“Kendi devletinizin işlediği
suçlara ortak olmayın!”[2]
“Eski” ölürken; yeni eşikte ve gelmekteyken; Ortadoğu bir çağ dönümünü yaşıyor.
Bu sadece benim görüşüm, kestirimim değil. Siyasal yelpazenin farklı konumlarında olanlar da benzer ya da paralel saptamaları dillendiriyorlar.
Örneğin Prof. Dr. İlber Ortaylı, “Ortadoğu kazanı kaynamaya devam edecek”;[3] Fatih Yaşlı, “Bir bölgesel savaşa doğru mu gidiliyor? Buna kesin bir yanıt vermek imkânsız olsa da, suların ısındığı rahatlıkla gözlemlenebiliyor,”[4] derlerken; “Suriye’de siyasal İslâmcılığın çıkardığı vekâlet savaşı felaketinin adı çoktandır ‘ölüm-kalım savaşı’dır,”[5] vurgusuyla ekliyor Ceyda Karan: “Ortadoğu’da çıkarılan yangın öyle böyle değil. Hayatları harman gibi savuruyor. Kuşakları derinden etkileyecek bir döneme girdik!”[6]
Bu dönemin ilk verisi Yaman Törüner’in, “Ortadoğu’nun önemli sorunlarından biri sınırlarının cetvelle çizilmiş olması ve hangi bölümünün kime ait olduğunun tam olarak bilinememesidir,”[7] notunu düştüğü 100. yıllık Sykes-Picot statükosunun delik deşik olarak geçersizleşmesidir.
Görülmesi gerek “1917’de Sykes Picot ile sınırları suni biçimde çizdiler. 1920’de San Remo ile hayata geçirdiler. Dünyada üç kırılma var. Birincisi Fransız İhtilali. Ulus devlet ve laikliği getirerek imparatorlukları yıkmıştır…
Birinci Dünya Savaşı da ikinci kırılmadır. Orada mikro milliyetçilik ön plana gelmiş ve Avrupa 40-50 devlete kadar çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı ise bir kırılma değildir, birincinin sonucudur. Birinci kırılmada Osmanlı yıkıldı. İkinci kırılmada TC kuruldu. SSCB’nin çöküşünden, küreselleşmenin gelişmesinden bu yana dünyadaki tüm koşullara baktığınızda şimdi üçüncü kırılmayı yaşıyoruz…
Üçüncü dünya savaşı bir boyutu ile başlamıştır. Sömürgecilik hiç bitmemiştir. Yeni dünya koşullarında şekil değiştirmiştir. Şimdi ilk defa dünyadaki gelişmelerle birlikte refah toplumları farklı bir boyut kazandı. Batı geriliyor ve ne yapacağını bilemez hâlde kıvranıyor. Dolayısıyla dünyada yeni bir düzenle birlikte yeni bir gelecek ortaya çıkmaya başladı. Bu gelecek yavaş yavaş şekilleniyor. Ve hâlihazırda üçüncü kırılma yaşanıyor.”[8]
- I) ORTADOĞU’NUN BUGÜNÜ
Şükran Soner’in, “Suriye odaklı 3. dünya savaşı,”[9] uyarısını dillendirdiği güzergâh, bir yeniden paylaşım tablosudur!
Çünkü ulaşılan koordinatlarda Münih’teki 52. Güvenlik Konferansı’nda konuşan Rusya Başbakanı Dmitriy Medvedev, Moskova-NATO ilişkilerinin “yeni bir Soğuk Savaş seviyesine” ulaştığını -açık açık!- söylüyor.[10]
Gerçekten de Suriye artık Suriye değil; hatta bir adım daha atarsak Ortadoğu artık Ortadoğu değil; Suriye de, Ortadoğu da III. Büyük Bunalım dünyasındaki yeniden yapılanmanın simgesel kapışma odaklarıdır!
Kolay mı? Oncasının ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, ülkesinin Suriye krizini bitirmek için “eninde sonunda” Devlet Başkanı Beşar Esad’la müzakere etmek zorunda olduğunu söylediği[11] tabloda ilk anımsanması gereken: “ABD, çıkarını savunanın arkasında durur”[12] gerçeğinin yinelenmesidir!
Emperyalist çıkarlarının ardında ısrarla ve çok net biçimde duran ABD ve Batılıların politikaları, bugün Ortadoğu’yu klasik emperyal böl-ve-yönet kalıbına sürükleyecek biçimde büyük bir yangının içindedir. Amerikan güçleri Suriye’de bir isyancı grubunu desteklerken diğerini bombalamakta ve bir yandan Suudi Arabistan’ın Yemen’deki İran destekli Husi güçlerine karşı askeri girişimlerini desteklerken, diğer yandan Irak’ta IŞİD’e karşı İran ile etkili ortak askeri operasyonları arttırmaktadır. Ancak ABD politikaları genellikle kafası karışık da olsa, yine de zayıf, parçalanmış bir Irak ve Suriye, bu türden bir yaklaşıma her anlamda uymaktadır. Açık olan ise IŞİD ve canavarlıklarının, onu ilk başta Irak ve Suriye’ye getiren ya da açık ve gizli savaş çıkarma çabalarıyla yıllar geçtikçe güçlendiren aynı güçler eliyle yenilemeyeceğidir. Ortadoğu’daki sonu gelmeyen askeri müdahaleler sadece yıkım ve bölünme getirmiştir.[13]
ABD’nin konum ve işlevi buyken; Rusya’nınki de farksızdır!
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, “Teröristlerle baş etmenin tek yolu önleyici hamlelerde bulunmaktır,”[14] demesi ve Rusya Donanma Komutanı Amiral Viktor Çirkov’un, Suriye’deki gelişmeleri gözönüne alarak ülkesinin çıkarlarının savunulması için Akdeniz’de bundan sonra daimi olarak 5-6 savaş gemisi bulunduracaklarını açıklamasının ardından[15] Rusya Ortadoğu’da başaktörlüğe soyundu.
Böylelikle de “Suriye krizinde en kazançlı çıkan aktör Putin oldu. Kriz sayesinde Rus devlet başkanı, Soğuk Savaş yıllarından bu yana mevzi yitirdiği Akdeniz ve Ortadoğu’ya savaş gemileri ve tam gaz diplomasiyle geri dönüş yaptı.”[16]
Bu da Patrick Cockburn’un ifadesiyle, “Moskova’nın 20 küsur yıl sonra nüfuzunun en yüksek noktaya ulaştığının ve yeniden büyük güç olarak sözünün geçtiğinin göstergesi. Rusya’nın büyük güç statüsüne geri döndüğü bir süredir gözle görülür hâle gelmişti. Ortadoğulu bir lider, üst düzey bir Amerikalı generale ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale planlarını sorduğunda, geçmişe kıyasla manzaranın değiştiği, zira büyük oyuncu olarak ‘Rusya’nın geri döndüğü’ yanıtını almıştı.”[17]
Görüldüğü üzere: “Gelişmeler, Rusya’nın artık karmaşık Ortadoğu denkleminde yeni bir dinamik oluşturduğunu ve bölgedeki güç dengesine yeni bir şekil verdiğini gösteriyor.”[18]
Ortadoğu “satranç tahtası”nda, Rusya hamlesinin zamanlaması “mükemmel”, kimi analistlere göreyse, ABD hazırlıksız yakalandı…[19] Tabii “satranç tahtası” metaforunun tek kusuru, yaşamını yitiren, yaralanan, sakat kalan, evleri-barkları yıkılan, yurtlarından olan, Ege sularında boğulan… yüzbinlerce, milyonlarca Suriyeli’ydi..
Ve T.“C”!
“Büyük güç olma hayalleri buraya kadarmış” diye yazan ‘The Financial Times’ın, “Türkiye’nin Ortadoğu’yla ilgili hayallerinin de buhar olup uçtuğu”na dikkat çektiği[20] tabloda taşların yerinden oynamasına paralel olarak, düzen getirme çabaları da yoğunlaşırken; AKP Türkiyesi’nin liderliği Osmanlı mirasının aslında bir avantaj değil bir yük olduğunu bir türlü anlayamadığı için, tüm bu gelişmeler içinde bölgede liderlik etme hayalinin hızla yok olması karşısında ne yapacağını bilemiyor. Dış politikası tam anlamıyla iflas etmiş durumda![21]
Bu aynı zamanda, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Abdullahiyan, Suriye yönetiminin devrilmesine izin vermeyeceklerini söyleyip Türkiye’yi bölgede “Yeni Osmanlıcılık” peşinde olmakla suçladığı[22] AKP patentli neo-Osmanlıcı abartıların da nihayetine (ve rezaletine![23]) denk düşüyor.
Siz bakmayın AKP milletvekili aday adayı Ömer Sayın’ın, “İslâm dünyasının beklediği tek bir ülke var. Hilafet Türkiye’den batmıştır, tekrar Türkiye’de ayağa kalkacak. Bütün İslâm âlemine, bütün ümmeti Muhammed’e tekrar abilik yapacaktır,” demesine[24] ya da benzeri zırvalara![25]
“Stratejik Derinlikten Stratejik Saçmalıklara” yönelen T.“C”, komşularla “sıfır sorun” diye başlayıp siyasal İslâmın jeopolitik “uzmanı” yazarlardan birinin ifadeleriyle “Suriye ile adeta savaş hâlindeyiz. İran’la eski dostluk bitti. Irak merkezi hükümetiyle ilişkiler son derece kötü. Mısır’da Türkiye’ye en yakın hükümet askeri darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı. S. Arabistan ve Katar’la ilişkiler her zaman kaygan ve belirsiz olacak. ABD ile ilişkiler sorunlu. Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğu ile sorun yaşıyoruz vs,” durumuna geldi.[26]
AKP’nin bu hâli entropik bir özellik taşıyor. “Entropi”, öngörülebilirlik yokluğu; düzensizliğe, kaosa düşme eğilimi olarak tanımlanabilir. Entropi tek yönlüdür… Bölgedeki tüm politikaları ters tepmiş bir AKP liderliği, kendi entropisi hızlanırken, entropisi hızla artan çok taraflı bir sürece dalmaya niyetleniyor… Bölge, içinde AKP Türkiye’si, birlikte kaosa doğru ilerliyor![27]
AKP Türkiye’yi Ortadoğu’nun lideri yapacaktı! Ama o proje çöktü. AKP dış politikası tamamen iflas etti. AKP, şimdilerde, iktidarını korumaya yönelik yeni bir enerji yaratma umuduyla, Ortadoğu’nun en yeni lider adayı Suudi Krallığı’nın, modern anlamda devlet oluğu bile şüpheli “şeyin” peşine takılıyor. Suudi Arabistan’ın da hiç şansı yok. Türkiye’yi de peşinde bir bataklığa sürükleme olasılığı ise çok yüksek.[28]
Çünkü AKP Türkiye’si bölgeye yönelik projelerini destekleyecek ekonomik mali kaynaklardan yoksundur. Osmanlı İmparatorluğu’nun bölge halkının zihninde bıraktığı izler stratejik derinlik kaynağı değil, tam aksine aşılması olanaksız güven sorunlarının kaynağıdır. AKP’nin sunduğu sözde demokratik modelin cilası döküldü, altından otokratik bir tek adam rejimi hevesi çıktı.
Kısacası AKP Türkiye’sinin bölgede etkili olabilecek bir “yumuşak gücü” yok. AKP’nin Suriye’de izlediği mezhepçi yaklaşım, tam anlamıyla geri tepen bir silah oldu, cihatçı gruplara sağladığı destek elinde patlamak üzere.
AKP Türkiye’si tam bu durumun içinde, Suriye’de oluşan, uluslararası topluluğun desteğini de alan Kürt realitesi ile, hem sınır güvenliğine hem ülkesindeki iç barışa olumlu katkı yapacak bir ilişki kurmak yerine, “sert güç” kullanmak üzere Suriye’ye girmekten söz ediyor. Suriye’nin çoktan Türkiye’ye girdiğini anlayamayan AKP liderliği, adeta ölümden korkarak intihar etmeyi planlayan insanlara benziyordu.[29]
Çünkü AKP’nin üzerine büyük hayaller kurduğu “Arap Baharı” bahar değil, düzensiz, örgütsüz, kendiliğinden bir patlamaydı. AKP Türkiye’si ise bu yeni isyanlar ortamında, Batı’nın bölgedeki etkisini güvenceye alacak bir ılımlı İslâm “fantezisi”ne sarıldı… Fantezi diyorum, çünkü o sıralarda, Türkiye’de siyasal İslâm, çeşitli uzlaşmalarla iktidarını konsolide ettikten sonra rejimi tek adam yönetiminde totaliter bir biçime doğru değiştirmek için hamle yapıyor, Ortadoğu’da, İsrail düşmanlığı ve Sünnî İslâm üzerinden hegemonya kurmaya, “düzen getiren dünya gücü” olmaya soyunuyordu. Ancak yıllar sonra, bir türlü devrilmeyen Esad rejimi, İsrail ve Mısır’la ilişkilerin aldığı biçim, AKP rejiminin gerçek yüzünü ortaya koyan Gezi Olayı, 17 Aralık skandalı, Kobanê savaşı, ülkeye çok farklı bir iklim getirdi; Fantezi nihayete erdi; AKP’de aslına rücu etti…
Ortadoğu’ya gelince: AKP lider olamadı, “sıfır sorun” derken Arap ülkelerinde Osmanlı anılarını uyandırdı, yalnızlaştı, hatta Arap Birliği Sekreteri tarafından Arapların işine karışmakla suçlandı. AKP, Mısır’ın içişlerine karışacak kadar Müslüman Kardeşler’e angaje oldu. Suriye bağlamında, ülkesini radikallerin geçiş alanı hâline getirdi, IŞİD riskine açtı.[30]
Evet Hakan Güneş’in, “AKP bir Sünnîstan hayal ediyor,”[31] saptamasındaki Erdoğan liderliğinin AKP’sine, “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi pek sınırlayıcı geliyordu. “Türkiye, bölgede lider, istikrar getiren dünya gücü olmalıydı. Olamadı. Şimdi daha büyük düşünmek gerekiyor: Dünya devleti olamadık. Dünya savaşı çıkaran devlet olalım,” diyordu…
Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere bugün, Türkiye’de parlamenter düzende hükümette olmakla yetinemeyen, tek liderli, totaliter bir rejim kurmak isteyen Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırma hayaline kapılmış bir kadro var. Bu kadro, devletin tarihine, geleneğine stratejik derinlik, liderine de “tanrısal iradenin yansıması” gibi mistik-fantastik özellikler atfediyorken;[32] Ergin Yıldızoğlu, “Türkiye Ortadoğu’da kurtlar sofrasına oturmak isterken kurtlar sofrasında menüye eklendi” vurgusuyla ekliyor: “AKP Türkiyesi, Ortadoğu’nun lideri olamadı, “Kurtlar sofrasına” oturamadı, Suriye’ye giremedi ama, Ortadoğu’da Suudi gericiliğinin etkisi altına girdi, Kurtlar sofrasında menüye eklendi ve nihayet Suriye, kaosu Türkiye’ye girdi.”[33]
- II) AKP T.“C”SİNİN KONUMU VE İCRAATLARI
Nuray Mert’in, “Savaşa mı giriyoruz? Savaşı bilmem, ama zaten bir büyük belanın içine çoktan girmiş vaziyetteyiz!”[34] saptamasını dillendirdiği yönelişe ilişkin olarak, emekli büyükelçi Ünal Çeviköz, “Yeni soğuk savaşta Türkiye cephe ülkesi olmaya aday,”[35] notunu düştüğü hâle dair Umur Talu da ekliyor: “Stratejik derinlik… Onca masum insanın paramparça uzandığı mezarlığın tarihi adı oldu! Trajik derinlik… Ve kahredici bir çukur!”[36]
Gerçekten de Sami Kohen gibilerinin, “IŞİD ile ilgili gelişmeler Türkiye için bir yandan ciddi sıkıntılara ve risklere yol açarken, diğer yandan bölgede oynamak istediği rol bağlamında bazı yeni fırsatlar yaratıyor,”[37] türünden ucuzluklarına yaslanan reel-politiker AKP pragmatizminin, Ortadoğu’daki neo-Osmanlı Sünnîstan hayali, onları kahredici bir utanç çukurunun dibine mahkûm etti!
