TC devletinin Cumhurbaşkanı, %52 ile seçilmiş Saraylı, açıkça, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını kabul etmediğini söylemektedir. Elbette, bu yeni toprakları fethetme isteğinin yansımasıdır.
Her fırsatta, %52 oyla seçildim, diye buyuruyor. Aslında seçime katılmayanları sayarsanız, bu oran çok düşer. Ama, zaten bir kişinin cumhurbaşkanı seçilebilmesi için, en az %50+1 oy alması gerekmez mi? Yani, burada %2’lik bir fazlalıktan söz ediyor, ki muhtemelen bu rakama ulaşan çok cumhurbaşkanı olacaktır.
Ve %52 oyla geldiğime göre, demek ki, istediğimi yaparım. Millet bana yetki verdi, ben de istediğimi yaparım, diye düşünüyor.
Ama milletin %80 oyla seçtiği belediye başkanlarını, bir anda görevden alma işine sıra gelince, “onlar istediği kadar oy alsın, millet onlara yetki vermiş sayılmaz.” İşte işin sırrı da buradadır. Ben istiyorsam iyisin. Benden yana isen, her türlü suçu işleyebilirsin. Mesela Mehmet Cengiz, benim kanatlarım altındadır, öyle ise oğlu birini mi ezmiş, tez kanun çıkartıla ve çocuk affedile, ölenin ailesine de biraz para yeterlidir. Sinan Çetin’in oğlu birini mi ezmiş, tez affedile, ödeyeceği para, TRT için film yapması yolu ile ona aktarıla.
Bu durumu, bazı hukukçu dostlarımız, “çılgınlık” olarak adlandırıyorlar. Oysa değildir. Bu durum, devletin tüm kirli yüzünün açığa çıkması hâlidir. Buna güç diyen de olur, bunu güçsüzlük diye okuyan da olur.
İşte bu Cumhurbaşkanımız, biz ona muktedir ya da Saraylı diyoruz, kükredikçe kükrüyor. Arkada bir basın ordusu, onun söylediklerini en uygun hâle getirip savunuyorlar. Bugün Amerika bizim dostumuz diyorsa ona göre yorum yapıyorlar, yarın “ey Amerika” diye başlarsa ona göre yorum yapıyorlar. Bir gün “one minute”e göre, ertesi gün BOP eşbaşkanlığna göre, bir gün kardeşim Esad’a göre, ertesi gün hain Esed’e göre, bir gün Kardeşim Putin’e göre, ertesi gün, “gene olsa gene düşürürüz”e göre.
Diyor ki Erdoğan, Şii ordusu Musul’a gelecek, “gelecekleri varsa görecekleri de var.” İşte size bir itiraf. Gelecekleri varsa görecekleri de vardır sözü, size, sizin elinizdeki bir alana saldırıldığında söylenir. Mantık bunu gerektirir. Acaba, Musul’u elinde tutan IŞİD, bizim bir parçamız mı? Musul’u elinde tutan IŞİD ile bir ortaklığımız mı var?
Şimdi, gelin biraz geriye gidelim ve IŞİD Musul’u alırken, orayı teslim etmiş olan vali ile Türkiye’nin ilişkilerine bakalım. Bugün bu vali, Türk dostu olarak anılıyor. Gelin, Musul’u IŞİD alırken, Türk konsolosluğu çalışanlarının “esir” alınmasını hatırlayalım. Sonuçta, ortaya çıktı ki, bu bir danışıklı dövüş imiş.
Demek ki, Musul’daki IŞİD güçleri içinde Türkiye’nin bağlantıları var ve öyle anlaşılıyor ki, yakında bu ortaya dökülecek.
Daha da geriye gidelim. ABD, Irak’ta darbe yapıp kendine yakın isimleri iktidara taşımadan önce, 1950’lerde, Menderes’e Musul ve Kerkük operasyonlarına başlaması için göz kırpıyor. 1956 ve 57 yıllarında ise, ABD bu planı değiştiriyor. Çünkü, artık Irak’ta hava değişmiş ve kendi kontrolündeki güçler ile Irak’ın denetimini ele almıştır. Elbette, bu planı uygulamaya koyarken, Türkiye eli ile çok operasyon yapmıştır. Sonrasında Menderes ile ABD’nin arası açılıyor. Menderes, efendisini kıskandırmak için, hiç sevmediği Sovyetler’le yakınlaşma hamleleri yapıyor ve sonunu biliyoruz.
