Sosyalist bir toplumda üniversitenin şekillenişi üzerine tartışmalar yürüteceğimiz yazımızda, her ne kadar anlatımı netleştirmek açısından konuları başlık başlık ayırmış olsak da, bunların bir bütün ve çoğu zaman iç içe olduğu unutulmamalı, konular bu gözle değerlendirilmelidir.
Üniversitenin amacı:
Sosyalist bir toplumda üniversiteyi tasvir edebilmek için kurumun örgütlenişi üzerinde durmak önemlidir. Günümüzde devlet merkeziyetçiliği üniversitenin her alanında kendini hissettirmektedir. Rektör merkezden atanmakta, müfredatlar önceden belirlenmekte, girişler merkezi sınavlarla sağlanmakta, YÖK yönetmelikleri uygulanmakta vb. Bunun nedeni açıktır: devlet üniversite kurumunu bilim üretmek için değil, sermayeye insan yetiştirmek ve ideolojisini geliştirmek/ yaymak için kullanmaktadır. Ancak sosyalist bir toplumda üniversitenin amacı bilim üretmek ve bu bilimi toplumsallaştırmaktır.
İdari örgütleniş:
Üniversitenin idari örgütlenişinde, aynı diğer kurumlarda olması gerektiği gibi kararlar kurumun bileşenleri tarafından alınmalı ve uygulanmalıdır. Bu noktada akla gelen ilk örgütlenme öğrencilerin ve üniversite emekçilerinin tabandan komitelerle örgütlenmesidir. Yani her bölümün kendi komitesinin olması, bu komitelerden ortak bir fakülte komitesinin oluşturulması; fakülte komitelerinden ise genel üniversite meclisinin oluşturulup meclis içerisinden bir yürütme komitesinin çıkarılmasıdır. Üniversite bileşenleri öğrenciler ve üniversite emekçileri olmak üzere iki kanattan oluşmaktadır. Akademisyenler ve işçiler emekçiler kanadını oluşturmaktadır. Bütün bileşenlerin iradelerinin ayrı ayrı komitelere yansıtılabilmesi açısından, sayıca fazla olan öğrencilerin temsilci sayısı da aynı oranda fazla olmalıdır.
Üniversite-devlet ilişkisi, üniversite-politeknik ayrımı:
Akla gelen bir diğer nokta ise üniversitenin devletle olan ilişkisidir. Sovyet örneğinde her fakülte yahut enstitü bir komiserlik ile ilişki halindedir ve üniversite bir bütün olarak maarif komiserliğine bağlıdır. Burada kaynaklarımız yetersiz olmakla birlikte maarif komiserliğine bağlılıktan anlaşılan kurumun genel bütçesi ve denetimidir. Tek tek komiserliklere bağlılıktan anlaşılan ise o fakültenin ya da enstitünün araştırma yöneliminin veya önceliğinin devletin pratikteki ihtiyaçlarına göre belirlenmesi ve bu doğrultuda bir program oluşturulmasıdır. Şüphesiz üniversitenin, bilhassa daha sosyalizmin dünyaya tam olarak egemen olamadığı dönemlerde, devletin ihtiyaçlarına cevap vermesi elzemdir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi üniversitenin amacı bilimi üretmek ve toplumsallaştırmaktır. Politeknikler ise toplumun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geliştirilebilecek kuruluşlardandır. Politeknikler bir yandan pratik ihtiyaçların karşılanmasını ve bilimdeki ilerlemenin hayata geçirilmesini hızlandıracak ve kolaylaştıracak bir araç olacakken, bir yandan da teoriyle pratiği birleştirerek çok yönlü gelişimin önünü açacaktır. Bu özelliğiyle politeknikler, zihinsel ve bedensel çalışma arasındaki ikiliği ortadan kaldıracak, kafa-kol emeği ayrımını sönümlendirecek adımlardan biri olarak görülebilir. Kanımızca fizik, kimya gibi doğa bilimleri yahut bu bilimlere yardımcı matematik, geometri gibi yöntemler üniversitenin çalışma alanına girerken bu bilim ve yöntemlerin pratikte kullanıldığı mühendislik dalları politekniğin çalışma alanına girmelidir. Neticede bilim üniversite öncülüğünde ilerlerken toplumun pratik ihtiyaçlarına politeknik cevap verecektir. Devletin bu süreç içerisinde nasıl konumlanacağı, kurumun bütçesinin nasıl karşılanacağı, devlet ve üniversite meclisinin bu konular üzerine yetki düzeyleri üzerinde durulması gereken noktalardandır.
Üniversite öğrencilerinin ve emekçilerinin genel örgütlenişi:
Başka bir husus ise tüm üniversite öğrencilerinin ve emekçilerinin örgütlenişidir. Bu da öğrenci federasyonları ve emekçi sendikalarıyla mümkündür. Bu mekanizmalar aracılığıyla öğrenciler diğer üniversitelerin öğrencileriyle; emekçiler de diğer üniversitelerin emekçileriyle sürekli bir bütün halinde hareket edebilecektir. Bu düzeyde bir örgütlülük bütün üniversite meclislerinin ortak bir meclis oluşturmasını da olanaklı kılmaktadır. Böylece her bölüm, her fakülte kendi komitesiyle kendini yönetebilecek kapasiteye sahip olacak aynı zamanda tüm fakülteler ve üniversiteler genel bir işbirliği içerisinde işleyebilecektir.
