlidir. Manzarayı, iyice ortaya koymak gerekir. Sentetik stratejik derinlikli başbakanımız, 12 Kürt kentini, hedef seçtiklerini söylüyor. Bugün, yani onun verdiği tarihten yaklaşık iki yıl sonra bugün, bu kentler, onbinlerce asker, onbinlerce polis tarafından sarıldı. Kentlerin sokaklarında TOMA’lar, akrepler, plakasız Ranger’lar dolaşmakla kalmıyor. Bu durumu, biraz olsun, İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan, Eskişehir’den biliyoruz. Dahası var. Tanklar, toplar sokaklardadır. Sokağa çıkma yasakları konuyor, toplarla evler bombalanıyor, obüs mermileri ile halka saldırılıyor, sokaklarda polis ve kontr-gerilla güçlerince yazılamalar yapılıyor. Çatılarda, yüksek rakımlı tepelerde, resmî binaların görüşe açık noktalarında keskin nişancılar, pencereden bakan, kapıyı aralayan çocukları avlıyorlar.
Diyarbakır sokaklarında devlet güçleri, her yere ateş açıyor. Sur ilçesinde tarih katlediliyor ve buna karşı duran Baro Başkanı öldürülüyor. Artık, devletin saldırıları açıktır, apaçıktır.
Bu manzaraya, suskun basın, bizim vurgumuzla karartma siyaseti eşlik ediyor. Doğan medyasının, Ertuğrul Özkök deyimi ile “fabrika ayarlarına dönmesi”, Ahmet Hakan’ın, savaş yanlısı ve milliyetçi kesilmesi boşuna değildir. Bu sadece Aydın Doğan ailesinin korkusu ile açıklanamaz. Tersine. Fox TV, nasıl bir anda rota değiştirdi, yoksa onlar da mı korktu?
Hayır, bu sadece korku meselesi değil.
Bu, aynı zamanda, dünya gericiliğinin ittifakıdır. Aydın Doğan, en büyük Erdoğan’cıdır, istese de istemese de. Fox TV en büyük Erdoğan destekçisidir.
İşte seçim sonuçları da böyle ortaya çıkmıştır.
Seçimlerin hileli olduğu açıktır ve bu konuda tüm kanallar kullanılarak gerçekler açıklanmalıdır. Seçimler artık geçti demek doğru değildir.
Seçim sonuçları, doğrudan ABD desteğinin ifadesidir. Ertuğrul Özkök’ün fabrika ayarlarını ABD’ye sormak gerekir. Ahmet Hakan’ın savaşçı kesilmesinin hikmeti, Erdoğan’a gelen, son anda gelen Amerikan desteğindendir.
ABD, bu desteğin karşılığında, daha şimdiden üç sonuç almıştır. Bizim görebildiğimiz, bize yansıyan üç sonuç, ilki Çin’le yapılan füze anlaşmasının iptal edilmesidir, ikincisi Rus uçağının düşürülerek Rusya’nın düşman ilan edilmesi, NATO’nun ve Batı’nın eski ayarlarına tam olarak dönülmesidir ve üçüncüsü İsrail ile “sorunların” çözülmesidir.
İşte size sentetik Başbakanımızın “stratejik derinliği”.
Dünya gericiliği, bugün, bir bütün olarak hareket etmektedir ve bu ittifak, 1 Kasım seçimlerinde kendini göstermiştir.
Bu gericilik, Suriye savaşında bir cephedir.
Ve bu gericilik, Kürtlere karşı yürütülen iç savaş ve katliam politikalarında da hep birlikte ittifak halindedir. Yoksa AB, Diyarbakır saldırılarından, 12 ilçede olup bitenden haberdar değil midir? Hani AB’nin insan hakları çıtası? Suriye’de PYD’ye yakınlaşmaya çalışıp PYD’yi kendi saflarında göstermeye çalışan ABD, Türkiye Kürdistanı’nda olup biteni, neden görmezlikten geliyor? Kürtlerin ilçelerinde ortaya çıkan abluka, TC devletinin, Erdoğan ve AK Parti’nin, dünya gericiliğini de arkalarına alarak, ortaklaşa yürüttükleri operasyondur.
Bu savaş, bir yandan, TC devletinin, Suriye ve Ortadoğu’da organize ettiği savaşın, bir koyup beş alma planlarının çökmesinin sonucu olarak, içeride Kürtleri sindirme isteğinin sonucudur, diğer yandan ise, bölgede süren savaşın bir devamıdır.
Her savaş, bir iç savaştır.
Ama burada, hem savaşın içe yansıması söz konusudur, hem de iç savaşın dışarıya yansıması söz konudur. TC devleti ve arkasındaki ABD, PKK’yi ve Kürt devrimini bastırmakta ortaktırlar, bunu başarabilirlerse, PYD yalnız kalacak düşüncesindedirler. Bu nedenle Barzani gelip gitmektedir. Öte yandan, Suriye’de TC devletinin tüm planlarının suya düşmesi, ABD’nin güç kaybetmesi nedeni ile, savaş, ülkemiz içine yansımaktadır ve bu açıdan daha yolun başında olduğumuz söylenebilir.
TC devleti, Suriye’de sıkıştıkça, konum kaybettikçe, Musul’a asker göndermek gibi “açılımlar” yapıyor ama ne yazık, bölge dengeleri buna izin vermiyor ve sahip, efendi, “bas geri” diye emir veriyor. Devlet adamlarımız ise, “biz birisi dedi diye çekilmiyoruz, yeniden tanzim ediyoruz” diyorlar. Bu sözler sentetik Başbakanımızın ağzından çıkınca, daha da komik oluyor.
