“4 füze attırıp” savaş çıkartmaktan söz edenlerin sığlığına yakışmayacak derinlikli bir plan gibi görünse de, şu an kazanmak için değil, kaybetmemek için saldıran iktidarın “fabrika ayarları”nda gizli yöntemleri kullanması anlaşılmaz bir durum değil.
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın hazırladığı rapor Erdoğan’ın “yeni bir güneydoğu yaratacağız” açıklamalarının hemen ardından geldi.
Elbette bu noktaya gelesiye kadar Kürt illerinde göçe zorlayacak politikalar, saldırı ve katliamlar çoktan devreye konmuştu ve halen devam ediyor.
Buna son olarak Sur’da gözaltına alınıp tutuklananların çocuklarının devlet tarafından ailelerinden koparılmasını da ekleyelim.
Türkiye’nin kantonların birleşmesi ile “Kuzey Irak benzeri” diye tariflediği bir bölgenin Suriye sınırları içinde oluşmasına karşı duruşu net olarak bilinirken, Suriye’deki savaşın devam etmesi için gösterdiği çabanın içerideki saldırılar ile ne kadar iç içe olduğu da netlik kazanıyor.
“Mülteciler” egemenlerin aracı haline getirilmek isteniyor
Soykırım, asimilasyon, göç ettirme politikaları eş zamanlı olarak devreye sokulurken, bölgenin demografik yapısının, yerleşik halkın kültürünü kaybetmesinin bir aracı olacak şekilde değiştirilmesi için “mülteciler” egemenlerin aracı haline getirilmek isteniyor.
Bunun bir parçası olarak da TSK’nın Suriye’de ateşkes ihlalleri de sürüyor. Bölgede devam eden savaşın yarattığı etkiler çerçevesinde gündeme gelen, bir sorun olarak ele alınan mülteci meselesi geçtiğimiz ay AB ile Türkiye arasındaki kirli pazarlığın başlaması ile başka bir boyut kazandı.
Herkes AB’nin temel ilkeler olarak ilan ettiği konularda TC’nin hak ihlallerini görmezden gelmesinin altında bu mülteci pazarlığının yattığını açıkça görebilir hale geldi.
Ne kadar mülteci gerekir Kürt illerindeki “demografiyi değiştirmek” için?
2 milyon yetmeyeceği ön görülüyor olmalı ki 3-4 milyondan bahsediliyor.
Bir yandan tanklarla toplarla yıkım sürüyor. Bölgede yaşayanların bir kısmı yine bölgede olmak kaydıyla başka il ve ilçelere göçerken, adeta sırasıyla oralardan da göçertilmek zorunda bırakılıyor. Bölgede kalmaya devam edenleri ise bunca katliam ve yıkım ile birlikte ekonomik yıkım baskısı da tehdit ediyor.
Osmanlı’dan İTC’ye, İTC’den TC ve AKP’ye devri miras: Asimilasyon politikaları
Göç ettirme ve yerleşim yerleri ile demografiyi değiştirerek asimilasyon çabaları Osmanlı’dan İttihat Terakki’ye ve TC’ye devrolan bir miras.
1915’te Ermeni Tehcir ve Soykırımı, 1916’da Talat Paşa talimatı ile Kürtlerin zorunlu iskana tabi tutulmasını, 1923-24 arası 1 milyondan fazla Rum’u etkileyen tehcir, 1934’de İskan Yasası ise Trakya’da yaşayan Yahudilerin Tehciri ve aynı yıl Şark ıslahat Planı Kürtlerin zorunlu göçe tabii tutulması, 1927 tarihli “Bazı Kişilerin Doğudan Batıya Aktarılmasına Dair Kanun”, 1942 Varlık Vergisi, 6-7 Eylül pogromu, 90’lı yıllarda köy yakma ve köy boşaltmalar… Burada saymak ve detaylandırmanın mümkün olmadığı kadar kapsamlı olan politika ve uygulamalar devletin hafızasında olduğu kadar halkların da hafızasında taze. Asimilasyon ve soykırım politikalarında yerinden etme, zorunlu göç, göçe mecbur bırakma, yerleşim yerlerine farklı bölgelerden halkların taşınması yolu ile asimilasyon birlikte işlediği de yine tarihteki örneklerinden biliniyor.
Bugün yapılması planlanan TOKİ projeleri ile bölgenin yeniden şekillendirilmesi ile buralara sığınmacıların yerleştirilmesinin gündeme getirilmiş olması bu açıdan inkar ve katliamlar tarihinin bugünkü iktidar eliyle devam ettirildiğini gösteriyor.