Üniversiteye giriş:
Günümüzde üniversiteye girmek isteyen birisi yarış atı muamelesi görmekte, milyonlarca kişi arasından rakiplerini alt ederek seçilmeye çalışmaktadır. Bu, bir yandan sistemin açmazlarının doğal bir sonucuyken diğer yandan özellikle körüklenmek istenen bir durumun yansımasıdır: Kişileri bireysel hırsla donatarak birbirine rakip haline getirmek ve sermayeye hizmeti insanlara mükâfat gibi sunmak. Sosyalizmle birlikte üniversitenin bir ayrıcalık olarak görülmesi durumu da ortadan kalkmalı, her isteyen üniversite eğitimi alabilmeli, bilimle ileri düzeyde ilgilenebilmeli ve üniversitenin imkanlarından faydalanabilmelidir. Kaynakların sınırlılığı, merkezi planlamanın henüz yeterince mükemmelleşmemesi gibi durumlar, özellikle sosyalizmin ilk dönemlerinde bu zaruriyetlerin gerçekleşmesinin önünde engel oluşturabilir. Koşullar çerçevesinde bu duruma uygun çözümler geliştirilmelidir. Burada son derece önemli olan nokta, üniversite eğitimi almanın sosyal ve ekonomik bağlamda bir ayrıcalık olmaktan çıkarılmasıdır.
Kolektif hayat:
Tıpkı sosyalist toplumun diğer alanları gibi üniversiteler de kolektif hayatı örme ve kolektif bilinci bünyesindeki insanlara taşıma sorumluluğu altındadır. Kolektif hayat kendini barınma, beslenme ve üniversitenin günlük işlerinin örgütlenişi alanlarında rahatça hissettirebilir. Üniversiteye mensup herkes için barınma ve beslenme imkanları devlet tarafından sağlanmalı, bütçeler ayrılmalıdır. Ancak bu durumdan anlaşılan bu ihtiyaçların üçüncü kişiler tarafından sağlanacağı olmamalıdır. Bu olguların devamlılığı üniversite bileşenlerinin kolektif iradesine bağlı olacaktır. İradelerin somutlaşması ise yine komiteler vasıtasıyla sağlanacaktır. Üniversite üyeleri belirli bir sistematik ve dönüşüm içerisinde barınma ile beslenmeye dair devamlılığı sağlamalı ve üniversitenin temizlik gibi günlük işlerini çözmelidir. Üniversiteler aynı zamanda yaratılmaya çalışılan yeni insana dair kişilik özelliklerinin sağlamlaştırılacağı alanlar olmalıdır. Üniversitedeki kolektif hayatın içerisinde, küçük yaşlardan itibaren kazanılmaya başlanılan emeğe yaklaşım, sorumluluk bilinci, toplumsallığının farkında olma, özneleşebilme, sosyalizme komünizmden bakabilme gibi özellikler kişiyle bütünleştirilmelidir. Aynı zamanda üniversitenin her alanında toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini ortadan kaldırmak amaçlanmalı, kolektif yaşam içerisindeki iş bölümlerinde, temsiliyetlerde, ilişkilerde buna yönelik tutumlar alınmalıdır.
Akademisyen-Öğrenci ilişkisi, mekanın örgütlenişi, teknoloji kullanımı:
İnanıyoruz ki öğrenecek bir şeyi olmayanın öğretecek bir şeyi de olmaz. Kuracağımız üniversiteler de bu fikri merkeze almalı, öğretenler her daim öğrenmeye açık olmalıdır. Öğreten ve öğrenen pozisyonları hem akademisyenler hem de öğrenciler tarafından doldurulmalıdır.