Ve Suriye savaşında kaybedilen konumu düzeltmek için, Karabağ’da savaşı körüklüyor, birkaç kıvılcım çakıp Azerbaycan ve Ermenistan arasında var olan sorunu kaşımaya çalışıyor.
Bu da yetmezse, alın size Ukrayna. Devlet yetkililerimiz, hemen Ukrayna sorununu kaşıyor ve Rusya’yı bu yolla sıkıştırmaya çalışıyor.
Böylece, ABD açısından bulunmaz bir nimettir.
17-25 Aralık dosyaları ile feleği şaşmış bir yiyiciler çetesi, kendi geleceğini kurtarmak için her türlü çılgınlığı yapabilecek kapasitede bir grup, bölgeyi karıştırmak için ABD’nin elinde büyük bir karıştırıcı, büyük bir tetikçi görevini görebilmektedir. Evet bazan ABD, yani efendi, bu tetikçiye, hafif azarla “geri gel” demek zorunda kalmaktadır, ama bu kadar da oluyor işte.
Ve bu arada devlet, tüm gücünü kullanarak, bu kargaşa içinde, “kurt puslu havayı sever” sözüne uygun olarak, fırsattan istifade, Kürtlere büyük bir ders vermek istemektedir. Efkan Âlâ, “orada bir karma yaptılar” diyor. Ordu ve polis mi demek istiyor? Yoksa daha farklı bir “karma” mıdır? Kontr-gerilla, yeni İslamî eklentileri ile birlikte eski Ergenekoncuları da “karma” yaparak, içine biraz IŞİD koyarak, biraz polis, biraz jandarma, biraz özel harekât vb. koyarak, Kürtlere karşı bir abluka, bir yıkım savaşı yürütüyorlar. Hazır AB ve ABD, bir gerici ittifakın içinde kendilerini desteklemektedir ve Kürtlere karşı savaşa göz yumacaklardır. Değil mi ki bu AB ve ABD, bu özgür ve hür dünya, IŞİD’e kimyasal silâh verilmesine de göz yummakta beis görmemiştir.
İşte Kürt illerinde süren bu savaş, gerçekte, dünya gericiliğinin yürüttüğü, daha büyük bir savaşın parçasıdır. Onun için hem savaştır, hem iç savaştır.
Bu savaşın amacı, özelde Kürt devrimini bastırmaktır, ama bununla sınırlı değildir. Gezi Direnişi’nde ifadesini bulan, halkların uyanışını da bastırmak istemektedirler. Eskiye, Gezi öncesine dönüp, zehirli bir milliyetçilik ile, Kürt devrimine karşı yürütülen bu savaş karşısında ülke genelinde bir kabullenme sessizliğinin egemen olmasını sağlamaya çalışıyorlar. Bunu milliyetçiliğin zehiri ile hızla yapamıyorlar, çünkü o milliyetçilik duvarı, o milliyetçilik karanlığı Gezi Direnişi ile delinmiştir. Bunun tamiri zaman alacaktır. Bu nedenle, tüm basını susturmaya, denetim altına almaya, farklı seslerin çıkmasını önlemeye çalışıyorlar. Bu nedenle, Rusya’ya karşı bir savaş propagandası yürütmeye, böylece toplumu arkalarına almaya çalışıyorlar. Bu nedenle Rus uçağının düşürülmesi, ABD için Türkiye’yi NATO çizgisine oturtmak için ne kadar elzem ise, Erdoğan için de içeride her türlü muhalefeti bastırabilmek için o kadar elzemdir.
Daha bir yıl önce, ABD, AB ve bazı tekeller, Erdoğan’a verdikleri destekten dolayı özürler dilerlerken, bugün, tüm güçleri ile Erdoğan’ın politikalarının arkasına geçtiler ve Erdoğan’ı, her türlü karışıklık yaratmak için, savaş kundakçılığı için kullanmak istiyorlar.
Kuşku yok ki, bu savaş, birkaç günde, birkaç haftada bitecek bir savaş değildir. Bu savaş, büyük çaplı olarak sahneye konmaktadır ve kısa vadeli düşünülmüş değildir.
Bugün, bu savaşa karşı, her düzeyde, her açıdan tepkiyi geliştirmek gerekir. Bu savaşa karşı, halkların ortak direnişini, her yol ve araçla örmek gerekir. Bu hayatın her alanında direnişi örgütlemek ile eş anlamlıdır. Bu savaş, hayatın her alanında bir direnişle püskürtülebilir. Bu savaş halkların ortak direnişi ile geri püskürtülebilir.
Ve Kürdistan dışında süren büyük sessizliğe rağmen, bu mümkündür. Kuşku yok ki, Gezi günlerindeki gibi bir anda milyonlarca insanı protestolarda yanımızda bulamayacağız. Ama bu o kadar da uzak bir ihtimal değildir. Biz devrimciler, ısrarla, mücadele ve direnişimizi sürdürmek durumundayız. Her okulda, her mahallede, her fabrikada, direnişimizi örgütlemeliyiz. Telâş ile hızlanamayız, sakin, kararlı ve inançlı bir biçimde direnişi sürekli kılmalı, örgütlemeliyiz. o