İster çünkü artık hayatta kalmasının başka yolu kalmamıştır. İster çünkü insan kalmak, insanlık onuruna sahip çıkmak bugün kapitalizme karşı bir başkaldırı haline gelmiştir.
Bizler, Anadolu halkları olarak bu çürümenin belki de en yoğun yaşandığı dönemlerden birine şahitlik ediyoruz. Kız kardeşine tecavüz eden imamın “ama…” ile başlayan o cümleyi kurma cesaretini göstermesini, 45 çocuğun tecavüz edildiği günyüzüne çıkan vakfı “bir kereden bir şey olmaz” diye savunan bakanı, kendi eşini cumhurbaşkanına hakaretten ihbar eden adamı, barış isteyen akademisyenlerin kanıyla duş alacağını alenen ilan eden mafya bozuntusunu, verilen kan donduran fetvaları, öldürülen kadın gerillaların bedenlerinin teşhirini başka nasıl açıklayabiliriz ki?
Evet, bunlar çürümenin, kirlenmenin karşılaştığımız en yoğun, en bariz örnekleri. Bir de günlük hayatımızda daha çok karşılaştığımız ama artık normal karşıladığımız türü var. Komşularını gözetleyen, gerekirse ihbar eden, daha güzel bir eve sahip olduğu için kendini üstün sayan bir “insan” modelidir bu. Tüm yaşamını en ilkel güdülerinin esiri olarak geçiren, yaşadıkça tüketen, tükettikçe insanlıktan daha da uzaklaşan bir varlık. Sokakta yardıma ihtiyacı olan birini gördüğünde “bana ne faydası olacak ki?” diye düşünen bir yaratık… Sistem hayatta kalabilmek için tam da böylesi bir yaratığı yaratmaya çalışır. Sonucunda öylesi varlıklarla dolu bir dünya ortaya çıkar ki en insani duyguların, aşkın, sevginin, dostluğun bile parayla alınıp satıldığı, herkesin ve her şeyin fiyatı olduğu bir dünyadır bu. Bu dünya tam da kapitalistlerin istediği dünyadır. İnsanların iliklerine kadar sömürüldükleri hâlde eyvallah dedikleri, komşusu polis tarafından sürüklenen insanların kendi güvenliklerine şükrettikleri bu dünyayı yaratmak için elinden geleni ardına koymaz kapitalizm. Hiçbirimiz öyle yaşamadığımız hâlde her gün dizilerde zengin insanları izleyen, fakirlerin onlara nasıl zulüm ettiğini gören bir toplumdaki kirlenmeden bahsediyoruz. Her an cep telefonlarından, medyadan, panolardan reklam adı altında fışkıran propagandadan…
Uzun süredir kapitalist sistem insana dair her şeye savaş açmış durumda ve bu savaşta insan kalmayı seçenler onlar için her zaman korkutucudur, düşmandır. Kendilerine dayatılan tüm kirliliğe rağmen insanlığını korumayı seçenler, devrimci olma iradesini gösterenler en büyük yanıttır bu kirlenmeye. Korku, bencillik, köşeyi dönme, kariyer yapma hırsı, sevgisizlik insanı kirleten, bitiren özelliklerdir. Bir devrimci her şeyden önce tüm bunlara karşı koyan, temiz kalmayı seçen kişidir. Devrime giden yol ve devrimciler arasındaki ilişkiler her şeyden önce her türlü duygunun üstünde olan savaş arkadaşlığı ve yoldaşlığa dayanır. Bir insan devrimci olma iradesini gösterdikten sonra yaşamını dönüştürmeye, temizlenmeye başlar. Beyin ve yürek böyle özgürleşir, böyle insanlaşılır. İnsanlaşan kişi çevresini, kendi ilişkilerini de bu yönde değiştirmeye başlar. Devrim, bu açıdan bir temizlenme, arınma mücadelesi, insanın doğuşu mücadelesidir.
