Hayalleri, gülüşleri güzel dostun ardından veda değil bu sınırları olmayan yarınlara!
Bir film repliği dilimde -ki yaşadıklarımız gerçek olsa da-
“Toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, oradan özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak. Belki o arı ben olacağım.’’
Yitip giden çiçeklerin bu aleme dağılmış tohumlarından biriydin; sevgi dolu, güzel yürekli, güzel gülüşlü, cesur, aklı aydınlık, sınıfının savaşçısıydın. Toprak olmak korkutucu gelse de kulağımıza, şimdi özüne ulaşacaksın ya, kim bilir kaç arı konacak özüne, kaç çiçek açacak senin serptiğin tohumlardan…
Fotoğraflarına bakınca, işte işte böyle gülerdi diyorum. Koşturunca, Ankara’nın ayazını yiyince al al olurdu yanakların, en neşeli hallerin aklımızda hep diyeceğim ama gülmeyi devrimci bir eylem olarak görürdün, öyle tembihlerdin. Duvarları boyardın titizlikle, duvarlara yazılar yazardın cesaretle. Her hâlin biraz biziz, bizim her hâlimiz biraz sen.
Doğup büyüdüğün yerleri görünce daha çok anlıyor insan, senin al al olan yüzüne yansıyan mütevaziliğini, sıcaklığını, sevecenliğini…
Toprak uyanmaya başladı, hadi sen de uyan diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum, toprak duyar sesimi-seslerimizi. Bu bahar toprak bir başka kokuyla uyanacak, bu bahar toprak çok daha güzel kokmalı. Duran’ımızı çekti koynuna, onun gülüşlerini aldı diğerlerinin arasına. Madem bizim sevdiklerimizi alıyor, mecbur toprak çok daha bereketli olmaya, çok daha güzel kokmaya…
“kentin en yüksek kulesine tırmanacağım
ağzımda kızıl bir bayrak
çıldırarak.”
O gün gelene kadar, kızıl bayraklarla yolculayacaksak yoldaşları, dostları…
O gün gelene kadar bir fotoğrafın arkasında taşıyacaksak…
Kızıl karanfiller ekeceksek toprağa, toprak sevdiklerimiz gibi kokacak,
“ve istediğimiz yağmurda ıslanıp kanat çırpsak, keşke sınırlar olmasa keşke herkes özgür olabilse”
Gözlerinin içi gülerek bu cümleleri kurduğunu bilmek, senin hayallerini altında ezilinen bir yük gibi koymuyor omuzlarımıza… Kanat çırpıyor içimizde bir kuş, kapatmayın gözlerinizi, ufalamayın yüreğinizi, gidecek yerlerim var, konacak dallarım, ıslanacak yağmurlarım var diyor…
Dağları, tepeleri seven Duran’ım, bisiklete binmeyi de severmiş de hayıflanırmış; ‘bizimkiler binmiyor binip de gezemiyorum’ diye. Bizden ayrı binemezmiş ya bisikletine; Bizimkiler! çevirelim pedalları şimdi, çok daha kuvvetli, çok daha umutla, yüzümüzde Duran’ımızdan kalan bir gülümseme ile.
Kollarımızı açalım rüzgara onun kokusunu duyalım, yüzüne dökülen saçları bizde savrulsun.
Sevda Emel Eyiol