Sağır Sultan’ın bile malumu olup, herkesin bildiği örneklerden kimilerini hızla sıralarsak:
- i) Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “IŞİD, terörize bir yapı gibi görünebilir ama reaksiyon olarak doğdu,”[38]dedi![39]
- ii) Akçakale’de sınırı geçip Türkiye’ye kaçmaya çalışan IŞİD militanları 16 Haziran 2015’te Türk askeri tarafından gözaltına alınmıştı. Elleri duvara yaslanarak aranan 5 IŞİD’linin olayı gülümseyerek karşılaması dikkat çekmişti.
‘Bild’in haberinde, 100 sayfadan oluştuğunu belirttiği raporda, “IŞİD’in Türkiye’nin güneyinde nasıl aleni biçimde yeni üyeler kazandıklarını ve polis ve asker engeline takılmadan bunları nasıl Suriye’ye geçirdiklerinin” MİT raporuyla belgelendiği belirtildi.
Gazetenin “IŞİD katilleri ve Türkiye’deki terör ağına karşı işlem yapmak için Türk hükümetine yönelik bir imdat çığlığı” olarak nitelendirdiği raporda “18 aydır sadece seyrediyoruz. Artık müdahale etmeliyiz” ifadelerinin yer aldığı ileri sürüldü. Habere göre MİT raporunda şu tespitler yer aldı:
Hepsi yurtdışından olmak üzere günde 50 IŞİD taraftarı G. Antep Havalimanı’na iniyor. Hatta gelen teröristleri Hatay sınır istasyonuna götürmek için bir Shuttle-otobüs servisi oluşturuldu…
IŞİD, G. Antep-Kilis arasındaki önemli geçitleri kontrol ediyor. Sınır bölgesinde, sınırı geçmek isteyen 10 Suriyeli ve Çin’den gelen 45 Uygur durduruldu. Buradaki görevliler bu kişilerin IŞİD için bir destek malzemesi olduğunu biliyordu. Fakat pasaport kontrolü ve polis müdürü ile yapılan bir telefondan sonra kişiler yoluna devam ettiler…
IŞİD, teröristlerini Suriye’deki savaşa göndermek için Türkiye’de tedavi ettiriyor. Bunun için Reyhanlı’da kendi hastanesini kurdu…
Sokaklarda açıkça bağışlar için tezgâhlar açıyorlar. Haziran sonunda bir olay yaşandı. Bir esnaf sesli biçimde şu şekilde şikâyetçi olmuş: “Siz insan değilsiniz. Ben sizin İslâmınıza inanmıyorum.” Bunun üzerine IŞİD adamları takviyeler çağırmış ve esnafın kellesini kesmişler. Olay bir alacak-verecek kavgası diye nitelenip kapatıldı…
İddiaya göre Mardin’de 8 aile haziran başında çocuklarını IŞİD’in adamlarına teslim etti. 13 ila 17 yaşlarındaki çocuklara önce tecavüz edildi ve bu görüntüler kaydedildi. Sonra da şantaj için kullanıldı. Ailelerine ise zararın karşılığı olarak 3 bin dolara kadar paralar verildi. Dört haftalık ‘terör eğitiminden’ sonra çocuklar sınır üzerinden Suriye’ye götürüldüler…
IŞİD, Twitter ve Facebook üzerinden binlerce taraftar kazanıyor. İnternet sayfaları G. Antep’te bulunan ve resmi olarak kamu yararına çalışan dernekler üzerinden işletiliyor. IŞİD, internette çok aktif. Sayfalarında ‘like’ veya ‘retweet’ yapıldığında, kurbanlarla irtibata geçiliyor.
Örgüt Ankara, Adıyaman, Eskişehir, İzmir, Konya, Ş. Urfa, Hatay’da silah depoları oluşturdu. IŞİD şefi Bağdadi Türkiye’de cihat ilan ettiğinde, bunlarla suikastlar gerçekleştirilecek. IŞİD, çok güçlendi ve biz onu artık kontrol altında tutamıyoruz”![40]
iii) Columbia Üniversitesi’nden sosyal bilimci Hamid Dabaşi, Rojava projesiyle savaştığı sürece Türkiye’nin IŞİD’den memnun olduğunu,[41] IŞİD sayesinde güvenlik devleti söylemlerinin yeniden ısıtıldığını söylüyor![42]
- iv) ‘The Guardian’ın Ortadoğu muhabiri Martin Chulov, “IŞİD’i AKP büyüttü,” dedi![43]
- v) 25 Haziran 2015’de IŞİD çetelerinin Kobanê’ye düzenlediği saldırıdan sağ yakalanan IŞİD üyesi Yasin Ebdileziz Egumu, Türkiye-IŞİD ilişkilerine ilişkin önemli itiraflarda bulundu. IŞİD’ci Egumu, “Katliamı yapan bir grubumuz Türkiye’den girdi. Tüm lojistiğimizi Türkiye’den karşılıyorduk,” dedi![44]
- vi) Eski İngiltere parlamentosu üyesi George Galloway, Avrupa Birliği’ne üyelik peşinde koşan Türk hükümetinin bölgede Batı için paralı asker gibi çalışmakta yetenekli olduğunu ve Batı’nın daha önce Libya’da kullandığı gibi Suriye’de yaşanan olaylarda da Türkiye’yi arena olarak kullandığını söyledi![45]
vii) Almanya’da Sol Parti, hükümetin Türkiye’ye sattığı silahların Suriye’de İslâmcı gruplara gittiği iddiasıyla parlamentoya soru önergesi verdi![46]
viii) ‘The Independent’, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın, aralarında El Kaide bağlantılı örgütlerin de bulunduğu Suriyeli çeteleri desteklediklerini ve bu durumun Batılı hükümetleri endişelendirdiğini belirtildi![47] ABD’nin yıllık ‘Terörizm Ülkeler Raporu’ da, Türkiye’nin yabancı savaşçılar için “ana yol” olduğunun altını çizdi![48]
- ix) ‘The New York Times’, Ş. Urfa’nın Akçakale ilçesinden IŞİD’in kontrolünde bulunan Tel Abyad’a taşınan gübrelerin bomba yapımında kullanıldığını iddia etti![49]
- x) ‘The Telegraph’, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) komutanlarının savaş ağalarına dönüştüğünü yazdı. Gazeteye göre birliklerin yüzde 85’i rüşvet, haraç ve kaçakçılıkla para kırıyor![50]
- xi) ‘Turizm Taşımacıları ve Butik Otel İşletmecileri Derneği’ Başkanı Hüseyin Ülger, “Suriye’deki iç savaşın başlamasından bu yana Türkiye’den çalınarak bu ülkeye sokulan yaklaşık 5 bin aracın piyasa değeri yaklaşık 250 milyon dolar” dedi… ÖSO’nun, otomobil hırsızlarının, Türkiye’den kaçırdıkları ve Suriye’ye götürerek sattıkları lüks araçların gelirinden de pay aldığı ortaya çıktı. Türkiye’den kaçırılan Porsche Cayenne model araçlar 40 bin, Range Rover’lar 30 bin, BMW X5 model araçlar 35 bin, E 250 model Mercedes 35 bin, C 180 model Mercedes 20 bin dolara Suriye’deki pazarlarda müşteri buluyor![51]
xii) İsrail’in Suriye yönetimine karşı savaşan ÖSO ile ilişkileri ilerlettiği haberleri gelirken, İsrail’in Sayeret Matkal adlı seçkin komando birliğinin uzun bir süredir Halep’te olduğu ileri sürüldü![52]
xiii) IŞİD Ortadoğu’nun kadim halklarından Êzîdîlerin ardından Süryanîleri de hedef alırken eleştiri okları yine Türkiye’ye yöneldi. Suriye’nin Kürt bölgesindeki Haseke’de IŞİD’in rehin aldığı Süryanîlerin sayısının 150’yi bulabileceği, 1000 Süryanî ailenin de kaçmak zorunda kaldığı belirtilirken, Suriye Katolik Kilisesi’nin Haseke-Nisibi Başpiskoposu Jacques Behnan Hindo Ankara’ya sert çıkarak, Türkiye’nin Hıristiyanları katleden cihatçıları sınırdan geçirirken Hıristiyanların geçişini engellediğini söyledi![53]
xiv) Türkiye, 2012’den bu yana kucak açtığı Suriye muhalefetinin önde gelen 13 ismine, 3 yıldır bekledikleri Türk vatandaşlığını verdi. Bu isimler arasında Ahmet Tuma’nın yanı sıra Samir Nashar, Khaled Alsaleh, George Sabra, Ahmed Ramadan, Faruk Tayfour, Nathir Al Hâkim de bulunuyor. Hıristiyan olan George Sabra dışındaki isimlerin ortak özelliğini ise Müslüman Kardeşler’e (İhvan) yakınlıklarıyla tanınmaları oluşturuyor![54]
- xv) Suriye’nin ticaret merkezi olan Halep’te, muhaliflerin kontrolündeki bölgelerin idaresini sağlayan Halep Kenti Yerel Konseyi’nin emri ile muhaliflere ait kuruluşlar, çalışanlarına maaşlarını Suriye Poundu yerine Türk Lirası (TL) ile ödemeye başladı. El Cezire ve Gulf News’in haberlerine göre; Halep Şeriat Mahkemesi, Halep’in Özgür Avukatları örgütü ve Medya Çalışanları Sendikası’nın da aralarında bulunduğu birçok kurum TL kullanmaya başladı. Türk Lirası hâlihazırda dolar ile beraber Halep’teki marketlerde kabul ediliyordu. Yerel Konsey, Türk Lirası kullanımının hem istikrarı sayesinde halka yardımcı olacağını, hem de Suriye ekonomisinin çökmesine yardım edeceğini umuyor. El Cezire’ye konuşan Şeriat Mahkemesi’nden bir yetkili, “Şeriat Mahkemesi, TL kullanma kararını diğer kurumlar gibi hoş karşıladı. İnsanlar TL ile maaş almaktan memnun” dedi. ‘Gulf News’e göre, Halep’in yanı sıra İdlib, Hama ve Humus’ta da muhaliflerin kontrolünde bulunan bölgelerde TL’ye geçilmesi için çalışmalar yapmak üzere “Kuru Değiştirme Komitesi” adlı bir birim kuruldu. Komitenin üyelerinden Ammar Sakar, bu bölgelerdeki muhalif grupların TL’ye geçme planı konusunda mutabık olduklarını belirtti![55]
xvi) Suriye, Halep kentinde bin kadar fabrikayı yağmalayan isyancıların, buralardan aldıkları malları AKP hükümetinin desteğiyle Türkiye’ye getirdiklerini öne sürerek, BM’den Türkiye’yi kınamasını istedi. Suriye Dışişleri Bakanlığı, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun ve Güvenlik Konseyi’ne hitaben yazdığı mektupta, “Halep kentinde bin kadar fabrikanın yağmalandığı ve çalınan malların Türk hükümetinin yardım ve bilgisi dahilinde Türkiye’ye transfer edildiği” iddiasında bulundu![56]
xvii) Suriye Dışişleri Bakanlığı, Halep kentindeki bin fabrikanın Türkiye’ye kaçırıldığını öne sürdü. Bakanlık, BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı ve BM Genel Sekreteri’ne gönderilen iki mektupta, Türk hükümetinin bilgisi dahilinde yapıldığı belirtilen “hırsızlık”, “korsanlıkla eşdeğer yasadışı bir eylem” olarak nitelendirildi![57]
xviii) Türkiye’nin Suriye’deki IŞİD ve El Kaide gibi cihatçı gruplara silah ve mühimmat desteği verdiği iddialarının odak noktasındaki MİT TIR’ları skandallarının ilki 1 Ocak 2014’te Hatay Kırıkhan’da yaşandı. MİT’e ait olduğu ortaya çıkan ancak arama yapılması hükümet girişimiyle engellendiği için içlerinde ne olduğu belirlenemeyen TIR’lar, dönemin Hatay Valisi Celalettin Lekesiz’in yazılı talimatıyla yollarına devam etti…
MİT’in Suriye’deki faaliyetleri ile ilgili en önemli ipucu 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden önce YouTube’a yüklenen bir ses kaydı oldu. Ses kaydında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ferdidun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in “ortam dinlemesi” yoluyla elde edilen Suriye’ye ilişkin konuşmaları yer alıyordu. Ses kaydında Hakan Fidan “2 bine yakın TIR malzeme gönderdik” ve “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırır savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine’de saldırtırız” diyordu![58]
xix) BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Valerie Amos, Hatay’da durdurulan ve silah yüklü olduğu öne sürülen TIR’la ile ilgili yaptığı açıklamada “BM olarak sınırı geçecek tüm yardım TIR’larının gümrük kontrolünden geçmesini istiyoruz,” diye konuştu![59]
- xx) ‘The Times’, Türkiye’nin IŞİD militanlarının elinde tutulan 49 kişinin serbest bırakılması için örgütle müzakere ettiği ve bu müzakereler sonucunda aralarında iki İngiliz vatandaşının da bulunduğu 180 IŞİD militanını serbest bıraktığını yazdı![60]
xxi) Rusya vatandaşı olan radikal İslâmcı Çeçenlerin, Suriye’deki silahlı muhalif gruplara katılmak için Türkiye’ye turist olarak geldikleri sonra da Hatay üzerinden Suriye’ye geçtikleri anlaşıldı. Bu trafik, söz konusu kişilerin ailelerinin Türkiye’deki Rusya Federasyonu başkonsolosluklarına yaptıkları “kayıp” başvurusu sayısının giderek artması üzerine ortaya çıktı![61]
xxii) ‘Die Welt’ gazetesi, Arapların dışında IŞİD’e en çok Türklerin katıldığını ve Türklerin örgütün yüzde 10’unu oluşturduğunu açıkladı… Avrupa ülkelerinin istihbarat birimlerine göre, Avrupa’dan yaklaşık bin 200 kişinin Türkiye üzerinden Suriye’ye geçerek IŞİD saflarına katıldığı belirtilen haberde, militanların savaştıktan sonra yine Türkiye üzerinden Avrupa’ya geri döndüğü belirtti![62]