Bugün bunlardan bahsetmemizin sebebi, bir devrimci işçiyi, Duran Baysal’ı kaybetmiş olmamızdır. Giderken ardında yoldaşlarına çelik bir bilek, temiz bir yürek bırakan bir devrimciyi uğurlayışımızdır. Duran hakkında ölümünden sonra geçen kısa sürede pek çok şey yazıldı, pek çok şey söylendi. Daha da yazılacaktır, söylenecektir. Duran’ı anlatmak, her yönüyle anlatabilmek pek çok cilt kitabın bile hakkını veremeyeceği bir iştir aslında. Burada Duran’ın yaşamını her ayrıntısıyla anlatmaktan, onun sözlerini yaldızlı harflerle basmaktan bahsetmiyoruz. Duran’ın ortaklarına, yoldaşlarına, kendisini tanıyan ya da tanımayan en ufak bir teması olan insanda dahi yarattığı izden bahsediyoruz ve hiçbir kitap, hiçbir söz bunu anlatmaya yetmeyecektir. Her şeyden önce Duran devrimci olmayı seçmiş, yaşamını devrim mücadelesine adamış bir işçidir. Bekir ortağının dediği gibi, “Bir işçi çocuğu olarak doğmuş, bir işçi olarak yaşamış ve sınıfının bir savaşçısı olarak ölmüştür.” Aslında tüm mesele budur ancak bundan çok daha ötesidir. “Keşke hemen devrim olsa, tüm insanlar özgür olabilse.” diyen, ablasına birlikte Amed Newroz’una, Kübaya gitme sözü veren ideallerine olan inancı, samimiyeti ve saflığıdır onu tarif eden. Mevcut düzende “saflık”; salaklık, enayilik olarak görülürken, aşağılanırken o devrime olan inancıyla yaşamayı seçmiştir saflığını. Çok sevdiği fotoğrafçılığını, cesaretini, tez canlılığını devrime, yoldaşlarına adamış bir İNSANdır. Hayatının her döneminde ekonomik sıkıntılar içinde yaşamasına, ailesinin geçimine katkıda bulunabilmek için 13 yaşında çalışmaya başlamış olmasına rağmen hiçbir zaman köşeyi dönme hayalleri kurmayan, yaşamını mütevazılığıyla zenginleştiren bir devrimcidir. Kirli bir savaşın yaşandığı Amed’e inşaat işçisi olarak çalışmaya giderken kendisi için endişelenen ailesine “ölürsem ölümsüz olurum” deme rahatlığına sahip bir insandır ve ölümsüzleşmiştir.
Belki diğer yoldaşları kadar güzel bildiriler yazabilen, etkili konuşmalar verebilen biri değildir, olabilir. Bir insan olarak hepimiz gibi pek çok eksiğe de sahiptir. Ancak tüm bunlara rağmen bir yandan işçilere gazete dağıtıp, bir yandan bisikletiyle gezintilere çıkıp fotoğraf çeken, bulduğu her barikatın arkasında mevzilenen, Rojava’da savaşma hayalleri kuran, cesaretiyle yoldaşlarına ilham veren, tüm yaşamını insanlığın kurtuluşuna adamış biridir. Duran, bizler için her şeyden önce insan kalmakta ısrardır! Ve bu ısrar belki de yazılmış pek çok bildiriye, yapılan pek çok eyleme bedeldir.
Duran hakkında daha anlatılabilecek çok şey vardır ve anlatılacaktır da. Bugün Duran’ın ortakları olarak, yoldaşlarımızı, dostlarımızı kaybetmenin verdiği acıya karşı önümüzde üç seçenek vardır. Ya yüreğimiz taşlaşacak ve yaşadığımız acıyla, Duran’ı ve temsil ettiği değerleri unutarak, onlardan uzaklaşarak, alışarak yolumuza devam edeceğiz ya acımızın, kederimizin yüreğimizi parçalamasına izin vereceğiz ve mücadele edemez hale geleceğiz. Ya da üçüncü seçeneğimiz, yüreğimizi çelikleştireceğiz. Duran’ın ve kaybettiğimiz tüm yoldaşlarımızın bizlerde bıraktığı izi sonsuza kadar taşıyarak, onlardan öğrenerek mücadelemizi sürdüreceğiz. Artık Duran görevini yerine getirdi ve mücadelesini bizlere emanet etti. Bugün, ustalar diye adlandırdığı Deniz’in, Mahir’in, İbrahim’in, Mazlum’un, Bekir’in, Ali Serkan’ın yanına uğurluyoruz ortağımızı. Uğurlarken ant içiyoruz ondan devraldığımız meşaleyi taşımaya devam edeceğimize, o meşaleyi bir yangına dönüştüreceğimize. Artık Duran’ın samimiyeti, mütevazılığı, mücadeleye olan inancı, çelik bileği, temiz yüreği ortaklarının mücadelesinde, devrimde, insanlığın kurtuluşunda yaşayacak. Gözün arkada kalmasın Duran, bizler, ortakların, yoldaşların çelik bir yürek ile senin hayallerini gerçeğe çevireceğiz.
Ekin Erdem Evliya