Günümüzde hemen her üniversite yüksek duvarlarla yahut tel örgülerle çevrilerek üniversiteyle toplumun geri kalanı arasına kalın çizgiler çekilmekte; sınıfların ve amfilerin düzenlenişi öğreten ve öğrenen arasındaki ayrımı ortaya koymaktadır. Sosyalist toplumda üniversitenin amacı bilim üretmek ve bilimi toplumsallaştırmak olduğundan üniversitenin mekânsal örgütlenişi de bu amaca göre şekillenmek zorundadır. Örneğin, bir yaşam alanının ortasındaki küçük bir duvarın bile oradaki bireylerin kuracağı ilişkileri, iletişim düzeylerini etkileyeceğini tahmin etmek zor değildir. Üniversiteyi dünyanın geri kalanından ayıran dış duvarlar ortadan kaldırılmalıdır. Sınıflar öğrencilerin sürece aktif katılımının sağlanabileceği hale getirilmeli, hatta sınıf dışında amaca uygun alternatifler geliştirilmelidir. Bilinmektedir ki Platon “derslerini” zeytinlikte, Aristo ise “derslerini” yürüyerek işlemektedir. Hangi yöntemin daha verimli/etkili olacağı pedagojinin tartışması olmakla birlikte mevcut “ders” örgütlenişinin tek yol olmadığı kesindir. Bilim üretimine ve öğrenme sürecine katkıda bulunabilecek teknolojiler geliştirilmeli ve üniversite eğitimi bu teknolojilerin eşliğinde gerçekleştirilmelidir. Bu noktalarda olması gerekeni tartışırken önemli olan amacımızın ne olduğudur. Eğer amaç belirlenirse araç da ona göre saptanır. Kapitalizmin amacı bilimi sermayenin hizmetine sunmaktır ve üniversite bu amaca uygun örgütlenmiş bir araç konumundadır. Sosyalizmde ise amaç bilimi insanın ve doğanın hizmetine sunmaktır. Doğal olarak üniversitenin örgütlenişi de bu çizgide olmalıdır. Mekanın ve günlük yaşamın örgütlenişi gerçekleştirilirken ekoloji de önemle ele alınması gereken bir konudur. Nasıl kapitalizm kar uğruna doğayı hiçe sayıyor, kendi aralarında imzaladıkları anlaşmaları bile çiğniyorsa; sosyalizm de doğayı en ön planda tutarak yaşanabilir dünyayı mümkün kılmalıdır. Bilimi bu yönde geliştirmek, aynı zamanda geri kalan alanları olduğu gibi üniversiteleri de ekolojik ilkeler doğrultusunda şekillendirmek gereklidir. (Bu doğrultuda yapılacak üretim ve tüketim, geri dönüşümün yaygınlaştırılması, üniversite içerisinde ihtiyacın bir kısmını karşılayabilecek tarım alanlarının oluşturulması vb.)
Bilimsel yöntem, uzmanlaşma:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi sosyalizmde üniversite bilimi esas almaktadır. Burada bilimden anladığımız fizik, kimya, biyoloji, tarih, antropoloji, sosyoloji gibi doğa bilimleridir. Bu bilimler şüphesiz komünizme giden yollarda birleşecek ya da farklı başlıklar altında toplanacaktır ancak burada tartışmasını genişletmek istediğimiz konu bu değildir. Tartışmak istediğimiz bilimsel öğrenimin nasıl bir sistematik içinde gerçekleşeceğidir. Bütün bilimler kendisini ilerletebilmek için yöntemler kullanırlar. Bundan dolayı üniversite öğrenimi yöntem ile başlamalıdır diye düşünüyoruz. Matematik, mantık gibi yöntemlerin ardından bilimsel öğrenime geçilmesi bilimi ele alışımız açısından rasyoneldir. Nasıl bir müfredat izleneceği, üniversitelerin hangi fakülte ve enstitülere ayrılması gerektiği gibi konular ise başka bir yazıda ele alacağımız geniş kapsamlı tartışmalardır. Bilimsel öğrenimde üzerinde duracağımız bir diğer nokta uzmanlaşmadır. Hiçbir şey tek bir şeyin nedeni olamayacağı gibi tek bir şeyin sonucu da olamaz, her şey birden çok şey ile ilişkili olmak zorunda yani her şey her şeyle ilişkili olmak zorundadır. Bu sebeple uzmanlaşmanın bakış açısını daralttığını, insanı kimi açılardan körelttiğini düşünüyoruz. Bu sebeple üniversiteler uzmanlaşmayı ortadan kaldırma hedefi doğrultusunda adımlar geliştirmelidir. Ayrıca anadilde eğitim bir ilke haline getirilmeli, imkanlar bu doğrultuda zorlanmalıdır.
Diyalektik materyalizmin üniversite öncesi dönemlerden itibaren her bireye aktarılması gerektiği kanaatindeyiz. Üniversitelerde ise diyalektik metodun kullanılması, yeni öğretim metotlarının ve bilimsel yöntemlerin geliştirilmesinin önünü açacaktır.
Sonuç olarak, sosyalist toplum her açıdan komünizmden bakarak örgütlenmeli, komünist toplum hedefi doğrultusunda şekillendirilmelidir. Üniversiteler bu bağlamda ele alınmalı, yeni insanın ve yeni bir toplumun yaratılmasına her açıdan katkı sunmalıdır.
Yukarıdaki tartışmalarımız kesin sınırlar çizmek değil, konu hakkında fikir yürütmek, tartışmaların derinleştirilmesini teşvik etmek amacı taşıyor. Elbette ki kuracağımız toplumda, üniversiteler de somut ve öznel koşulların etkisi altında şekillenecek. Ancak bugünden bu tartışmaları yürütmek, bir yanıyla mücadelesini verdiğimiz yaşamı somutlayarak bugünü örmeye yardımcı olurken bir yanıyla da yarına hazırlık amacı taşımaktadır. Bu yüzden sizleri de yazılarınızla tartışmalara katkı sunmaya ve yeni tartışmalar açmaya çağırıyoruz.
Mehmet Eroğlu – Seda Güneş