xxiii) ‘Der Spiegel’ dergisi, farklı kaynakların verilerini toplayarak, dünyanın çeşitli bölgelerinden Suriye ve Irak’a giderek IŞİD’e katılan militanların sayısını aktüalize etmiş. Buna göre Türkiye’den gidenlerin sayısı 1000, Almanya’dan gidenlerin sayısı 550 görünüyor. Bu, “tespit edilen kişilerin rakamı” olarak veriliyor, yani işin bir de tespit edilemeyen kısmı söz konusu![63]
xxiv) İstihbarat raporlarına göre, Suriye’de Esad’a karşı savaşan örgütlerin içinde ayda bin 500 dolar maaş alan 500 Türk savaşçı var![64]
xxv) Başta Adıyaman olmak üzere Bingöl, Batman, Urfa, Diyarbakır ve Bitlis’teki gençlerin savaşmak üzere Suriye’ye götürüldüğü ortaya çıktı![65] G. Antep’ten altı bin kişi IŞİD’e katılmıştı. Kobanê hayatımızın içine girmeden çok önceleri, IŞİD sınır kentlerimizde özellikle de Gaziantep’te hücreler kurup işe koyulmuştu. Uçan kuştan haberi olan MİT’in bu örgütlenmeden haberi olmaması imkânsızdı![66]
xxvi) Türkiye’nin en çok “aranan teröristler” listesinin “kırmızı” kategorisinde yer alan IŞİD’in sınır emiri “Ebubekir” kod adlı İlhami Balı’nın Ankara’da açılan 27 kişilik IŞİD davasındaki 400 sayfalık telefon dinleme tutanaklarının tapeleri, Balı’nın Türkiye-Suriye sınırından çok rahatlıkla militan ve malzeme soktuğunu ortaya koydu. Türkiye’deki adamlarını 2500 dolar maaşa bağladığı anlaşılan İlhami Balı, Türkiye’ye sokturduğu IŞİD militanlarını Türkiye’deki özel hastanelerde para karşılığında tedavi ettirdiği tespit edildi![67]
xxvii) AKP iktidarının Esad’ı devirmek hırsıyla cihatçılara verdiği destek IŞİD’i Ankara’nın göbeğinde üs kuracak noktaya getirdi, Türkiye’yi “cihada açılan kapı” yaptı… IŞİD militanlarına yönelik en önemli destek IŞİD’in örgütlenmesine ve propagandasına serbestlik tanımak ve sınır geçişlerinde izin vermekti. IŞİD için İstanbul, G. Antep, Düzce ve Adapazarı gibi yerlerin teröristlerin toplanma noktaları hâline geldiği iddiaları sıkça dile getirildi. IŞİD, eğitim ve toplanma açısından o kadar rahattı ki, eğitimler sırasında çekilen videolar kendilerine yakın sitelere yükleniyordu. Bu videolardan biri de İstanbul’da yaptıkları bayram etkinliğine ilişkindi. Sitenin haberinde “İstanbullu Müslümanlar 2014/1435 Ramazan bayramı namazını düzenlenen bir organizasyonla hep birlikte eda etme imkânı buldular” ifadeleri yer alıyordu![68]
xxviii) ‘The Washington Post’ gazetesinde Anthony Faiola ve Souad Mekhennet tarafından kaleme alınan bir haberde, Ortadoğu’nun en korkulan terör örgütü hâline gelmeden önce IŞİD militanlarının Reyhanlı’yı “kendi alışveriş merkezleri” gibi gördüğü ifade ediliyor… Yazıda, “Reyhanlı sokaklarında dolaşan beyaz bir otomobilin arka koltuğunda röportaj veren 27 yaşındaki üst düzey IŞİD komutanı” diye tanıtılan Abu Yusaf isimli kişinin, “IŞİD’in bugünkü başarısı için kısmen Türklere de teşekkür etmesi gerektiği” vurgusuyla şu ifadelerine yer veriliyor: “Aralarında üst düzeylerin de bulunduğu bazı üyelerimiz Türk hastanelerinde tedavi edildi. Ayrıca savaşın başında aramıza katılanların büyük çoğunluğu ile ekipman ve malzeme desteği Türkiye üzerinden geldi”![69]
xxix) Suriye’de cihatçı örgütlere katılarak hayatını kaybeden ilk ABD vatandaşı olarak bilinen Moner Abu-Salha’nın ölmeden önce çekilmiş bir videosu yayınlandı. El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra üyesi olan ve örgüte katıldığında ‘Abu Hurayra Ameriki’ adını alan Abu-Salha, 2014’ün Mayıs ayında rejim güçlerine yönelik intihar saldırısında ölmüştü.
Youtube’da yayınlanan videoda, Filistin kökenli olduğu belirtilen Abu-Salha, İstanbul üzerinden Suriye’ye uzanan yolculuğunu anlatıyor. Abu-Salha, ABD vatandaşı olan El Kaideli Enver el-Avlaki’yi dinledikten sonra cihada katılmaya karar verdiğini söylüyor. Araştırmaları sonucunda ‘tüm dünyadan mücahitlerin İstanbul’a gittiğini ve Türkiye-Suriye sınırından geçişin kolay olduğunu öğrenen’ Abu-Salha, hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen İstanbul’a bilet alıyor.
Cebinde 20 dolarla tek başına İstanbul’a gelen Abu-Salha, bu parayı da vize almak için harcıyor. Havaalanında ilk gördüğü kişiye şehre yürüyüp yürüyemeyeceğini sorunca, “Şehir çok uzak” yanıtını alıyor. Cüzdanını kaybettiğini söyleyince bu kişi ona 10 TL veriyor. Böylece mücahitleri bulmak üzere metroya biniyor. Metro ilerledikçe korkuya kapılan Abu-Salha, “Şehir o kadar büyüktü ki nereden başlayacağımı bilmiyordum” diyor.
Metroda Arapça konuşan 2-3 adam görünce peşlerinden iniyor. Yanlarına yaklaşarak konuşmak istediğinde ise “Allah dilimi tuttu, onlara cihad ya da mücahid lafını söyleyemedim” diyor.
Arapça konuşan kişilere en yakın caminin nerede olduğunu sorup uzaklaşıyor. Cebinde kalan 7 TL ile sandviç alan Abu Salha, camide “yüzlerinden mücahit oldukları anlaşılan” üç Arap görüyor. Ancak uçağa yetişmeleri gerektiğini söyleyen Araplar, İstanbul’da ‘mücahitlere yardım eden’ bir örgüt olduğunu ve oraya gidebileceğini söylüyorlar. Abu Salha 2 saat yürüdükten sonra buraya varıyor, ancak içerideki kişilerin sakalsız olduğunu görünce “Sübhanallah, bu insanlara nasıl cihad derim” diye düşünerek yardım istemekten vazgeçiyor. Bunun üzerine ‘çok büyük ve güzel’ diye nitelediği bir camiye gidiyor. Dua ederken akşam oluyor ve cami kapatılıyor.
Dışarı çıkan Abu-Salha, “Yağmur yağmaya başlamıştı, üşüyordum, açtım. Üzerimde ince bir mont vardı. İstanbullular güzel ceketleri, onları sıcak tutan kıyafetleri ile yürüyorlardı. Kedileri çok severim, o sırada büyük bir kedi geldi. Her şeye rağmen mutluydum, dünyanın öbür tarafına gelmiştim. O kedi ile mutlu olmuştum” diyor.
Abu Salha, Allah’a “Birini bana gönder” diye dua ederken siyah giyinmiş, tek kolu olmayan birini görüyor. Bu kişiyi durduran Abu Salha, adamın sadece Türkçe bildiğini ancak, ‘mücahid’ diyerek ona derdini anlattığını iddia ediyor. Konuşamasalar da anlaştıklarını öne süren Abu-Salha, “El-Kaideli olduğunu anlamıştım” diyor. Adam onu bir otobüse bindirerek İngilizce bilen kişilerin yanına götürüyor. Bir ay El Kaidelilerin kaldığı bir ‘güvenli evde’ yaşadığını belirten Abu-Salha, ardından Suriye’ye geçiyor![70]
xxx) “Türkiye Suriye’de iç savaşı körüklemenin ve IŞİD’e örtülü destek vermenin bedelini ödüyor”![71]
xxxi) Türkiye uzmanı Henri Barkey, “Türkiye’de IŞİD destekçisi altyapı var,” dedi![72]
xxxii) IŞİD’in Kobanê’ye dönük saldırıları üzerine Türkiye’ye sığınanların kaldığı Suruç’ta incelemelerde bulunan CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir, sığınmacıların en büyük isteğinin “Türkiye’nin IŞİD’e desteğini kesmesi” olduğunu söyledi![73]
xxxiii) HDP’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Nazmi Gür, “IŞİD’i Türkiye güçlendirdi,” dedi![74]
xxxiv) ABD, IŞİD’in petrolün büyük kısmını Esad yönetimine sattığını ve örgütün Türkiye’ye de girmenin yollarını bulduğunu açıkladı. Örgütün petrol ve bankalardan 1 milyar dolara yakın gelir sağladığı tahmin ediliyor. ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Finansal İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Vekili Adam Szubin, IŞİD örgütünün petrolün büyük bir kısmını Beşar Esad yönetimine sattığını, Türkiye’ye de girdiğini açıkladı![75]
xxxv) IŞİD-Türkiye petrol ticaretini ilk gündeme getiren isimlerden CHP Hatay Milletvekili Mehmet Ediboğlu, “Suriyeli muhalifler yıllar önce BM’ye IŞİD’in petrol sevkiyatıyla ilgili belgelere dayalı raporu sundu” diye konuştu
Edipoğlu, Suriye Muhalif Ulusal Koordinasyon Kurulu lideri Heysem Menna’nın BM’ye IŞİD’in petrol sevkiyatıyla ilgili belgelere dayalı bir rapor sunduğunu ve o raporda IŞİD petrolünü satın alanlar arasında Türk işadamlarının da bulunduğunun açıkça ifade edildiğini kaydetti.
Heysem Menna’nın raporuna göre Kuzey Irak’ta yönetime yakın 4 Kuzey Iraklı Kürt petrol tüccarı IŞİD petrolünü üçte bir fiyatına satın alarak aralarında Türk işadamlarının da olduğu işadamları vasıtasıyla Türkiye üzerinden dünyaya pazarlıyor. IŞİD’in buradan bir yılda elde ettiği 800 milyon dolar, silah, mühimmat alımında kullanılıyor![76]
xxxvi) Rusya Devlet Başkanı Putin’den sonra ABD Başkanı Obama da IŞİD’in çıkardığı petrollerin Türkiye üzerinden satıldığını söyledi![77]
xxxvii) Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Anatoli Antonov “Erdoğan ve ailesi, Suriye’de IŞİD’in elinde olan petrol yataklarından yapılan yasadışı petrol sevkiyatlarıyla doğrudan ilişkili” vurgusuyla, “Bugün bir grup eşkıya ve Türk elitinin komşularından petrol çaldığını doğrulayan belgelerin bir kısmını sunuyoruz. IŞİD petrolünün binlerce tankerden oluşan canlı boru hattıyla üç güzergâhtan Türkiye’ye sevkedildiği”ni açıkladı![78]
xxxviii) İran Petrol, Gaz ve Petrokimya Ürünleri İhracatçılar Birliği Başkanı Hasan Tacik, “Türkiye, ihtiyacı olan petrolün bir kısmını IŞİD’den temin ediyor. IŞİD, günde 700 ila 800 bin varil petrolü yarı fiyatına Türkiye’ye satıyor,” dedi![79]
xxxix) ‘Al Araby Al Jadeed’ gazetesi, Irak istihbaratından bir albayın verdiği bilgilerle, IŞİD petrolünün IKBY ve Türkiye üzerinden İsrail’e satışını belgeledi![80]
- xl) ‘The Observer’ gazetesinde, Türkiye’nin IŞİD’e, yasadışı petrol ticareti konusunda kolaylık sağladığına ilişkin belgelerin ABD’nin elinde olduğuna yer veren bir makale yayımlandı. IŞID’in en büyük gelir kaynaklarından biri olan petrol ticaretinde, Türkiye’nin en önemli alıcı olduğu iddiasının da yer aldığı bu haber, 2015’in şubat ayında OECD bünyesindeki ‘Karapara Aklamayla Mücadele Grubu’ FATF’in hazırladığı bir raporu ve içindeki verileri daha kritik hâle getiriyor.
“Terör Örgütü IŞİD’in Finansman Kaynakları” başlıklı 48 sayfalık raporun giriş bölümünde, bu çalışmanın Türkiye’nin işbirliği ile hazırlandığı notu yer alıyor. IŞİD’in gasp ettiği petrol sahalarındaki faaliyetlerin geniş biçimde irdelendiği rapordaki bazı özet veriler şöyle:
– IŞİD Irak ve Suriye’de ele geçirdiği petrol kuyularında günde 50 bin varil petrol üretimi yapıyor. Petrol kuyusu yakınında aracılardan varilini 25-30 dolara aldığı petrolü, biraz uzaktaki marketlere ve diğer tüketicilere, rafineri derecesine göre 60 ile 100 dolara satıyor.
Fakat bundan daha kritik olan bilgi ise raporun “Petrol Kaçakçılığı ve Satışı” başlıklı 33. sayfasında yer alıyor. Türkiye’nin sunduğu istatistiklere göre Suriye sınırındaki petrol kaçakçılığının 2012’den bu yana büyük artış gösterdiği belirtiliyor. [81]
xli) Şubat 2015’te yayımlanan ve üyesi olduğumuz OECD nezdindeki FATF, yani Karaparayla Mücadele Grubu, “Terör Kuruluşu IŞİD’in Finansmanı” başlıklı raporu bütün dünyaya ilan etti.
– Raporun “Yönetici Özeti” başlıklı 9. sayfasında çalışmanın Türkiye ile ABD liderliğinde ve FATF’ye üye ülkelerin kurumlarının verileriyle hazırlandığı belirtiliyor.
Evet, ağır suçlamalara muhatap olan Türkiye bunu nedense yapmıyor.
Bu köşeyi sürekli izleyenler raporun iki kez irdelendiğini anımsayabilir.