Yine çocukların ailelerinden koparılması da soykırım ile birlikte yürütülen asimilasyonun çocuklar üzerinden devreye sokulduğunun bir göstergesi. Soykırımlarda çocuklar özel olarak ele alınıyor. Bunun bu coğrafyada en çarpıcı örneklerinden biri Ermeni Soykırımı’ndan hayatta kalan çocukların ve Dersim Soykırımı sonrası çocuklarına yaşatılanlar. Başkabakan Davutoğlu’nun abluka altındaki kentlerdeki çocukları işaret ederek, “Bu öğrencilere sahip çıkılacak. İddialı bir şey söylüyorum; alır onları ülkenin en iyi okullarında yatılı eğitim ile kayıpları telafi ederiz.” sözlerinin de böylesi bir sinyal taşıdığını görmüştük. Geçen yıl Aralık ayında gündeme getirdiğimizde henüz çocukların ailelerinden alması gündemde değildi. Bu söylem, Dersim’in Kayıp Kızları, Ermeni Soykırımı’ndan hayatta kalan çocukları ve dünyada bunun en çarpıcı örneklerinden Aborjinler’e yapılanları akıllara getirmişti. Bugün uygulamalarıyla karşı karşıyayız.
90’arda köy yakmalarla, köy boşaltmalarla metropollere sürgün edilen Kürt halkı, bugün metropollerde de açlıkla, işsizlikle karşı karşıya kalacağı bir tablo ile baş başa. Zira “mülteciler” buralarda “ucuz işgücü” olarak bir çok yeri doldurmuş bulunuyor. Buna medya eliyle de körüklenen ırkçı saldırıları, linç girişimlerini de eklediğimizde Kürtler için 90’larda yaşadıkları “göç”ün bir benzerinin aynı sonuçlar vermeyeceği de ortada.
AB pazarlığının başka bir boyutu
Devletin 3 veya 6 milyar ile ne yapacağını ise tahmin etmek zor değil. Elbette AB bu paranın mülteciler için kullanılması şartını öne sürüyor. Bu şartı da yerine getirecek şekilde bölgenin insansızlaştırılarak yeniden yapılanması ve mültecilerin buraya yerleştirilmesini hayata geçirerek karşılamış olacak. Plan budur. AB’nin de buna itirazı olmayacaktır. Zira sokağa çıkma yasağı, sivil ölümler, yaralıların tedavi edilmesi gibi temel insan hakları ihlalleri konusunda AİHM kararları ortadadır.
Şimdi tablo şudur, Suriye’de devam eden savaşın ortaya çıkarttığı milyonlarca insanın mülteci konumuna düşmesi Türkiye için içeriyi Kürtsüzleştirmenin bir aracı haline getirilmek isteniyor. Buna Suriye’de kantonların birleşmesi, federasyon, özerk yönetim gibi yerel güç ve halkların isteklerine karşı gösterdiği tepki de eklenince, Türkiye’nin mevcut savaş durumunun devamını neden ve nasıl bu kadar çok arzuladığı da, savaşın başından beri tetikçisi ve destekçisi olduğu da daha anlaşılır olacaktır.
Savaştan kaçanlar, savaş politikalarına kurban edilmeye razı gelir mi?
Her ne kadar güç gösterilerinin güçsüzlüğün sonucu olduğunu, politikalarıyla sığlıklarını gizleyemediklerini biliyor olsak da, Sur’daki kamulaştırma hamlesi ile devreye sokulmak istenen planın egemenler açısından hayata geçirilmesinin mümkün olmadığı notunu da düşmek lazım.
Ülkelerini savaştan kaçmak için terk eden ve Avrupa’ya gidebilmek için ölümü göze alan bölge halklarının Kürdistan’daki soykırım ve asimilasyon politikalarının bir parçası yapılmak istenmeleri, burada örgütlülük ve direniş ile boşa düşürülmesi mümkündür.
TOKİ yeni binalar inşa edebilir, buraya sığınmacıları tıpkı bir toplama kampına sürer gibi yerleştirmeyi deneyebilir. Ancak burada savaşı derinleştirecek bu politikalar buranın yaşanılabilir olmasından çıkması demek olacaktır. Bu da yaşamak için kendi topraklarını terk edenlerin hiçbir şey yapamazlarsa ülkelerinde ölmeyi tercih edecekleri bir tabloyu da beraberinde getirecektir. Savaştan kaçanların, başka egemenlerin savaş politikalarına kurban olmaya boyun eğeceklerinin hayali egemenlerin kursağında kalacaktır.
Tüm bunlarla birlikte aynı günlerde Taksim’deki IŞİD saldırısı, IŞİD’in Brüksel’deki bombalı saldırısını ele almak gerekir.
İLKNUR KAVLAK