Demek ki, bizim Musul merakımız yeni değildir. Muktedir Saraylı, tarih dersi veriyorum yahu, diyor. Ama bu tarih dersi biraz eksik. Bu tarih dersi, işin özüne de aykırıdır. Tarih dersi verecekseniz, Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalist güçlerin neler yaptığını açıkça ortaya koyacaksınız. Ve gidip Irak başbakanına değil, efendilerinize efeleneceksiniz.
Tarih dersinde, Menderes’in sürecini iyice anlamanız gerekiyor. Bu ülkede her iktidar, ABD ile araya mesafe girdiğinde, hemen Sovyetler’e, bugünkü Rusya’ya yanaşır. Bu bir tip oyundur. “Bak ABD, benim alternatifim yok değil, beni tekrar kollarına al” anlamında bir panik atak durumudur bu. Çokça karşılaştığımız bir durumdur bu.
Tarih dersine başlarken Cumhurbaşkanımızın, belki danışmanlarının, Irak işgali sürecine de bakmaları faydalı olur. O zaman ABD, sizin Sünni dostlarınızı ezip yok ediyordu, camileri bombalıyordu.
Tarihin rövanşına çok meraklı iseniz, bunu İngiltere ve ABD’den alabilirsiniz. Bu da, öncelikle, sınırlarınızda değil, onların sınırlarında eyleme geçmeniz anlamına gelir. Yoksa Irak Başbakanı’na efelenmek, tarihten çakmak olur.
Musul’u Irak’tan kopartıp, Türkiye sınırları içine almak mı istiyorsunuz? Galiba öyle. Halep’i, Suriye’den kopartıp, Türkiye sınırları içine mi almak istiyorsunuz? Galiba, bu da öyle. Bu durumda Türkiye, Kürtlerle ilişkilerini ne yapacak? Mesela tüm Kürtleri kimyasal silâhlarla katlederek mi bu işleri yapacak? El Nusra ve IŞİD’in elindeki kimyasal silâhlar bu nedenle mi onlara verildi?
Her gün karşımıza geçip “üst-akıl” diye söze başlayanlar, aslında, ABD’nin planlarını, İngiltere’nin planlarını, diğer emperyalist güçlerin planlarını kavramaktan çok uzaktırlar. Efendilerinin onlardan ne istediğini anlamış değildirler. İsrail’e karşı ağır sözler söyleyenler, IŞİD’i desteklemeye sıra geldiğinde İsrail ile birlikte davranmaktadırlar ve tersini hiç görmedik.
Türkiye, bugün, Ortadoğu’da süren paylaşım savaşımını kavramaktan dahi uzaktır. Her zaman, bir koyup beş almak hevesi ile hareket ettiklerinden, gerçekte, emperyalist efendilerine hizmet etmekten kurtulamazlar.
Gerçekte, tüm bölge halklarının, emperyalist güçleri bölgeden kovması hâlinde, bölgemizin nasıl yaşanır, nasıl özgür bir bölge hâline geleceğini düşünmekten acizdirler.
Rolleri de bu değildir.
Rolleri, çatışmaları artırmaktır. Her türlü mezhepsel ve etnik savaşı körüklemek istiyorlar. Bölgede tam bir savaş kışkırtıcısı olarak davranıyorlar. Bugün, Suriye’de IŞİD saflarında yer alan güçlerin çok önemli bir bölümü, Türkiye üzerinden geçerek bu işin bir parçası hâline gelmiştir. Türkiye, açıkça, Suriye’ye karşı adam silâhlandırmıştır.
Ve bugün, savaşın bu aşamasında, Cerablus’tan içeri girmenin verdiği olanaklarla, bir yandan Halep’i, diğer yandan Musul’u alacaklarını düşünüyorlar. Açıkça, Musul’un paylaşılması için masada olmaktan söz ediyorlar. Komşuları ile ilişkileri bu biçimde gelişen bir Türkiye’nin, bu işten kârlı çıkacağını düşünüyorlar.
Bu, tarih konusunda tam cahil olma hâlidir.
Bu, yüz yıllık heveslerin canlandırılması ve saldırgan bir dış politikanın hayata geçirilmesidir.
Bu, Osmanlı hayallerinin sahaya sürülmesidir.
Ve bu, tarihte birden çok kere yaşandığı gibi, efendilerin Türkiye’yi, yaralarını kaşıyarak, sahaya sürmesi işidir.
Türkiye, sırtını ABD ve İngiltere’ye, bölgeyi paylaşmak için uğraşan Batılı güçlere dayanarak “pastadan pay alma”ya çalışıyor. Oysa paylaşılan senin komşularındır. Dahası, bu paylaşım masasında sadece komşuların değil, sen de bir pasta olarak varsın.