İlki: Rapor yayımlanınca; 28 Şubat 2015’te. (O yazıda, rapora atfen, Türkiye’den yardım adı altında üç kamyon gittiği bilgisi de vardı.)
– Sonra da ‘The Observer’ gazetesinde “Türkiye’nin IŞİD’e, yasadışı petrol ticareti konusunda kolaylık sağladığına ilişkin belgelerin ABD’nin elinde olduğu” iddiasına yer veren makale yayımlanınca. 28 Temmuz 2015’te.
Rapordaki bazı veriler:
– Petrol kuyusu yakınındaki kabzımaldan varilini 25-30 dolara aldığı petrol, biraz uzaktaki marketlere ve diğer tüketicilere, rafineri derecesine göre 60-100 dolara satılıyor. Bir kamyoncu, 150 varil aldığını, ortalama kazancının 3-5 bin dolar arasında değiştiğini söylüyor.
– “Petrol Kaçakçılığı ve Satışı” başlıklı 33. sayfada ise şu veriler yer alıyor: “Türkiye’nin sunduğu istatistiklere göre Suriye sınırındaki petrol kaçakçılığı 2012’den bu yana büyük artış gösterdi. IŞİD’in petrol sahalarını ele geçirmesinin ardından, Irak ve Suriye sınırında yedi Türk vilayetinde saptanan kaçak petrol, 2014 yazı itibarıyla 20 milyon litreye ulaştı.
Türkiye’de 2013’te yakalanan kaçak petrol 73 milyon litreyken bu rakam, 2014’te 79 milyon 238 bin litreye ulaşıyor.
– Diğer yandan 2012’de 4 bin civarında olan petrol kaçakçılığı vaka sayısı, 10 bine yükseliyor.”
Raporda Türk yetkililerinin, kaçakçılığa karşı çabalarından övgüyle söz ediliyor. Irak Merkezi Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin şüpheli petrol tankerlerine el koyma çabalarının ve attığı diğer etkin adımların anlamlı olduğu vurgulanıyor.
IŞİD’in finansmanı raporunda altı çizilen ve bugüne de ışık tutan tespit ise şu:
“IŞİD’in yasadışı petrol ticaretinin trafiği, güzergâhı ile aracıların, taşıyıcıların, kabzımalların, tüccarların kimler olduğunun daha iyi tanımlanmasına ihtiyaç var… Bu sadece IŞİD’in gelirleri açısından değil, yarattığı yerel ekonomik bağımlılıklar açısından da önem taşıyor”![82]
xlii) G. Antep’in Karkamış ilçesindeki çadır kentte yaşanan skandallar bitmek bilmiyor. Kampta kalan ve çalıştığı tarlada tecavüze uğrayan S.F’nin iğneyle bebeğini düşürüp anne ve kardeşinin yardımıyla cenini boş araziye gömmesi, ilçede ve çadır kentte neler yaşanabileceğiyle ilgili ipuçları veriyor![83]
xliii) Suriye’deki savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen sığınmacıların maruz kaldıkları olaylar, her geçen gün farklı bir boyutuyla gün yüzüne çıkıyor. İstanbul’da kimliksiz, pasaportsuz ve parasız bir hâlde hayata tutunmaya çalışan Azad ve Erin Bilal çiftinin bebeği, doğumun gerçekleştiği hastanede 20 gün boyunca rehin kaldı. Hastane 22 Eylül 2013 tarihinde bebeği aileye senet karşılığında teslim etse de baba ümitsiz: “Başbakan bize gelin diyor ama bebeğimizi bile elimizden alıyorlar. Suriye’de olsa başımıza asla böyle bir şey gelmezdi. Orada sağlık koşulları çok iyiydi, bebeğimize el konulmazdı”![84]
xliv) Savaştan kaçarak evinden, yurdundan olan Suriyelilerden sadece biri Zeynep… İstanbul Bahçelievler’de önceki akşam bir parktaki banka oturup yiyecek aramaya giden ailesinin gelmesini bekleyen âmâ genç kızın dramı filmlere konu olacak türden. Evinden binlerce kilometre uzakta sokak lambasının aydınlattığı bir banka oturan genç kızın yanına yaklaşıp kim olduğunu sorduğumda gülümseyerek aksanlı Türkçesiyle yanıt veriyor; “Abi ben Suriyeliyem.” Neden tek başına oturduğunu ve ailesini sorduğumda ise donuk bakışlarını çevirmeden “Onlar yiyecek bulmaya gittiler beni de burada bıraktılar abi” diye yanıt veriyor![85]
xlv) Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan, Suriyeli mültecilerin yaşadıkları sorunlarını anlatırken, özellikle kadın ve çocuklar için koşulların çok daha zor olduğunu vurgulayarak, “Kamplardaki koşullar insani değil. Kamplarda 200 bin kişi kayıtlı görünüyorsa, bu rakamın 100 bini kamptan ayrılmış durumda. Bunun yüzde 80’i ise kadın ve çocuklardan oluşuyor” diye konuştu.
Mülteci kamplarının bulunduğu illerin ucuz işgücünün en çok yaşandığı yerler olduğuna dikkat çeken Gökkan, kamptan ayrılan kadınların tekstil, tarım ve ev işlerinde karın tokluğuna çalıştığını kaydetti. Gökkan, “Şu an dünyanın en büyük kölelik düzeni ve utancı yaşanıyor” dedi. Dünyada 2 milyon kadının sınırötesi pazarlandığını söyleyen Gökkan, “Bu kadınlar arasında ülkeleri savaşta olmayanlar da var. Sınırlarının ötesinde kadınların hiçbir güvencede olmadığı açıktır. Suriye’deki durum artık patlama noktasında” uyarısında bulundu.
Kamptan ayrılan kadınların fuhuş çetelerinin eline geçme tehlikesinden de söz eden Gökkan, “6 bin Suriyeli kadının pazarlandığı söyleniyor. Sınırlar ayrıca, kadınların pazarlanmasını sosyal güvence altına aldı, kadınları paramparça etti. XXI. yüzyılda en büyük facia kadın üzerinden yaşanıyor,” diye konuştu![86]
xlvi) Suriye’den “kuma” olarak getirilen kadınların sayısı savaşla birlikte artarken, bu durum “insan ticareti”ne dönüşmüş durumda. Taksicilerin aracı olduğu ‘ticarette’ kadınların fotoğraflarının olduğu listeler var. “Talipliler”, listeye bakıp kadınları seçiyor![87]
xlvii) Mülteci kamplarında fuhuşa itilen Suriyeliler arasında 12-13 yaşındaki kızlar da var… “Kadın meselesi çok kolay” diye anlatıyor M.C.: “İslahiye yakın yer. Hüsamettin’e telefon açar, sonra da gider alırız. Bekâr da var dul da var. 22 TL kadına vereceğiz. 30 TL de Hüsamettin alır. Tüm gün kadın sizin! Kilis’te de 12-13 yaşında kızlar var. Biraz uzak ama o iş de kolay!” Kanımızı donduran bu sözlerin ardından, daha derin mevzulara da dalıyoruz. Ya kamptan aldığımız kadını çok uzun bir süre yanımızda tutmak istersek… “O iş biraz tuzlu” diye anlatıyor M.C., “İş ancak 3- 5 bin TL’ye çözülür”![88]
xlviii) İstanbul’da yol kenarında bir mülteci kenti… Dilencilik yaparak karınlarını duyurmaya çalışan mülteciler, beslenme sorunun yanı sıra ciddi sağlık sorunları yaşıyor. Çadırlarda kalan birçok çocuk, bulaşıcı cilt hastalığı ve griple mücadele ediyor. 7 yaşındaki çocuğunun felçli olduğunu ve çocuğuna ilaç dahi alamadığını söyleyen Halepli Hasan durumunu şöyle aktarıyor: “6 ay önce savaştan kaçarak Kilis’e gittik. Ancak orda da sokakta kalıyorduk. Orada durumumuz daha kötüydü. Daha sonra İstanbul’a geldik. Oğlum felçli olduğu için tedavi edilmesi lazım. Ama ilaç dahi alacak paramız yok. Burada dilencilik yaparak karnımız doyurmaya çalışıyoruz. Kimse bize yardımcı olmuyor. Suyumuz olmadığı için banyo yapamıyoruz. Tuvalet ihtiyacımızı gideremiyoruz. Buradaki çocukların çoğu hasta. Birçok çoğunun cildinde yara var. Isınamadığımız için çocuklar sürekli hastalanıyor. Birilerinin bize yardım eli uzatmasını istiyoruz”![89]
xlix) Bayrampaşa’da yol kenarında çadır kuran Suriyeli mülteciler, apar topar kaldırıldı. Bayrampaşa Belediyesine bağlı zabıta ekipleri dün sabah çadırkente giderek Suriyeli mültecileri çadırlardan çıkardıktan sonra çadırları ateşe verdi. Mülteci aileler ise yağmur altında nereye gideceklerini bilemediler. Belediye ekipleri çocuk, kadın ve yaşlıların bulunduğu mültecilere yer göstermezken, etrafa dağılan mültecilerden bir kısmı otogarda saçak altlarına sığındı. Bayrampaşa Belediyesi ise mültecilerin kendi istekleri doğrultusunda Urfa, Diyarbakır ve Mersin’e naklediğini öne sürdü. ‘Nereye gideceğiz?’ Herhangi bir bilgi verilmeden polis eşliğinde zabıta ekipleri tarafından kampın boşaltıldığını ancak kendilerine kalacak yer dahi gösterilmediğini söyleyen mülteciler sokakta kaldıklarını söyledi![90]
T.“C”nin yaratılmasında önemli rol oynadığı durum ve trajik tablo bu ve böyledir! Çünkü Türk(iye) siyaseti, Ortadoğu’da bir savaş ocağı ve gericilik kalesidir!
II.1) SAVAŞ OCAĞI VE GERİCİLİK KALESİ TÜRK(İYE) SİYASETİ
Suriye üzerinden Ortadoğu’ya ilişkin karşılıksız hayaller kurup, neo-Osmanlı hevesleri kursağında kalan AKP patentli Türk(iye) siyaseti, Ortadoğu’da bir savaş ocağı ve gericilik kalesiyken; Rusya ile İran faktörü, Esad’ın direnişi ile Rojava gerçeği ve ABD hesabının farklılaşması, yanlış T.“C” hesapları bozmuştur!
“AKP patentli Türk(iye) siyaseti” dedim! Anımsayın… Önce “Kobanê düştü düşecek” diyerek zil takıp oynadılar, “Koridor moridor yok” buyurdular! Dünya bu vahşilere karşı insanlık mücadelesine odaklanıp ABD bastırınca, yardım geçişine izin vermek zorunda kalırken, dolaşıma “Kobanêli kardeşlerimizi biz kurtardık” temalı “şefkat” masallarını soktular. Egemen bir komşu ülkeye Selefî cihatçıların aracılığıyla “çöreklenme” hevesi kursakta kaldı.[91]
Suriye’ye (dolayısıyla da Rojava’ya) yönelik T“C” müdahalesi tehdidini sürekli gündemde tutan AKP politikası karaya oturmuş ve iktidar stratejik yenilgisiyle baş başa kalmıştır.
Kobanê’de açık açık IŞİD’in yanında duran ve Davutoğlu’na, “PYD (Demokratik Birlik Partisi) unsurları da PKK gibi Türkiye için tehdittir,”[92] dedirten tutum hakkında YGP Komutanı Sipan Hemo, IŞİD’in ilk kez bu kadar ağır silahlarla saldırdığını belirterek “IŞİD’in ağır silahlarının çoğu Türkiye’nin silahlarıdır. IŞİD militanlarının üzerinden Türkiye yapımı silah ve mermi çıkıyor. IŞİD’i desteklemekten vazgeçsin,”[93] ya da Cafer Solgun, “PYD kaynakları, ısrarla IŞİD’in Kobanê’ye bu çapta bir saldırı düzenlemesinin ancak Türkiye’den ‘destek’ veya cesaret alarak mümkün olabileceğini savunuyorlar. PYD lideri Salih Müslim, IŞİD’in ağır silahlarla Kobanê çevresine ulaşmasının Türkiye’nin geçiş imkânı vermesiyle mümkün olabileceğini söylüyor ve Türkiye’nin suskunluğuna dikkat çekiyor. Yaralı IŞİD mensuplarının Türkiye’de tedavi edildiği de öteden beri söylenen ve açıklık getirilmeyen iddialardan bir diğeri,”[94] derlerken; “Kobanê meselesine 30 günlük bir mesele olarak bakarsanız hiçbir şey anlamazsınız,” vurgusuyla ekliyordu Selahattin Demirtaş da:
“Dünyanın her yerinden gelen çeteler Türkiye’yi bir buluşma, aktarma istasyonu olarak kullandı… “Suriye’de beslediğiniz çetelerden iki şey istiyordunuz: 1) Esad’a karşı savaşın, 2) Kürtlerin statü kazanmasını önleyin… Eline silah verip cebine para doldurduğunuz bu çetelerin ahlâkı yok. Bugün sizin yanınızda, yarın karşınızda olur” dedik… IŞİD’e giden TIR’ları bir tek biz mi biliyorduk? Bütün dünya biliyordu…”[95]
Şüphesiz bunlar böyleyken ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye’ye rağmen ABD, PYD’ye silah yardımı yapmıştır,” diye haykırırken;[96] ABD ile Fransa’dan Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde YPG’ye yönelik bombardımanı sonlandırma çağrısı geldi.[97]
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun çıkışlarına karşın, ABD yönetimi PYD’ye desteğinde ısrar etti.
ABD Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Obama ile görüştüğü dakikalarda hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun YPG’ye ilişkin açıklamalarının doğru olmadığını açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile 20 Şubat 2016 tarihli telefonda görüştüklerini hatırlatarak, “Kendisinin de YPG’nin güvenilmez olduğunu söylemesinden memnun olduk.” şeklindeki söylemine karşılık ise “YPG’ye güveniyoruz.” açıklamasını yaptı ve YPG’ye bugüne kadar yaptıkları desteğin bundan sonra da süreceğini sözlerine ekledi.[98]
Ayrıca ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in ofisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun dile getirdiği “Biden’a PYD ve PKK arasındaki ilişkiyi belgeleyen dokümanları verdik” sözlerini açık bir şekilde yalanladı![99]
“Türkiye-ABD ilişkilerinde tarihi düşüş”[100] diye tanımlanan kesitte bu kadar da değil!
Örneğin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, 4 Kasım 2014’de CNN’e verdiği mülâkatta, Boston’da Harvard Üniversitesi’ndeki konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a atfettiği sözler nedeniyle Erdoğan’dan özür dilediği yönündeki resmi açıklamaları yalanlayarak, “Ben ondan asla özür dilemedim.”[101] “Söylediklerim arasında doğru olmayan hiçbir şey yoktu,”[102] derken; daha çok önceleri ‘The Independent’den Patrick Cockburn, ‘Kürtler Kobanê’yi Kurtarabilir mi?’ başlıklı yazısında, “ABD politikasındaki radikal değişim, Kürtlerle doğrudan işbirliği yapılacağına işaret ediyor,”[103] tespitini dillendirmişti.
