SSCB’nin çözülüşü sonrasında, alttan alta emperyalist güçler arasında süren dünyanın paylaşılması savaşımı, su üstüne çıkmaya başladı. Farklı farklı biçimler alarak gelişti, gelişiyor. Dünyayı bir yangın yerine çevirme noktasına erişiyor.
Afganistan ve Irak işgali ile ABD, dünya egemenliğini, “imparatorluğu” ilan etmeye çalıştı. Roma’dan daha büyük bir imparatorluk ilanına hazırlanırlarken, işler istedikleri gibi gitmedi. Ve bu kez, bir adım geri çekildiler. Obama dönemi aslında bu geri çekiliş dönemidir. Ama aynı anda ABD, savaşı başka biçimlere evriltmeye başladı. Libya savaşında tüm emperyalist güçleri birleştirdi ve petrolün tatlı geliri ile tüm emperyalist Avrupa, ABD’nin arkasına katıldı. Ardından sıra Suriye’ye geldi.
Aynı anda, dünyanın farklı yerlerinde, halkların, ortak direnişi gelişmeye başladı. Dünya halklarının farklı biçimlerde gelişen sisteme karşı tepkisi, sosyalizm hedefine yönelmemiş olsa da, kapitalist sistemin açık bir eleştirisini ortaya koymaya başladı.
Böylece, paylaşım savaşını yürüten güçler, aynı anda, halkların gelişmekte olan, henüz gelişmekte olan direnişini de önlemek için saldırıya geçtiler. Ekim Devrimi deneyimini hatırlamış olmalılar.
Suriye savaşı, tüm Ortadoğu’yu kana bulayan bir yeni sürecin önünü açtı. ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın desteklediği IŞİD, bir çete olarak ortaya çıktı. Bu çete savaşı, sadece Suriye ile sınırlı kalmadı. İnsan yakmalar, kafa kesmeler, akıl almaz şiddet biçimleri, kadın ve çocukların öldürülmesi, farklı tarzda bir çete savaşını ortaya koydu.
Bu çete savaşı, bir yanda paylaşım savaşımını, tetikçiler, çeteler eli ile yürütme girişimidir. Ukrayna’da da böyledir, Suriye ve tüm Ortadoğu’da da. Ama bu çetelerin sahneye çıkışı, aynı zamanda dünyanın farklı ülkelerinde farklı biçimler altında gelişmekte olan direnişi de bastırmak için iş görmeye başlamıştır.
Ülkemiz buna bir örnektir.
Suriye savaşına aktif bir tetikçi olarak dalmış olan Türkiye, IŞİD çetelerini Suruç’ta, Ankara garında vb. olduğu gibi, kitlesel uyanışı önlemek, kitle eylemlerini bastırmak için de kullanmakta sakınca görmedi. Ukrayna’da da sosyalist hareketi bastırmak için aynı işi, devleti eli geçirmiş olan eski Nazi çetelerine yaptırdılar.
Ve bugün, tüm Avrupa, IŞİD saldırıları ile, sisteme karşı gelişen muhalefeti sahneden atmaya başlamıştır. Sahneye IŞİD tehdidi öylesine dolmuştur ki, bir yandan tüm toplumsal muhalefet sahneden atılmış, diğer yandan ise “olağanüstü” hukuk uygulamaları için bahaneler bulunmuştur.
IŞİD ve benzeri çeteler, öylesine sahneye sokulmuştur ki, dünya gericiliği, bu yolla dünyanın birçok yerinde halkların sistemi sorgulayan kitlesel eylemlerini bastırmak için, burjuva hukukunu askıya almıştır, dünyanın her yerinde, burjuva devlet, gerçek dişlilerini ortaya çıkarmaya başlamıştır. Fransa’yı ele alın, sonunda aylar sonra Paris sokaklarında insanlar, askerin şehir içindeki varlığına karşı eylemlere başlamışlardır. Ve hemen ardından Brüksel saldırıları gelmiştir. Yeniden tüm Avrupa’da, “güvenlik” önlemleri adı altında olağanüstü hâl uygulamaları devreye sokulmaktadır.
Tüm bunlar dünyanın paylaşımı savaşı ile birleşmektedir. Mesela Türkiye, bizzat Cumhurbaşkanı’nın ağzından AB’yi, “mülteci” politikası ile tehdit etmektedir ve bu yolla ciddi paralar ve tavizler almışa benzemektedir.
Yaratılmış olan bu ortamda, çeteler, sahibinin elinde çok fonksiyonlu birer savaş aracı olarak iş görmektedir. Ve dünyanın her yerinde bu çeteleşme, yol almakta, yaygınlaşmaktadır.
Bu sürece destek veren devletlerin çeteleşmesi, elbette çok daha hızlı gelişmektedir. Türkiye buna bir örnektir. Suriye Afganistan’a benzetildikçe, Türkiye de Pakistan hâline gelmektedir.
