Öncesi de vardır. 7 Haziran seçimlerine giden süreç, bunun başlangıcıdır ve demek ki, 1,5 yıla yaklaşık bir süredir. 7 Haziran seçimlerinde, AK Parti, tek başına iktidar olma şansını yitirdi. Ve Saray, hemen devreye girdi. Meclis başkanlığı vb. numaraları ile, Baykal ve Bahçeli yedeklerini devreye sokarak, “seçimler yok hükmündedir”e ulaştılar. HDP’nin aldığı oy oranı, iktidarın tüm bileşenlerini rahatsız etti. AK Parti, CHP, MHP buna göre tutum aldı. Ve 7 Haziran öncesinde başlayan, hatta Dolmabahçe mutabakatının yok sayılması ile başlayan saldırganlık, 7 Haziran sonrasında daha da tırmandırıldı. IŞİD’e bağlı güçler, doğrudan devletin emri ile devreye sokuldu. Diyarbakır mitingi bombalandı, Suruç devreye sokuldu, birçok yerde HDP binalarına saldırılar düzenlendi, Ankara’da barış mitingi bombalandı vb. Binlerce insan öldürüldü. Ve ardından, 1 Kasım seçimleri ile, AK Parti’nin yeniden tek başına iktidar olmasının yolu açıldı. Seçimlerin zaten bir öneminin kalmadığı uygulamalar devreye sokuldu.
Saray, daha doğrudan devreye girdi.
Bir yandan, bölgemizde süren paylaşım savaşımında sürekli saldırgan tutum almaları ve giderek kaybetmeleri, diğer yandan içeride devletin çözülme süreci, daha da sert saldırıları devreye sokmalarına neden oldu.
15 Temmuz darbesi ve ardından Saray darbesi ile OHAL uygulamaları devreye sokuldu. Tüm bu süreçte, halka, halklara, işçi ve emekçilere karşı saldırılar daha da yoğunlaştı.
Suriye’nin üzerine çeteleri süren devlet, giderek çeteleşti. Bugün, Mehmet Ağar bir tarafta, Sedat Peker diğer tarafta, Cübbeli Ahmet Hoca bir tarafta, Menzil tarikatı öbür tarafta, SADAT AŞ bir tarafta, inşaat çetesi bir tarafta, bankacılık çetesi bir tarafta, basın çetesi diğer tarafta, tüm devlet çeteleşmiştir. Eğitimin de bir çetesi var, diyanet işlerinin de. Çeteleşme, aynı zamanda, hukukun rafa kaldırılması veya OHAL uygulamalarının devreye sokulması ile de paraleldir.
Milli irade ile seçilmiş olmanın haklılığını her fırsatta masaya sürenler, belediyelere, seçilmiş başkanların yerine kayyumlar atadılar. Hukuk mu, çete hukukudur. Gülen operasyonu adı altında, binlerce devrimci ve demokratı, binlerce aydını, binlerce barış severi hapislere atıp, cezalandırmaya yöneldiler. Basın üzerine tam bir çete kontrolü organize ettiler. Artık, basın kurulu diyebileceğimiz bir mafya çetesi vardır. Başında Albayrak olduğunu, Albayrak’ın hacklenen emaillerinin ortalığa saçılması yolu ile biliyoruz. Doğan medya grubunun, nasıl bu karanlık organizasyonun içinde yer aldığını tüm açıklığı ile görebiliyoruz.
Tüm bu çeteleşme, bir yandan baskı ve şiddettir. Bir yandan ise karanlık demektir. Artık, halkın haber alma özgürlüğü diye bir şeyden söz etmek mümkün değildir ve Saray, iktidar, devlet, bu konuda bir hassasiyete de sahip değildir. Ne hakkı, ne hukuku, ne basını, ne hürriyeti, ne aydınlığı, ne özgürlüğü diye gürlüyorlar ve buna uygun olarak bir günlük pratik sergiliyorlar.
Yasa denilen şey, tümü ile Saray’ın isteklerine kalmıştır. Ne deniyorsa odur. Kraldan başka gölge kabul edilemez ve bunun için, güneş artık doğmayacak şekilde organize olmaktadırlar.
En son, Kışanak gözaltına alındı. Zaten OHAL yasaları var iken, üstüne bir de 5 günlük hak mahrumiyeti uygulamaya koymuşlardır. Yani, 5 gün boyunca Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları, avukatları da dahil, kimse ile görüşemezler denildi. Bu, yasaların keyfe keder uygulamasının en açık kanıtıdır.
AKUT kurucusu Nasuh Mahruki, bir TV programında, denetimini kaybederek bazı sözler sarf etti ve gözaltına alındı, hakkında dava açıldı. Kendisi, hemen durumu kavrayıp, Erdoğan’dan özür dilese de, dava devam edecek. Erdoğan’ı ikna etmesi için, araya çeteleri, hatırlı kişileri koyması yetmez, tatmin edici miktarda bir para da ödemesi gerekir. Gülen örgütünden dolayı içeri alınan bazı işadamları, mallarını Erdoğan ve Saray çevresine bağışlarlarsa, affedilmişlerdir.
Baskı ve şiddet, sürekli tırmandırılmaktadır.
OHAL uygulamaları, OHAL’i de aşan uygulamalar olarak devreye konulmaktadır. Yakında, süper OHAL diye bir kavramı devreye sokmaları sürpriz olmaz. Ve tüm bunlar olurken, tüm medya, tüm iletişim araçları kontrole alınmaktadır. Bu yolla baskıya, tam bir karanlık eklenmektedir.
Baskı ve karanlık, bu burjuva egemenliğin, bu kan emici iktidarın vazgeçemeyeceği yönetim araçlarıdır.
İstedikleri, halkın tamamen susması, işçi ve emekçilerin tamamen esir olması ve tam bir sessizliktir. İstedikleri, kendilerine hiçbir varlığın muhalif olmamasıdır. Bu nedenle, tüm halkla bir savaşa tutuşmuş durumdadırlar. Devlet, halkla tam anlamı ile bir savaşa tutuşmuş durumdadır.
Ve tüm bu baskı, tüm bu karanlık, aslında giderek daha da güçsüzleştikleri içindir. İktidarlarını, cennetlerini, egemenliklerini kaybetme korkusu ile bu kadar azgınca saldırıyorlar, bu kadar hukuk tanımazlar, bu denli telâşlılar. Korkuyorlar ve korkularını halka bulaştırmak istiyorlar. Bu nedenle acımasız bir terör organize ettiler, ediyorlar. Bu nedenle büyük bir karanlık organize ediyorlar. Bu nedenle tüm bağımsız basın organlarını kapatıyorlar, susturuyorlar.
Ve tüm şiddetli saldırılara rağmen, aydınlık ve özgür bir dünya mümkündür, diyoruz.
Seyretmeye hemen son vermeliyiz. Tüm halkın, olanı biteni seyretme, şaşkınlıkla seyirci kalma durumuna son vermesi gerekir. Bu demektir ki, hemen kolları sıvamalı, hemen örgütlenmeye girişmeliyiz. Seyretmek yok, örgütlenmek gerekir.
Onların basını, onların şiddeti, silâhları, yalanları vb. var. Ama biz de halklarız, milyonlarız ve gerçekte hayatı üreten biziz. Bizim eksiğimiz, örgütsüzlüğümüzdür. Bu nedenle, sessizliğe son vermek demek, en başta örgütlenmek demektir.
Özgürleşmenin yolu, örgütlenmeden geçmektedir.
Sabırla, inatla, bilinçle, adım adım örgütlenmek.
Örgütlenmek, aydınlığın ve özgürlüğün yolunu açacaktır.