Yine ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, 21 Ekim 2014 gecesi havadan silah, mühimmat ve tıbbi malzeme yardımı ile desteklenen, PYD’yi PKK’dan ayrı bir olarak gördüklerini belirtip; IŞİD ile mücadelede PYD’nin desteklenmesi gerektiğini Türk yetkililere anlattıklarını açıklamıştı.[104]
Bu duruma T.“C”nin tepkileri ifade etmesi üzerine “Türkiye’nin ABD ile ilişkileri kopma noktasına geldi,” diyen ‘The Washington Post’ta yayınlanan haberde, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin “Türkiye bizimle müttefik değilse… Türkiye’nin başı belada” sözü yer almıştı.[105]
Aynı konuda ‘Uluslararası Kriz Grubu’nun Türkiye Proje Direktörü Hugh Pope, “ABD’nin Esad rejimini devirmeye yönelik bir askeri operasyona niyeti yok. Eğer Erdoğan bunu umuyorduysa bir hayal kırıklığı yaşamıştır elbette,”[106] diyordu.
Elbette bunlar ABD’ci AKP’nin hoşuna gitmiyordu!
Örneğin ABD ile işbirliğinin yeni bir boyut kazandığını belirten Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “YPG gibi örgütler tercih edilecekse bizim ABD ile işbirliğimizin bir anlamı kalmaz” dese de;[107] ‘The Wall Street Journal’ın 13 Eylül 2014 tarihli “Ankara’daki Olmayan Müttefikimiz” başlıklı analizinde “Türkiye müttefik olmaktan çıktı” saptaması, Batı’nın “real politik” okumasının net tezahürüydü![108]
Çünkü ABD Savunma Bakanı Ash Carter, Pentagon’da düzenlediği basın toplantısında Türkiye’nin ABD uçaklarına IŞİD operasyonları için üslerini açmasına karşın bunun yeterli olmayacağı mesajı verirken;[109] Erdoğan’ın, “Kobanê eğer stratejikse bizim için stratejik. Amerika için stratejik değil,” sözlerine ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf’tan, “Kobanê bizim için de önemli, yoksa oradaki savaşçılara havadan silahlar atmazdık,”[110] yanıtı geldi!
Ve bu tabloda Türkiye Halep’in kuzeyindeki YPG unsurlarını top atışına tutarken, örgütün siyasi kanadı PYD’nin Eşbaşkanı Salih Müslim, Ankara’nın “kırmızı çizgili” taleplerini reddettiklerini açıklayarak, Suriyelilerin, Türkiye’nin herhangi bir müdahalesine karşı direneceğini söyledi.[111]
ABD ile T.“C” ilişkilerinin böylesine karmaşıklaştığı koordinatlarda Ankara ABD’deki 51 büyük Yahudi kuruluşunun çatı örgütü ‘Başkanlar Konferansı’ heyetini ağırladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret eden 35 kişilik heyetin en kritik ismi, İsrail Başbakanı Netanyahu’ya yakınlığıyla bilinen ve “PKK-IŞİD varken işbirliği acil ve elzem,” diyen Malcolm Hoenlein’di![112]
Yani denize düşen AKP patentli T.“C” siyaseti Siyonizm yılanına sarılıyordu. Bunda da şaşırtıcı bir şey yoktu. Çünkü Barak Ravid çok önceleri hepimizi uyarmıştı: “Benyamin Netanyahu ile Erdoğan’ın iki ülke arasındaki krizi bitirmeyi tercih etmesinin arkasında üç neden yatıyor: Çıkarlar, çıkarlar, çıkarlar”![113]
III) VE ROJAVA
Ve Rojava…
Selahattin Soro’nun, “Yüzyılın kaderi Suriye’de belirlenmekte ve Suriye’nin kaderini de Kürtler belirlemektedir. Kürtler bu konjonktürde geleceklerini ve bekaalarını ne ABD’ye ne de Rusya’ya bağlayacaklardır. Kürtler kendi göbeklerini kendi direnişi ve mücadeleleriyle kesecektir,”[114] umuduyla tarif ettiği Kürt gerçeği…
Ali Bayramoğlu’nun da “XXI. Yüzyılın ilk yarısı bir Kürt birliğine mi sahne olacaktır yoksa farklı Kürt grupların ait oldukları yerlerde demokratik sistem içinde özerkleşmelerine mi’ sorusunun yanıtını zaman verecek. Ancak şu açık: Yüzyıl Ortadoğu’da bir Kürt yüzyılı olacaktır,”[115] diye itiraf etmek durumunda kaldığı gerçeği artık kimse görmezden gelemez!
Evet PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan’ın, “Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor. Türk devleti, Kürtlerin bu dizaynda yer almasından korkuyor,”[116] notunu düştüğü verili tabloda Kürtler aktif bir ulusal inşa sürecini yaşıyorlar; bunu kaldıracı ise bugünün Rojava’sı!
Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere Rojava bugünlere büyük bedeller ödeyerek ulaştı. Hasan Bildirici’nin ifadesiyle, “Cennet ve ganimet kültürüyle beslenmiş İslâmcı devlet ve gruplar için Kürdistan sadece yağmalanacak bir yerdir… İslâmcının ne Kürdüne güvenilir, ne Arabına, ne de Fars ve Türküne… İslâmcılık tıpkı Kemalizm gibi aşırı kullanılmaktan çürütülmüş ve cılkı çıkartılmış dünyevi iktidar dindir artık… İslâm’ın otuz ayeti farklılıklara saldırı ve cihat izni veriyor. Bizim İslâmcılarımız hâlâ, başka topluluklara yönelik cihat ayetlerini es geçerek, bir iki insancıl ayet aracılığıyla Kürtleri ümmet kültüründe tutmaya çalışıyorlar. Sadece Diyarbakır’da IŞİD’e yardım için 400 derneğin açılmış olması, Kürt İslâm ilişkisinin nasıl berbat bir şey olduğunu gözler önüne seriyor”ken;[117] bunun örnekleri unutulup/ unutturulmamalıdır!
İşte birkaç çarpıcı örnek!
- i) Tel Abyad kent merkezinde IŞİD’in işkence yaptığı, kestiği kafaları sergilediği süs havuzu temizlenirken, vahşetin yarattığı travma giderilmeye çalışılıyor![118]
- ii) “IŞİD’in yüzlerce kişiyi gözlerini bağlayarak canlı canlı aşağı attığı Tel Abyad’daki ölüm çukuruna ceset kokularından yaklaşılmıyor. Dibi görünmeyen çukurun yamaçları insan ayakkabıları ve kıyafetleriyle dolu…” Sarp bir vadide bulunan ve kimsenin dibine kadar inemediği çukurda tam olarak kaç ceset olduğu bilinmezken, bölgede seslerden ürkerek yukarıya doğru havalanan akbabalar uçuyor![119]
iii) Kobanê’de en büyük ikinci katliama imza atan IŞİD üyelerinin sahurdan sonra kente sızdığı, bastıkları evdekileri susturuculu silahlarla öldürdüğü, sonra bu evleri mevzi yaparak yaralılar için gelenleri keskin nişancılarla avladıkları ortaya çıktı![120]
- iv) Kobanê’de kadın çocuk, hatta, bebek demeden katliam yapan IŞİD’in kurşunları ile yaralanan çocuklar da var. Kobanê’nin Berxbotan ve Şeran köylerinde IŞİD’in tam anlamıyla etnik temizlik yaptığı belirtiliyor. Suruç, Ş. Urfa ve Diyarbakır’da tedavi gören çocuklar arasında 1 yaşında, hatta yaşını doldurmayan bebekler de bulunuyor. Yetim kalıp tedavi gören bu çocuklar arasında kalçasından vurularak hafif yaralanan ve vücudunda yanıklar bulunan 1 yaşındaki Maya bebek ile 3 yaşındaki ablası Roza Esmer de bulunuyor. Kobanê’ye 20 kilometre uzaklıktaki Şeran köyünde baba Esmer ve anne Hiva Benka, IŞİD’in evlerini taraması sonucu yaşamlarını yitirdi. Maya annesinin kucağında ablası Roza ise babasının kendini siper etmesi sonucu yaralı kurtuldu![121]
- v) Kobanê’de IŞİD’in katliamından yaralı kurtulan Adnan Kemal, IŞİD militanlarının komşu gibi kente aylar önce yerleştiği vurgusuyla vahşet anlarını, “Kadınları da ateş açtı. Komşularımızın kapısını çalıyor, kapı açıldıktan sonra içeriye girip hepsini öldürüyorlardı,” diye anlattı![122]
- vi) IŞİD’in Kobanê’de kadın, çocuk, yaşlı demeden yaptığı katliamda kentin son Ermeni’si de yaşamı yitirdi. Ermeni Osep Tomasyan, 13 yaşındaki oğlu Aram’ın gözü önünde öldürüldü![123]
vii) Tel Abyad’daki Türkmenler, IŞİD’in kendilerine de büyük acılar çektirdiğini anlatıyor. Hacı Hamit adlı Türkmen, “Oğlum, benim ve torununun gözü önünde IŞİD canileri tarafından öldürüldü, o günü unutamam,” dedi![124]
Bu ve benzeri gerçekler, Rojava’da desteklediğimiz direnişe ilişkin değerlendirme ve eleştirilerimizi askıya almamıza, ertelememize kesinlikle yol açmamalıdır.
Elbette Karl Marx’ın, “Eleştiri silahı, silahların eleştirisinin yerini kuşkusuz alamaz; maddi güç ancak maddi güçle yenilebilir; ama teori de, yığınları sarar sarmaz maddi bir güç durumuna gelir,” uyarısını “es” geçmeden, “Eleştiri zincirleri her yanını örten imgesel çiçeklerden, insanın süssüz ve umut kırıcı zincirler taşıması için değil, ama onları atması ve canlı çiçeği devşirmesi için arındırdı,”[125] saptamasını Rojava deneyiminde ya da Ortadoğu’daki Kürt ulusallaşmasında da unutmayıp/ unutturmayacağız![126]
III.1) ROJAVA’YA MESELESİ
Rojava değerlendirmelerine ilişkin olarak, “A communi observantia non est recedendum/ Herkesle aynı fikirde olmak imkânsızdır”; bunu bilmiyor değilim.
Özelde Suriye, genelde ise Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele PYD’yi, bölgedeki savaşın değişen koşullarının öznesi hâline getirdi.
Ancak bunu konjonktürel olması yanında, kimi soru(n)ları da içerdiğini görmezden gelemeyiz.
“Nasıl” mı?
Örneğin ‘Süryanî Uluslararası Haber Ajansı’nın haberine göre, Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseke vilayetindeki Süryanî ve Ermeniler, PYD’yi zorla mülkiyete el koyma, insanları zorla silah altına alma, okullarda eğitim müfredatını değiştirmekle suçluyor. Aralarında Süryanî ve Ermeni kiliselerinin de bulunduğu vilayetteki 16 kuruluş ortak bir açıklamayla PYD’yi ağır eleştiriyor.[127]
Ayrıca ‘Uluslararası Af Örgütü’, 13 Ekim 2015 tarihinde ‘Gidecek Başka Yerimiz Yok’ başlıklı bir rapor yayınlayarak Suriye’de PYD liderliğindeki yönetimin, “savaş suçuna varabilecek derecede” halkı zorla yerinden ettiğini, evleri yıktığını açıkladı. Belgede, Suriye’nin kuzeyindeki Rojava yönetiminin IŞİD’e karşı savaşan ABD liderliğindeki koalisyonun önemli müttefiki olduğunun da altı çizildi.[128]
Bu tür soru(n)larla “Yeni Suriye” sürecine girildi denilebilir; ama bu kesinleşmiş bir hâl olmadığı gibi umulandan da çok risk ve hesabı içeriyor.
Söz konusu “bilinmezliği” sürecin tüm aktörleri gibi Rojavalı Kürtler de hesaba katmak zorundalar.
T.“C” sömürgeciliği hiçbir şeyin (ve hesabın) peşini kolay kolay bırakmaz; dahası, ABD’nin de T.“C”den vazgeçmesi beklenmemeli. Ya da ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, ‘The Washington Post’un 31 Ekim 2014 tarihli nüshasında yer alan, “Türkiye-ABD ittifakının çatırdadığını” öne süren haberle ilgili olarak, “Her okuduğunuza inanmayın çünkü Türkiye sadece önemli bir NATO müttefiki olmakla kalmıyor. Türkiye ile bir dizi konuda birlikte çalışıyoruz,”[129] dediğini veya ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Tony Blinken’in de, “Türkiye ve Suriyeli Kürtlerden birini seçme zamanı geldiğinde ABD ne yapar” sorusuna, “İkisi arasında bir seçim olmaz. Türkiye bizim partnerimiz ve müttefikimiz”[130] yanıtını verdiği de unutmalı…
Kaldı ki ABD desteğinin, PYD’nin Ortadoğu’daki statüsünü, algılanma biçimini değiştirebileceği; bunun yanında PYD’nin eninde sonunda ABD ile Rusya arasında tercihe mecbur kalacağı ve bu tercihinde onun rolünü, yöntemini etkileyeceği unutulmamalıdır.
Ayrıca müttefikleri değil, daima çıkarları söz konusu olan ABD’nin IŞİD’le mücadelesine katkı sunduğu PYD’den, fedakârlığının karşılığını almak istemeyeceğini kimse de beklememeli değil mi?
III.1.1) TEHLİKELİ İLİŞKİ(LER)
Bu tür soru(n)lara veya “Beneficium accipere libertatem est vendere/ Yapılan bir lütfü kabul etmek özgürlüğünü satmaktır,” gerçeğine sırt dönmek mümkün ve doğru değildir.
Tıpkı, “Bugün Rojavalılar emperyalist güçler ve bölge egemenleri ile uzlaşı arayışına girmek zorundalar. Bu, kimi ‘solcunun’ iddia ettiği gibi, bir teslimiyet değil. Utanılacak bir şey hiç değil. Asıl utanması gerekenler, Rojavalıları buna zorlayan ‘kardeş halklardır.’ O zaman bu durumda ne olacak? Rojava Devrimi kazanımlarını koruyabilmesi için Sykes-Picot uğursuzluğu ile sınırları çizilen Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunacak. ‘Yeni Suriye’nin özerk yapılı, federatif olması için mücadele edecek. Peki ya biz, devrimciler ve komünistler? Emperyalist güçler ile bölge egemenlerinin hegemonya planlarını geri püskürtmek için, Federatif Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunacak, ev ödevlerimizi yerine getireceğiz. Hiç kimse sosyal medyadaki ‘katılımlarla’ dayanışma yaptığını zannetmesin. Dayanışma, önce kendi ülkesindeki egemenlere karşı, işçi sınıfının iktidarı için mücadele görevini yerine getirmekle gerçekleşir,”[131] diyen Murat Çakır gibi…
Belirtmeden geçmeyelim: Kürtlerin haklı mücadelesiyle ittifakı bir iltihaka tahvil eden dayanışma anlayış(sızlığ)ı kaçınılmaz olarak, sınıfın örgütlenmesini ve seferber edilmesini de facto olarak talileştirir.