Gerçekte, Türkiye, nasıl olacak diye sormayın ama, ancak, bölge barışını öne çıkartarak, bölgedeki halklarla dost olarak, emperyalist güçlerin her müdahalesine direnerek, bir bölge gücü olabilirdi.
Oysa hem Irak savaşında ABD destekçisidir, hem Suriye savaşında en aktif rol alan, efendilerine her türlü hizmeti sunandır. Suriye’ye demokrasi taşımak, Irak’a demokrasi taşımak isteyen Batılı güçlerin isteklerini yerine getiren bir ülke, tarih denilen şeyden bir dirhem nasiplenmemiş demektir.
Tüm bölgeyi saran, giderek daha da fazla büyüyen çatışmalar, uzakta ABD’ye en az zararı verebilir. Ama bölgemizde yaşayan halklara en açık zararları verecektir. ABD, Türkiye’nin İran ile bir savaşa tutuşmasından, muhtemelen büyük bir mutluluk duyacaktır. Adım adım, bu senaryonun devreye girdiği görülmektedir.
Öte yandan Türkiye devleti, kendi halkları ile açık bir savaşa girişmiştir. Kürt halkına karşı topyekûn bir savaş yürütüyorlar. Kürt illeri ateş altındadır ve yaklaşık bir yıla varan sokağa çıkma yasakları ile yaşam felç edilmiş durumdadır. Hayat, birçok ilçede durmuştur. TC devleti, ilçelere bayrak çekmekte, düşmandan kurtuluş günleri ilan eder gibi davranmaktadır. Belediyelere el koymakta, halkın oyları ile seçilmiş kişileri yok saymaktadır (Diyorlar ki, “belediyeler terör örgütüne yardım ve yataklık ettiler.” Varsayalım ki doğru. Bizzat Cumhurbaşkanı FETÖ terör örgütünden söz ediyor. Bizzat Cumhurbaşkanı, “bunlara yardım ettim” diyor. Bu durumda cumhurbaşkanlığına, başbakanlığa birer kayyum atamak gerekmez mi?). İşçilere, emekçilere, öğrencilere vb. açıkça savaş ilan etmişlerdir. Bir greve saldırıyorlar, bir anadolu lisesindeki değişikliklere karşı çıkan velilere TOMA’larla saldırıyorlar. Bu savaşı örtmek için, OHAL uygulamaları ile istedikleri her şeyi yapmak için, dışarıda daha da saldırgan davranıyorlar. Hem içeride, hem dışarıda saldırganlıkla ömürlerini uzatmaya çalışıyorlar.
Ortadoğu’da oyunu bozmak demek, tüm emperyalist güçlerin bölgeden kovulması demektir.
Ortadoğu’da paylaşım savaşımında taraf olmak, hele hele “kazanması en muhtemel olan”ın yanında olmak, aslında dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak sözüne çok iyi uymaktadır.
Tüm emperyalist güçlerin bölgeden kovulması, onların oyunlarına karşı, bölge halklarının açık işbirliği, barışı sağlamak için hayal edilebilirdir.
Elbette, bölgedeki devletler, emperyalist efendilerinin uzantıları olduklarından, bu aklı devreye sokmaları mümkün değildir.
İşte tam da bu nedenle, geriye kalan tek, zor ama gerçekçi alternatife sarılmak zorunludur. Savaşın büyümesini önlemek, paylaşım savaşımını önlemek, bir dünya savaşını önlemek, bölgemizde halkların ortak mücadelesinden geçmektedir. Bu mücadele, anti-emperyalist bir mücadeledir. Halkların özgürleşmesi mücadelesidir. Bize göre bu mücadele, bir sosyalizm mücadelesidir.
Tarihten ders mi almak istiyoruz? Mümkündür. 1. Dünya Savaşı’nı durduran şey, Ekim Devrimi’dir. Ekim Devrimi, iktidarı alır almaz, tüm cephelerde barış çağrısını yayınladı. Osmanlı-Rus savaşları böylece bitti. Ekim Devrimi olmamış olsa idi, ne İngilizler, ne Fransızlar, ne İtalyanlar, Türkiye topraklarında işgal ettikleri yerlerden çekilmeyecekti. Ekim Devrimi, canlı yakın tarihimizdir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetenlerinin birazcık olsun tarih bilmesi faydalı olur.
İşte bugün, yeni bir paylaşım savaşımının dünya savaşına dönüşmesini önleyecek güç, bölgemizdeki halkların anti-emperyalist, devrimci mücadelesi olacaktır.