Bu bir yönü ile bir paylaşım savaşıdır ve bunda kuşku yoktur. Yeni dünya savaşı, her aşamada farklı biçimler almaktadır. Yugoslavya’nın parçalanmasında etnik çatışma, yine çeteler ve tetikçiler aracılığı ile savaş yürütülmüştür. Ukrayna’da Nazi çeteleri devreye sokulmuştur. Bugün Ortadoğu’da ise, IŞİD eli ile, hem dinî farklılıklar, hem etnik farklılıklar bir arada devreye sokulmaktadır.
Emperyalist güçler, kendi amaçlarına ulaşmak için, bu çeteleri, bazı kendilerine bağlı devletleri kullanmaktadır. Bu yolla, kendi güçlerini toplamak, mevzi kazanmak ve kendilerine göre rakiplerini güçsüzleştirmek için yol almaya çalışmaktadır.
Suriye savaşı, bu açıdan, bir laboratuvar hâline getirilmiştir. Ve bugün bu savaş, dünyanın başka yerlerine de ulaşmaktadır.
Fransa, savaştayız derken, acaba sadece IŞİD’i mi kastetmektedir, yoksa kendince açıklamasa da, arkadaki devletleri de kastetmekte midir?
Aslında yeni paylaşım savaşımının fiilen başlamış olduğunun itirafıdır bu. Bu savaş, çetelerin devletleşmesi ve devletlerin çeteleşmesi süreci ile işlemektedir. IŞİD, bir devlet olarak kendini ilan etmiş, bununla kalmamış, 40 ülke ile diplomatik, askerî, ekonomik ilişki kurmuştur. İslam dünyasına dönük olarak halifelik ilan etmiştir ve doğrusu İslam dünyasından yeterli tepkiyi de görmemektedir. Öte yandan bir çok devlet, çeteleşmiştir.
Devletlerin çeteleşmesi, gerçekte içinden geçtiğimiz çağa da uygundur. Emperyalist odakların kendi sömürgelerindeki devletin “sınırlarını” ortaya koyan bir “radikal” yaklaşımdır da. Bir sömürge ülkenin devleti, gerçekte bir cins çetedir. Suudi Arabistan devleti, bir petrol kuyusunu bekleyen çete değil de nedir? Bunu birçok ülkeye uygulayabilirsiniz. Bizim ülkemizde devletin, baştan aşağıya rant paylaşımına dayalı bir çeteleşme yaşadığı, banka müdürünün evinden çıkan ayakkabı kutularından, Bakan’ın rüşvetçi bir karapara operasyoncusunun önünde yatarım çığlıklarından belli idi. Ama çeteleşme, burada sınırlı kalmamıştır. Kürt halkına, Kürt halkı nezdinde halklara karşı yürütülen savaş, çeteleşmenin bir başka boyutu değil midir?
Bu bir yönü ile paylaşım savaşıdır ve bunu artık anlamak kolaydır.
Bir yönü ile ise, bu, halkları esir alma savaşımıdır. Bu, çetelerin devletleşmesi ve devletlerin çeteleşmesi ile imal edilen çete-devlet terörü, gerçek anlamı ile halkları suskunlaştırmak, toplumsal aklı yok etmek, kitlesel eylemleri bastırmak ve bu yolla suskun, sessiz, eli kolu bağlı, esir bir toplum yaratmak için kullanılmaktadır. Bu çete-devlet terörü, tüm toplumu esir alma operasyonunun bir parçasıdır. Bu çete-devlet terörü, olağanüstü hâl uygulamaları ile, tüm demokratik hakları tırpanlamak için kullanılmaktadır.
Ülkemizde son dönemde gelişen süreç buna örnektir. Devlet, parlamentoyu işlevsiz kılmış, devre dışına bırakmıştır. Sarayın deyimi ile fiili durum yaratılmış, meclis iş emirlerine göre çalışan bir kurum olmuştur. Bakanlar kurulunun arkasında, paralel bir bakanlar kurulu devreye sokulmuştur. AK Parti diye bir parti, MHP diye bir parti kalmamıştır.
Ve bugün, açıkça, emirle, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, sanatçının, yazarın. öğretim üyesinin vb. terörist ilan edilmesi için uygun “hukuk” yaratılması tartışılmaktadır.
Daha da uzatmak, örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Ama sanırız, bu kadarı ile, bu sürecin aynı zamanda halkların esir alınması süreci olduğunu görmek artık mümkündür.
İşte bu nedenle, tüm bu sürece karşı direnmek, insan olarak kalabilmenin asgarî temeli hâline gelmiştir. Direnmek sadece insan olarak kalmanın değil, gerçekten de özgürleşmenin, zafere ulaşmanın da yoludur.