Bunun böyle olduğuna yaşananlar yeterince tanık ve kanıt değil mi?
Yeri geldi V. İ. Lenin’den aktaralım: “Yalnızca bir ve tek gerçek enternasyonalizm vardır: o da insanın kendi öz ülkesinde devrimci hareket ve devrimci savaşımın gelişmesi için özveri ile çalışmasına, istisnasız tüm ülkelerde, bu aynı savaşımı, bu aynı çizgiyi ve yalnızca onu (propaganda, yakınlık, maddî bir yardım aracıyla) desteklemesine dayanır.”[132]
Çok açık konuşalım: Ortadoğu’da “amasız”/“fakatsız”ca anti-emperyalist olmayan hiçbir şeyin, ne yaparsa yapsın devrimci olması mümkün değildir.
Bu saptalarım açısından hiç kimse, hangi gerekçeyle olursa olsun, şu realitelerin önemsiz olduğundan söz etmesin!
- i) ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Amerika ‘Barış Enstitüsü’nde ABD’nin Suriye politikasına yönelik konuşmasında, “Kobanê düşmedi çünkü biz devreye girdik,” ifadesini kullandı![133]
- ii) Suriye iç savaşının dördüncü yılında, ABD ilk kez Suriye toprağına asker konuşlandırılacağını açıkladı. Amerikan Özel Kuvvetleri’nin üssünü Kürtlerin kontrolündeki bölgede olacak![134]
iii) Suriyeli askeri kaynaklara göre, ABD ülkenin kuzeyinde YPG’nin yardımıyla bir hava üssü kuruyor. Çalışmalar uydudan görülürken Haseke’deki üssün, IŞİD’le savaşan güçlere cephanelik taşımak için kullanılacağı aktarıldı. BBC’ye göre görüntüler, ABD’nin, IŞİD’le mücadele eden YPG güçlerine olan desteğinde yeni bir yaklaşıma girdiğinin işareti olabilir. AFP haber ajansına konuşan Suriyeli askeri ve güvenlik kaynakları üs çalışmalarını doğruladı. Suriyeli bir askeri kaynak, Amerikalı 100 uzmanın YPG güçleriyle birlikte, iniş pistini genişlettiğini ve altyapıyı güçlendirdiğini söyledi. Kaynak, “Hava üssü helikopterler ve nakliye uçakları için kullanılacak. Pist şu an 2 bin 700 metre uzunluğuna ulaştı, ekipman ve cephanelik taşıyacak uçakların kullanımına hazır,” dedi![135]
- iv) ‘The Washington Post’ gazetesi Obama’nın, ABD Genelkurmay Başkanı Joseph F. Dunford’un Suriye’deki Kürt ve Arap savaşçılara doğrudan Irak üzerinden karayoluyla silah ve cephane yardımını da içeren tavsiyelerini onayladığını yazdı![136]
- v) PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin Sözcüsü Redur YPG sözcüsü Halil, ABD’nin YPG güçlerine silah yardımında bulunduğu yönündeki haber ve açıklamalara ilişkin de, “ABD kime silah gönderdiğini, kimi silahlandırdığını iyi bilmektedir” sözleriyle cevap verdi![137]
- vi) ABD’nin Suriye’deki Kürt güçlerine 50 ton mühimmat yolladığı açıklandı![138]
vii) Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesindeki iç güvenlik örgütü Asayiş’in başkanı Civan İbrahim, 450’den fazla mensubun Batılı devletlerin verdiği “terörle mücadele” eğitimlerine katıldığını açıkladı![139]
viii) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, YPG güçlerinin Azez ve Afrin bölgesinde yaptığı saldırıların “zarar verici” olduğunu belirterek, “YPG’ye Türkiye ve diğer Arap muhalif güçlerle gerilimi yükseltecek hareketlerden kaçınması için çağrıda bulunduk,” dedi![140]
- ix) M. Ali Çelebi aktarıyor: “ABD’den dönen TEV-DEM Yönetiminden İlham Ehmed 2015’in Eylül sonunda ABD’ye gitmişti: ‘13 gün kaldım. New York ve Washington’da… Dışişlerinde Suriye masasıyla görüştüm.’ Nasıl bir dosya ile gitmişti: ‘Bizim taleplerimiz vardı. ‘Ortadoğu’da ya da Suriye’nin bütününde Kürtler önemli bir konuma gelmiş. Demokratik bir Suriye istiyorlar. Sizin de bunu desteklemeniz lazım. Hem siyasi anlamda hem askeri anlamda’ dedik. Onlar da desteklediklerin belirttiler. Onlar artık PYD’yi, Rojava sistemini bütünen iyi olarak görüyorlar. Görüşleri tamemen değişmiş yani. Eskiden rejimle ilişkilerimiz var mı yok mu kaygısı varmış. PKK konusunda kaygıları varmış. Artık o o kaygıları aşmış. PYD ile özerk yönetim ile, YPG ile çalışmak istiyorlar. Ve destekliyorlar.’ Siyasi olarak PYD veya Rojava kantonlarının temsilcilik açması, PYD liderlerine vize verilmesi gündeme gelmiş miydi? Evet ve sinyal de verilmiş: ‘Ona da açıklar. Sanırım temsilcilik açma ilerdeki süreçte olur’…”[141]
- x) ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, Suriye’nin kuzeyine giderek PYD ve silahlı kolu YPG temsilcileriyle bir araya geldi. Adının açıklanmaması şartıyla ‘The Washington Post’a bilgi veren bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, McGurk’un PYD’nin kanton yönetimleri ilan ettiği Rojava’da iki gün geçirdiğini söyledi. McGurk’ün ziyaret ettiği yerler arasında IŞİD kuşatmasını kırmasıyla tüm dünyada tanınan Kobanê kentinin de olduğu aktarıldı. McGurk’ün “hem Kürt yetkililer hem de savaşçılar” ile bir araya geldiği belirtildi. AFP haber ajansı ise McGurk’e Fransız ve İngiliz yetkililerin de eşlik ettiğini bildirdi![142]
Bu işin ABD cephesi; bir de Rusya boyutu var.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, “Suriye’de rejim ve Kürt güçleri teröre karşı mücadelede güçlerini birleştirmeli.”[143] “Suriye’de Esad ve Kürt gruplar birlikte savaşmalı,”[144] dediği koordinatlarda Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ortadoğu Özel Temsilcisi ve Dışişleri Bakanı Yardımcısı Mihail Bogdanov, PYD lideri Salih Müslim ile Paris’te görüştü. 8 Ekim 2015 tarihinde Paris’te yapılan görüşmede, Suriye krizinin, Cenevre’de 30 Haziran 2012’de düzenlenen toplantıda alınan kararlar gereği, ülkenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü göz önünde bulundurularak ve ülkedeki tüm etnik azınlıkların yasal hakları temin edilerek çözülmesi gerektiği vurgulandı.[145]
Daha sonra da Moskova’da Rojava resmi temsilciliğini açıldı. Açılışa Rojava Kürdistan’ı temsilcileri ve çok sayıda Rus yetkili[146] ile Rojava Kürdistan’ı dış ilişkiler sorumlusu Sinem Muhammed ve HDP Diyarbakır Milletvekili Feleknas Uca katılırken; açılışın Rus Kürt ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olduğu dile getirildi.[147]
Burada Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusunun altını çizmek gerekiyor. Ki bu da işin Esad’lı boyutundaki soru(n)ları içermektedir!
Örneğin Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, PYD ve onun silahlı unsuru YPG’yi ABD ve Rusya’nın yanı sıra kendilerinin de desteklediğini açıklayıp, PYD’yi kastederek ABD yönetiminin Suriye’de bir Kürt gruba destek verdiğini, Türkiye’nin ise Washington’dan bu politikadan vazgeçmesini istediğini söyledi.
Burada, “Çıkarların çatışması olabileceğini” belirten Caferi, “Bu arada ABD yönetimi tarafından desteklenen bu Suriyeli Kürt grup aynı zamanda Suriye hükümeti tarafından da destekleniyor. Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyinde kazanılan zaferler, Suriye ordusu ile Kürtlerin Suriye halkının tamamı için kazandığı ortak zaferlerdir. Suriye ordusunun doğrudan desteğinden herkes istifade ediyor,” dedi.[148]
Bu kadar da değil! Ayrıca ‘The Sunday Times’ gazetesine verdiği röportajda Suriye Devlet Başkanı Esad, Suriye iç savaşında ABD ve Rusya tarafından desteklenen PYD’ye silah desteği verdiğini belirterek, ellerinde bunun belgesinin olduğunu ifade etti.
Bölgedeki PYD’nin çoğunlukla Suriye ordusu tarafından eğitildiğini ve desteklendiğini belirten Esad, “Belgelerimiz var. Kendilerine silah ve mühimmat gönderdik. Çünkü onlar da Suriye vatandaşları ve teröre karşı mücadele etmek istiyorlar. Aynı şeyi Suriye’deki birçok diğer grupla da yapıyoruz. Çünkü Suriye’nin her bir bölgesine ordu gönderemezsiniz,” dedi![149]
Bunlardan “Neden” mi söz ediyoruz?! Tehlikeli ilişki(ler) olduğu için!
PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim’den anımsayıp/ anımsatmak yeterli olur…
Müslim, “Biz Suriye’nin bir parçası olduğumuzu söylüyoruz. Biz Suriye devriminin bir parçasıyız, hiç bir zaman ayrı düşünmedik. Onun için planlarımız Suriye içinde vardır. Hem demokratikleşmek, hem ilişkiler bakımından devletlerle ilişki bakımından. Bölgenin ve Suriye’nin bir parçasıyız. Suriye’nin istikrarını ve barışını istiyoruz,”[150] deyip; ABD öncülüğündeki koalisyonun kararı olmadan Fırat’ın batısına geçmeyeceklerini söylüyor![151]
“Suriye’nin bütünlüğünü savunmak ve ABD öncülüğündeki koalisyonun kararı olmadan Fırat’ın batısına geçmemek” anlayış(sızlığ)ı ister taktik, ister stratejik olsun; her ne hâl ise, tehlikeli ilişki(ler)in parçasıdır. Bu koordinatlarda Friedrich Schiller’in, “Bütün olmaya çalış,” uyarısı üzerine bir kez daha kafa yormakta yarar vardır.
III.2) ROJAVA DENEYİMİ
Ralph Waldo Emerson’un, “Dünya tarihindeki her muhteşem ve etkili anda, adanmışlığın zaferini görürsünüz,” sözleriyle betimlenebilecek Rojava Deneyimi, Nazan Üstündağ ile Bülent Küçük’e göre, “Yeni bir toplumsal düzen”dir;[152] Demir Çelik[153] ile Ahmet Çavlı[154] için de “Devrim”…
Hayri Demir ile Ersin Çaksu, “Kadınların evlerden çıkarak devrimin öncülüğünü yaptığı Rojava’da, toplumsal değişim-dönüşümün de asli unsuru yine kadınlar oldu,”[155] tespitinden hareketle bir kadın devriminden söz ederlerken; “Rojava Devrimi, hem barbarlığa karşı direnişiyle hem de ortaya koyduğu demokratik modelle insanlığın yüzünü döndüğü güneşe dönüştü… MLKP savaşçısı Seydo Azad, devrimin başından bu yana Rojava’da olduklarını kaydederek, ‘Uzaktan bakarak devrim tahlilini yapmak ne kadar doğru olabilir ki? Bugün ‘Rojava’da devrim yok’ diyenler buraya uzaktan bakanlardır. Buradan bu çağrıyı da yapalım: ‘Devrim değil’ diyenler gelip burada bu havayı soluyarak ona göre karar versinler’ dedi,”[156] türünden olguculuğa sarılmakta yarar umanlar da yok değil!
Hatta, hatta “Rojava klasik bir devrim değil. Ama post-modern özlemleri de karşılamaz. Aksine kendi devrimini gerçekleştirdiği oranda insanlığın gündemine başka düşün modellerini sokacak özelliklere sahiptir. Bundan dolayı içinde yaşadığımız uygarlığın sorunlarının içinden beklenen çözümler üretmeyecektir. Mesela son gerçek devrim endüstriye geçiştir. Yani yapısal bir dönüşümdür. Bunun yönetme ve yönlendirme sistemleri kapitalizm, sosyalizm ve ekseninde şekillenen modern devletle biçimlenmiştir. Liberalizm, sosyal demokrasi, çevreci hareketler, feminal yaklaşım mevcut mekanizmanın farklı süreçlerinin gerekleri ölçüsünde ortaya çıkmışlardır. Yani gerçek anlamda bir devrim, dönüşüm kategorisinde yer alamıyorlar. Kriterler ve yaklaşım değişmelidir,”[157] denilecek kadar abartılıyor Ahmed Pelda tarafından… Ve devrimi “insansız”laştırarak, “sınıfsız”laştırarak teknolojik değişime indirgemekten malûl bir anlayışı dillendiriyor.
Şurası vurgulanmalıdır: devrim teknolojide ya da zihniyetlerdeki bir dönüşüm (“modernite’den post-modernite’ye geçiş gibi) değil, mülkiyet ilişkilerindeki köklü değişikliğin adıdır. Yani üretim araçlarının mülkiyetinin bir sınıftan diğerine el değiştirmesinin…
1789 Fransız Devrimi, hatta 1917 Ekim Devriminden bile daha büyük bir devrim olarak gösterilmeye çalışılan Rojava Tezleri’nin Murray Bookchin patentli ve hiç de yeni olmayan anarşizan iddialar olduğu bir “sır” değildir.
Kimilerinin “teoriyi taktiğin konusu kılmak”[158] diye göklere çıkardığı yanılgı, özü itibariyle mefkureleri gerçekleştiremeyince gerçekleri mefkureleştirmek pragmatizminden ya da ideolojiyi siyasete güttürmekten başka bir anlam taşımaz!
“Direnişin sembolü olan Kobanê”siyle[159] Rojava, “Sadece oyun bozan değil, oyun da kuran”[160] bir dinamiktir Çağlar Özbilgin’in ifadesiyle; ancak bu imkânları kadar tehlikeleriyle de birlikte ele alınması gereken çokyönlü ve bağıntılı süreçtir.
Bu bağlam da çok önceleri söylediğim gibi, “Rojava, bir ulusal inşa girişimidir. Buna halk demokrasisi de diyebilirsiniz!
Ancak kurtarılmış bölgedeki ‘öz yönetim deneyimi’ denilen şey, sadece bir geçiştir; yani ‘kararsız denge’ hâlidir; uzun süre böyle kalmaz; ya bağımsızlığa doğru ilerleyecek veya gerileyecektir!
Rojava’ya ilişkin, ‘Bütün Ortadoğu’yu ve hatta dünyayı değiştirecek bir devrim’ veya ‘Dünyanın sıfır noktası’ benzeri sözlerin Zapatistalar için de kullanıldığı ve aradan geçen zaman ardından ne olduğu hepimizin malumudur…
Nihayet ‘Rojava’nın özerklik deneyimi kadar, bir feminist, sosyalist deneyim olduğu’ varsayımı sadece öznel bir görüştür; bir süre de propaganda malzemesi olarak böylece kalacaktır!
Rojava, radikal sosyalistler tarafından (Ulusların Kaderini Tayin Hakkı ekseninde) sonuna kadar desteklenmesi gereken bir özgürlük hamlesidir…”[161]
“Bir belirsizlikler ve riskler coğrafyası olarak Ortadoğu dengelerinin altüst olduğu güzergâhta Rojava’daki gelişmeler, Ortadoğu’da XX. yüzyıl statükosunun artık devam ettirilemeyeceğini göstermektedir; bunun kanıtıdır.”[162]
Ve “Certum an, sed incertum quando/ Olayın olacağı biliniyor, ama ne zaman olacağını kimse bilmiyor,” diye tanımlanması mümkün olan güzergâhta imkânları kadar tehditleriyle yeni bir gelecek bugünde biçimlenmektedir; ona ne şüphe?
O hâlde, “Yalnız barışçı değil, bir barış savaşçısıyım. Barış uğruna savaşım vermek istiyorum. İnsanlar savaşa savaş açmadıkları sürece, hiçbir şey savaşları ortadan kaldıramayacaktır,” diyen Albert Einstein’ın uyarısını kulağımıza küpe ederek; yolumuzu açmamız gerekiyor.
Tarihin hepimize sorduğu soru; yolumuzu açmaya cüret edip, edemeyeceğimize ilişkindir…
22 Şubat 2016 13:53:04, Ankara.
N O T L A R
[1] 26, 27 ve 28 Şubat 2016 tarihlerinde Avusturya’nın Ternitz, Viyana ve Linz kentlerinde ATİGF’in düzenlediği etkinliklerde yapılan konuşma…
[2] Jean Paul Sartre.
[3] Abbas Güçlü, “İlber Ortaylı’dan Ortadoğu Analizi”, Milliyet, 22 Ocak 2016, s.22.
[4] Fatih Yaşlı, “Petrol, Dolar ve Kan: Bölgesel Savaşa Doğru Ortadoğu”, Birgün, 6 Ocak 2016, s.3.
[5] Ceyda Karan, “Şapkadan Çıkan ‘ABD-Rus Planı’…”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2016, s.13.
[6] Ceyda Karan, “Şengal ve ‘Joey I’…”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2015, s.7.
[7] Yaman Törüner, “Ortadoğu Haritası”, Milliyet, 19 Ocak 2016, s.12.
[8] Selin Ongun, “Emekli Büyükelçi Uluç Özülker: Esad’ın Suriyesi Rusya’nın Mandası Oldu”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2016, s.7.
[9] Şükran Soner, “Suriye Odaklı 3. Dünya Savaşı…”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2016, s.9.
[10] “Rusya: Soğuk Savaş Dönemi”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2016, s.11.
[11] “ABD: Suriye Savaşını Bitirmek İçin Esad’la Konuşmak Zorundayız”, Hürriyet, 15 Mart 2015… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28459993.asp
[12] Özge Ozan, “ABD, Çıkarını Savunanın Arkasında Durur”, Halkın Sesi, Yıl:10, No:250, 27 Ocak-9 Şubat 2016, s.3.
[13] Seumas Milne, “Gerçekler Ortaya Çıkıyor: ABD Suriye’de IŞİD’in Yükselişini Nasıl Destekledi?”, 8 Haziran 2015… http://www.sendika.org/2015/06/gercekler-ortaya-cikiyor-abd-suriyede-isidin-yukselisini-nasil-destekledi-seumas-milne/
[14] “Ve Rusya, Suriye’de Tetiği Ateşledi”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2015, s.10.
[15] “Akdeniz’e Daimi Rus Gücü”, Cumhuriyet, 18 Mart 2013, s.12.
[16] Nilgün Cerrahoğlu, “Değişen Ortadoğu… Rusya ve İran’ın Çıkışı”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2013, s.8.
[17] Patrick Cockburn, “Irak ve Afganistan Savaşları Rusya’yı Baş Masaya Geri Döndürdü”, Radikal, 16 Eylül 2013, s.16.
[18] Sami Kohen, “Rusya Ne Yapmak İstiyor?”, Milliyet, 2 Ekim 2015, s.20.
[19] Foreign Affaires, 16 Eylül 2015.
[20] “FT: ‘Erdoğan’ın Büyük Güç Hayali Buraya Kadarmış’…”, Cumhuriyet, 5 Mart 2015, s.4.
[21] Ergin Yıldızoğlu, “Stratejik Derinlik: Fanteziler, Gerçekler”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2015, s.8.
[22] “İran: Türkiye Yeni Osmanlı Peşinde”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2014, s.12.
[23] Boyundan büyük işlere kalkışan neo-Osmanlı hayaller, attığı her adımda, her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. İşte iki örnek:
- i) Sosyal paylaşım sitesi Twitter’da ‘Başçalan’ adlı hesap tarafından yolsuzluk ve rüşvete dair yayınlanan kayıtlara skandal bir kayıt daha eklendi. Yayınlanan ses kaydına göre MİT, THY aracılığıyla Nijerya’ya kime gittiği belli olmayan bir miktar silah gönderiyor. Başbakan Başdanışmanı Mustafa Varank olduğu söylenen kişiye, THY Özel Kalem Müdürü Mehmet Karakaş olduğu belirtilen kişinin “Müslümanları mı öldürecek, Hıristiyanları mı öldürecek vebal altındayım.” diyerek silahların kime gideceğini sorduğu skandal ses kayıtlarında ortaya çıkıyor. Başbakan’ın danışmanı Mustafa Varank ise MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı kastederek, “Hakan Bey’le bir araya gelemedik, ondan dönemiyorum sana,” dediği anlaşılıyor. (“THY Uçaklarıyla Silah Sevkiyatı Tartışması”, Zaman, 20 Mart 2014, s.8.)
- ii) Yemen’e kaçak yolla gönderilen silahların saklandığı kutulara şöyle bir bakılmış… Türkiye’den Yemen’e kaçak yollarla gönderilen 2 bin 500 adet silahın gizlendiği bisküvi kutularının, Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün eşyanın “ambalajına zarar verilmeksizin işlem yapılması” yönündeki talimatı kapsamında arandığı, kırmızı hatta olan eşyanın arama sırasında kamera kaydının olmadığı ortaya çıktı. Müfettişler, bu şekilde arama uygulamasının kaldırılması, kamera kayıtlarının 1 yıl boyunca saklanmasını istedi. (Mahmut Lıcalı, “Yalandan Aramışlar”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2013, s.3.)
[24] Mutlu Yuca, “AKP Adaydan Tartışılacak Sözler”, Hürriyet, 4 Eylül 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29989887.asp
[25] Alın bir kaç örnek daha: “Ortadoğu’da 1517’de başlayan ‘Osmanlı Barışı’, 1917’ye kadar fasılasız dört asır sürdü… Ortadoğu Osmanlı’yı özledi.” (Nazif Gürdoğan, “Osmanlı’yı Özleyen Ortadoğu”, Yeni Şafak, 20 Ekim 2015, s.20.)
Veya BAREM Research’ün dünya genelinde 53 araştırma şirketinin yöneticisiyle, ‘Arap Baharı Dünya Fikir Önderlerinin Gözünde Türkiye’yi Nasıl Etkiledi?’ konulu anketine göre, araştırmacıların 10’da 7’si Türkiye’nin gelecekte Ortadoğu’nun lider ülkesi olacağını düşünüyor! (“Ortadoğu’nun Yeni Lideri Türkiye”, Sabah, 13 Mayıs 2012, s.9.)
[26] Ergin Yıldızoğlu, “Stratejik Derinlikten Stratejik Saçmalıklara…”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2013, s.4.
[27] Ergin Yıldızoğlu, “Dönülmez Akşamın Ufkunda…”, Cumhuriyet, 30 Mart 2015, s.9.
[28] Ergin Yıldızoğlu, “Ortadoğu’nun En Yeni Lider Adayı…”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2015, s.10.
[29] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Jeopolitik ve Türkiye”, Cumhuriyet, 30 Haziran 2015, s.8.
[30] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Kez İklim Çok Farklı”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2015, s.9.
[31] Serpil İlgün, “Hakan Güneş: AKP Bir Sünnîstan Hayal Ediyor”, Evrensel, 30 Kasım 2015, s.14.
[32] Ergin Yıldızoğlu, “İstikrar Olmadı, Savaş Verelim!”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2016, s.8.
[33] Can Uğur, “Ergin Yıldızoğlu: Taraf Olmanın Bedeli Ödeniyor”, Birgün, 22 Temmuz 2015, s.6.
[34] Nuray Mert, “Savaşa mı Giriyoruz?”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2016, s.5.
[35] Selin Ongun, “Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz: Türkiye Yeni Soğuk Savaşta Cephe Ülkesi, Rusya’nın Kuşatması Altında”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2016, s.13.
[36] Umur Talu, “Trajik Derinlik: Baldırandan Çaldıran’a!”, Haber Türk, 13 Mayıs 2013, s.14.
[37] Sami Kohen, “Ankara İçin Bölgesel Rol Fırsatı”, Milliyet, 3 Ekim 2014, s.19.
[38] “Davutoğlu: IŞİD, Terörize Gibi Görünebilir Ama…”, Taraf, 8 Ağustos 2014, s.9.
[39] Oysa IŞİD’in topraklarında hilafet ilan ettiği Irak’a ilişkin ‘BM Irak Yardım Misyonu ve İnsan Hakları Yüksek Temsilciliği’nin yayımladığı rapora göre, Ocak 2014-Ekim 2015 döneminde en az 18 bin 802 sivil öldürüldü, 36 bin 245 kişi yaralandı. 21 ayda 3.2 milyon Iraklı da yerinden oldu. (“BM: 3500 Kadın IŞİD Kölesi”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2016, s.13.)
[40] Kemal Göktaş, “O ‘Öfkeli Gençler’ Artık Kontrol Dışı”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2015, s.14.
[41] “IŞİD ile AKP’nin doğal ittifakı söz konusu!” (Amed Dicle, “Kobanê Direnişi”, Evrensel Pazar, 28 Eylül 2014, s.4.)
[42] Doğu Eroğlu, “Hamid Dabaşi: IŞİD Koalisyonun Emrinde”, Birgün, 29 Ekim 2014, s.12.
[43] İlhan Tanır, “Martin Chulov: IŞİD’i AKP Büyüttü”, Cumhuriyet, 11 Ağustos 2015, s.14.
[44] Sedat Sur, “DAİŞ’çiden İtiraf: Lojistiğimiz Türkiye’den”, Gündem, 18 Ağustos 2015, s.12.
[45] “Türkiye Batı’nın Paralı Askeri Gibi”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2012, s.12.
[46] “Almanya da Suriye’ye Giden Silahların Peşinde”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2015, s.12.
[47] “The Independent: Türkiye-Nusra Kolkola”, Gündem, 13 Mayıs 2015, s.13.
[48] Tolga Tanış, “ABD Yıllık ‘Terörizm Ülkeler Raporu’nu Yayınladı: Ana Yol Türkiye”, Hürriyet, 20 Haziran 2015, s.18.
[49] “NYT’dan ‘Bomba’ İddia: Türkiye’den IŞİD’e Giden Gübreler Bomba Yapımında Kullanılıyor”, Birgün, 6 Mayıs 2015, s.9.
[50] “Devrimcilikten Savaş Ağalığına”, Radikal, 2 Aralık 2013, s.22.
[51] Özcan Yaşar, “Özgür Hırsız Ordusu”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2014, s.7.
[52] “Focus: İsrail Komandoları Halep’te”, Birgün, 3 Ocak 2013, s.11.
[53] “Süryanîler Türkiye’ye Öfkeli”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2015, s.9.
[54] Duygu Güvenç, “Yurttaş ‘Kardeşler’…”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2014, s.8.
[55] “Muhalifler Halep’te Maaşları TL ile Ödüyor”, Milliyet, 19 Ağustos 2015, s.22.
[56] “Türkiye Yağmayı Destekliyor”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2013, s.11.
[57] “Bin Fabrika Türkiye’ye Kaçırıldı”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2013, s.12.
[58] Kemal Göktaş, “MİT Araçları Cihatçılara Çalışıyor”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2015, s.15.
[59] “Birleşmiş Milletler’den Türkiye’ye TIR Uyarısı”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2014, s.7.
[60] “The Times Gazetesinden Bomba Türkiye ve IŞİD İddiası”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2014, s.12.
[61] Bahadır Selim Dilek, “Çeçen Savaşçı Trafiği”, Cumhuriyet, 25 Mart 2013, s.12.
[62] “Die Welt: IŞİD’in Yüzde 10’u Türk”, Milliyet, 6 Ağustos 2014, s.19.
[63] Elmas Topçu, “IŞİD’in Cazibesi”, Evrensel Pazar, 7 Aralık 2014, s.4.
[64] “Suriye’de 500 Türk Savaşçı”, Taraf, 23 Eylül 2013, s.10.
[65] İdris Emen, “Adıyaman – Suriye Cihat Hattı”, Radikal, 29 Eylül 2013, s.8-9.
[66] Işıl Özgentürk, “Bütün Söz Vermelerin Tarihçesi; Sevgim Acıyor”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2014, s.18.
[67] Alican Uludağ, “IŞİD Sınırı Geçerken Devlet İzlemiş”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2016, s.14.
[68] Kemal Göktaş, “Bombalar İki Yılda Böyle Hazırlandı”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2015, s.8.
[69] “IŞİD Komutanından Çarpıcı Sözler: Artık Türkiye’ye Girmek O Kadar Kolay Değil”, Hürriyet, 14 Ağustos 2014, s.21.
[70] “Amerikalı Cihatçının ‘İstanbul Macerası’…”, Milliyet, 31 Ağustos 2014, s.22.
[71] Nilgün Cerrahoğlu, “Hint Diplomatı M.K. Bhadrakumar: Çaresiz Yalnızlık”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2014, s.7.
[72] Tuğba Tekerek, “Henri Barkey: Türkiye’de IŞİD Destekçisi Altyapı Var”, Taraf, 15 Eylül 2014, s.7.
[73] Ayşe Sayın, “Kürtler: Türkiye Bizi Sattı”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2014, s.7.
[74] Mahmut Lıcalı, “IŞİD’i Türkiye Güçlendirdi”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2014, s.4.
[75] “ABD: IŞİD Petrolü Türkiye’ye Gidiyor”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2015, s.6.
[76] Sebahat Karakoyun, “Irak’tan Alınan Petrol Aslında IŞİD Petrolü”, Birgün, 4 Aralık 2015, s.10.
[77] “Satışlar Başladı”, Birgün, 2 Aralık 2015, s.8.
[78] “IŞİD Petrolü Üç Güzergâhtan Türkiye’ye Gidiyor”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2015, s.12.
[79] “IŞİD’den Türkiye’ye 8 Ayda 800 Milyon Dolarlık Petrol”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2015, s.12.
[80] “IŞID’in Petrol Trafiği”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2015, s.6.
[81] Çiğdem Toker, “IŞİD Petrolü ve Türkiye”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2015, s.8.
[82] Çiğdem Toker, “Türkiye IŞİD Raporunu Niye Hatırlatmıyor?”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2015, s.8.
[83] Erk Acarer, “En Çok Kadın O Astsubaya Gider”, Cumhuriyet, 5 Mart 2015, s.8.
[84] Meltem Yılmaz, “Suriyeli Aile Türkiye Gerçeğiyle Tanıştı”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2013, s.7.
[85] Bünyamin Aygün, “Suriyeli Zeynep’in Çaresiz Bekleyişi”, Milliyet, 20 Eylül 2013, s.19.
[86] İklim Öngel, “Sınırda Fuhuş Batağı”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2013, s.7.
[87] Haşim Abak-Fikret Aydemir, “Listeden ‘Kuma’ Ticareti!”, Gündem, 18 Şubat 2014, s.2.
[88] Erk Acarer, “Kamptan Pavyona”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2014, s.6.
[89] İdris Emen “İstanbul’da Yol Kenarında Bir Mülteci Kenti Doğdu”, Radikal, 28 Nisan 2014, s.4-5.
[90] İdris Emen, “O Mülteci Kampı Artık Yok!”, Radikal, 29 Nisan 2014, s.4-5.
[91] Ceyda Karan, “Tel Abyad Masalları”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2015, s.7.
[92] Nihat Ali Özcan, “Davutoğlu: PYD Unsurları da PKK Gibi Türkiye İçin Tehdittir”, Milliyet, 28 Eylül 2015, s.14.
[93] Mahmut Oral, “Ağır Silahlar Türkiye’den”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2014, s.9.
[94] Cafer Solgun, “IŞİD Kobanê’ye Neden Saldırıyor”, Taraf, 10 Temmuz 2014, s.8.
[95] “Demirtaş, Öcalan’ın Tartışılan Mesajını Okudu”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2014, s.5.
[96] “Erdoğan: İlk Tercihimiz ÖSO İdi”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2014, s.7.
[97] “Fransa’dan Türkiye’ye ‘YPG’ Çağrısı”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2016, s.10.
[98] “Erdoğan ve Çavuşoğlu’na ABD’den Yalanlama!”, Taraf, 21 Şubat 2016… http://www.taraf.com.tr/erdogan-ve-cavusogluna-abdden-yalanlama/
[99] İlhan Tanır, “ABD’den Türkiye’ye Yalanlama: Belge Verilmedi”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2016, s.13.
[100] İlhan Tanır, “Türkiye-ABD İlişkilerinde Tarihi Düşüş”, Cumhuriyet, 6 Mart 2015, s.9.
[101] Tolga Tanış, “Biden’dan Yalanlama: Ben Erdoğan’dan Asla Özür Dilemedim”, Hürriyet, 5 Kasım 2014, s.14.
[102] “ABD’den Erdoğan’a Yalanlama: Hiçbir Zaman Özür Dilemedim”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2014, s.12.
[103] “Cockburn: Türkiye ABD’nin Sabrını Taşırdı”, Radikal, 21 Ekim 2014… http://www.radikal.com.tr/dunya/cockburn_turkiye_abdnin_sabrini_tasirdi-1220177
[104] “ABD: PKK ve PYD Farklı Örgütler”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2014, s.7.
[105] “Washington Post: ‘ABD ile Türkiye’nin 60 Yıllık İttifakı Çatırdıyor”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2014, s.15.
[106] Cansu Çamlıbel, “Hugh Pope: ABD Sırt Sıvazlıyor Erdoğan Yalnız”, Hürriyet, 20 Mayıs 2013, s.18.
[107] Sefa Karahasan, “Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu: Model Ortağımız ABD, YPG’yi Tercih Edemez”, Milliyet, 27 Temmuz 2015, s.16.
[108] Ceyda Karan, “… ‘Kifayetsiz Muhteris’ Müttefik”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2014, s.11.
[109] İlhan Tanır, “ABD: Türkiye’nin IŞİD’e Karşı Desteği Yetersiz”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2015, s.8.
[110] “ABD’den Erdoğan’ın Sözlerine Cevap: Bizim İçin de Önemli”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2014, s.9.
[111] “PYD’den Flaş ‘Türkiye’ Açıklaması”, Hürriyet, 14 Şubat 2016… http://www.hurriyet.com.tr/pydden-flas-turkiye-aciklamasi-40054369
[112] Cansu Çamlıbel, “Malcolm Hoenlein: PKK-IŞİD Varken İşbirliği Acil ve Elzem”, Hürriyet, 15 Şubat 2016, s.20.
[113] Barak Ravid, “Çıkarlar Ego ve Politikaya Gelip Geldi”, Evrensel, 24 Mart 2013, s.7.
[114] Selahattin Soro, “Rusya Resmen Suriye’de!”, Gündem, 16 Eylül 2015, s.13.
[115] Ali Bayramoğlu, “İki mesele: Sünnî Siyaset ve Kürt Sorunu”, Yeni Şafak, 27 Eylül 2014, s.3.
[116] “Karayılan: İntikam Alınacak”, 13 Ocak 2016… http://www.bestanuce6.xyz/haberayrinti.php?id=237268
[117] Hasan Bildirici, Rojevakurdistan… http://rojevakurdistan.org/hasan-bildirici
[118] Namık Durukan, “Sakal Kesmek Artık Serbest”, Milliyet, 21 Haziran 2015, s.20.
[119] Namık Durukan, “Vahşetin Dibi Yok!”, Milliyet, 22 Haziran 2015, s.15.
[120] Tolga Şardan, “Kobanê’de ‘Sessiz’ Katliam”, Milliyet, 27 Haziran 2015, s.17.
[121] Namık Durukan, “Kobanê’nin Yetim Kalan Çocukları!”, Milliyet, 28 Haziran 2015, s.17.
[122] Namık Durukan, “Komşu Dediklerimiz Çocukları Öldürdü”, Milliyet, 29 Haziran 2015, s.13.
[123] Namık Durukan, “IŞİD Kobanêli Son Ermeni’yi Katletti”, Milliyet, 1 Temmuz 2015, s.19.
[124] Namık Durukan, “Oğlumu Gözümün Önünde Öldürdüler”, Milliyet, 23 Haziran 2015, s.15.
[125] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1997, s.201-192.
[126] Geçerken hatırlatalım: Heracleitus, “Karşıtlar yararlıdır, en iyi uyum farklılıklardan çıkar,” derken ekler Jacques Ranciere de: “Görüş ayrılığı, beyaz diyenle siyah diyen arasındaki bir çatışma değildir. Görüş ayrılığı, beyaza beyaz diyen ama beyazdan farklı şeyler anlayanlar arasındaki bir çatışmadır.”
[127] “Hıristiyanlardan PYD’ye Suçlama”, Hürriyet, 5 Kasım 2015, s.23.
[128] “YPG ‘Savaş Suçu’ İşliyor”, Hürriyet, 14 Ekim 2015, s.30.
[129] “ABD’den Türkiye Açıklaması: İnanmayın!”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2014, s.15.
[130] Pınar Ersoy, “ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Blinken: Partnerimiz Türkiye Başka Tercih Olmaz”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2015, s.17.
[131] Murat Çakır, “… ‘Yeni Suriye’ ve Rojava”, Gündem, 3 Ekim 2015, s.13.
[132] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 2006, s.52.
[133] “Kerry: Kobanê Düşmedi Çünkü Biz Devreye Girdik”, Radikal, 13 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/dunya/kerry-Kobanê-dusmedi-cunku-biz-devreye-girdik-1471813/
[134] Tolga Tanış, “ABD, Suriye’ye Asker Gönderecek”, 30 Ekim 2015… http://www.hurriyet.com.tr/abd-suriyeye-asker-gonderecek-40008015
[135] “Suriye’de ABD-YPG ‘Üssü’…”, Milliyet, 24 Ocak 2016, s.22.
[136] “Suriyeli Kürtlere Doğrudan Silah”, Hürriyet, 4 Ekim 2015, s.22.
[137] “YPG sözcüsünden Salih Müslim İçin Sert İfadeler”, Milliyet, 16 Ekim 2015… http://www.milliyet.com.tr/ypg-sozcusunden-salih-muslim-icin/dunya/detay/2133082/default.htm
[138] “ABD 50 Ton Silah Yolladı”, Birgün, 14 Ekim 2015, s.13.
[139] “Rojava’da 450’den Fazla Asayiş Üyesine Eğitim”, Milliyet, 11 Eylül 2015, s.19.
[140] “ABD Dışişleri’nden YGP’ye Çağrı: Türkiye ile Gerilimi Yükseltmekten Kaçının”, Hürriyet, 17 Şubat 2016… http://www.hurriyet.com.tr/abd-disislerinden-ygpye-cagri-turkiye-ile-gerilimi-yukseltmekten-kacinin-40056083
[141] M. Ali Çelebi, “ABD’de Temsilcilik”, Gündem, 19 Ekim 2015, s.12.
[142] “ABD’den PYD’ye ‘Teselli Ziyareti’…”, Milliyet, 2 Şubat 2016, s.12.
[143] Yusuf Karataş, “Sakın PYD ile İş Tutmayın!”, Evrensel, 26 Ekim 2015, s.8.
[144] “Putin: Suriye Ordusu Irak ve Kürtler Birleşmeli”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2015, s.10.
[145] “Rusya, PYD ile Görüştü”, Radikal, 9 Ekim 2015… http://www.radikal.com.tr/dunya/rusya-pyd-ile-gorustu-1448747
[146] “Moskova’da Resmi Rojava Temsilciliği”, Gündem, 11 Şubat 2016, s.12.
[147] “Rojava Özerk Yönetimi’nin Moskova Temsilciliği Açıldı”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2016, s.7.
[148] “Suriye’nin BM Özel Temsilcisi Caferi’den ‘PYD’ Açıklaması”, Hürriyet, 17 Şubat 2016… http://www.hurriyet.com.tr/suriyenin-bm-ozel-temsilcisi-caferiden-pyd-aciklamasi-40056025
[149] “Suriye Lideri Esad: PYD’ye Silah Verdik, Belgesi Var”, Hürriyet, 8 Aralık 2015… http://www.hurriyet.com.tr/suriye-lideri-esad-pydye-silah-verdik-belgesi-var-40024363
[150] Feri Aslan, “PYD Eş Başkanı Müslim’den Flaş Açıklama”, Hürriyet, 19 Temmuz 2015… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/29585828.asp
[151] “PYD: ABD’siz Fırat’ı Geçmeyiz”, Cumhuriyet, 12 Şubat 2016, s.7.
[152] Nazan Üstündağ-Bülent Küçük, “Yeni Bir Toplumsal Düzen: Rojava”, Mevsimlik, No:1, Bahar-2015, s.47-56.
[153] Demir Çelik, “Rojava Devrimi”, Gündem, 20 Temmuz 2015, s.11.
[154] Ahmet Çavlı, “Halk Devrimi Rojava ve Faşizm”, Politika, Yıl:1, No:17, 1 Ağustos 2015, s.10.
[155] Hayri Demir-Ersin Çaksu, “Rojava Devrimi, Kadın Emeğiyle Yaratıldı”, Gündem, 24 Temmuz 2015, s.14.
[156] Hayri Demir-Ersin Çaksu, “Rojava Devrimi İnsanlık Devrimidir”, Gündem, 25 Temmuz 2015, s.14.
[157] Ahmed Pelda, “Rojava’da Devrim Adına Farklı Olan Ne?”, Gündem, 20 Temmuz 2015, s.4.
[158] “Kürdistan Hareketi, Öcalan’ın 1999’dan itibaren oluşturduğu ‘yeni paradigma’nın yönetsel/politik uygulama modeli olarak, 2005’ten bu yana ‘demokratik özerklik’ hedefini belirlemiş bulunuyor. Merkezî bir gücün yönettiği geniş bir bütün içinde, bir alt-birimin belli koşullar altında kendi kendini yönetme hakkı olarak özerkliğin, statik bir anlayış bakımından devrimci olmadığı açıktır. Fakat, hiçbir model ‘şişede durduğu gibi durmaz’! Model, taşıyıcılarına bir yön verir, ancak taşıyıcıların dinamiği modeli alıp götürebilir ve taşıyıcılara başka bir model bulmak düşer.
Abdullah Öcalan’ın temel bir özelliği teoriyi taktiğin konusu kılabilmesidir. Teori, dokunulmaz ve yüce yerinde tozlanmaya bırakılmıyor, her konjonktürde hareketin hizmetine koşuluyor. Lenin gibi başarılı kurucu politik önderlere özgü bu nitelik, doktrinerlerce yaygın olarak oportünizm olarak damgalanır. Kürdistan Hareketi, bu akışkanlığı bir tanımlayıcı öğe hâline getirmiştir. Hareketin çapraşık, kesişen, aykırı, birçok bileşeni karmaşık bir bütünlük olarak beliriyor. Hareket, bu hâliyle doktriner bakışlarca anlaşılması olanaksız bir tablo sunuyor.” (Metin Kayaoğlu, “Geçiş Hâlinde Bir Paradigma ve Geçiş Hâlinde Bir Model: Demokratik Özerklik”, Teori ve Politika… http://www.teorivepolitika.net/index.php/component/k2/item/547-gecis-hâlinde-bir-paradigma-ve-gecis-hâlinde-bir-model-demokratik-ozerklik)
[159] “Direnişin Sembolü: Kobanê!”, Özgür Gelecek, No:45, 2-8 Temmuz 2015, s.16
[160] Çağlar Özbilgin, “Rojava: Sadece Oyun Bozan Değil, O Artık Oyun da Kuran”, Halkın Sesi, Yıl:10, No:247, 16-29 Aralık 2015, s.8.
[161] Temel Demirer, “Ortadoğu ve Rojava ya da Tehditler ile İmkânlar”, Kaldıraç, No:159, Eylül 2014.
[162] Temel Demirer, “Ortadoğu’da Durum ve Olanak(lar)”, Newroz, Yıl:8, No: 256, 1 Eylül 2014.