Öyle görünüyor ki, burada Gülen grubu, Erdoğan-Saray grubu, ulusalcı-Ergenekoncu Amerikancılar gibi gruplar var.
Ama bize göre, Gülen cemaatinin içinde de birden çok grup ya da çete var. İngiltere’nin, İsrail’in, ABD’nin vb. Gülencileri var. Erdoğan-Saray grubunun içinde de bu aynı uluslararası güçler var, Ergenekoncuların içinde de.
Belki de bizim göremediğimiz başka gruplar, çeteler de vardır.
İşte darbe, bu çetelerin kendi aralarındaki paylaşım savaşımının bir ürünüdür.
12 Eylül, böylesi bir darbe değildi. O, sistemi kontrol altına alıp, tüm toplumsal muhalefeti ezmek ve karşı-devrimi örgütlemek için gelmişti. Egemen güçler tam bir birlik içinde idi.
Tarihe bakınca, her darbe, ister 12 Eylül gibi tüm egemen sınıfın birlik içinde gerçekleştirdiği tarzda olsun, ister egemen sınıflar içinde bir çatışma olarak gelişsin, tüm darbeler, işçi ve emekçiler için, halklar için bir yeni cehennem, bir yeni saldırı demektir.
Her darbede, işçi ve emekçilerin yaşamları zorlaşır. Her darbe, işçi ve emekçilerin, halkların elini kolunu daha da bağlar. Sadece kemerleri sıkmaz, sadece ekonomik olarak yaşamı ağırlaştırmaz, aynı zamanda akılları da sıkar, özgürlükleri bir kere daha tırpanlar.
Darbelerden önceki hâl, darbelerden önceki siyasal sistem, bir demokrasi olmadığı için, darbeler demokrasiye karşı yapılmıştır, söylemi laftır.
AK Parti iktidarı, kendine ne kadar ileri demokrasi dese de, daha çok “demokratı olmayan bir demokrasi” gibidir. Hiçbir yöneticisinin asgarî anlamda, burjuva anlamda dahi demokrat olmadığı bir devlet çarkının, bir kabinenin demokrasisi olur mu?
Ama yine de her darbe, işçi ve emekçilerin her türlü örgütlenmesini yok eder, hayatı zorlaştırır, ekonomik haklarını tırpanlar.
İşte bu nedenle, işçi ve emekçiler, bu egemen sınıflar arasında, devletin “yüksek” çarklarında süren bu savaşlara umut bağlamazlar.
İşçi ve emekçilerin, halkların temel ilkesi; hak verilmez alınır, ilkesidir.
Eğer öyle ise, bu mücadele etmek, bu direnmek demektir. Bu ise en başta örgütlenmek demektir.
Örgütsüz bir işçi sınıfı, örgütsüz bir halk hiçbir şeydir. Ama örgütlü halk, örgütlü bir işçi sınıfı, her şeydir.
Egemenlerin kendi aralarındaki mücadelede taraf olmak işçi ve emekçilerin kendi iradelerini, kendi çıkarlarını görmezlikten gelmeleri demektir.
İşçi ve emekçiler örgütlü oldukları oranda, tüm pislikleri ile, tüm çeteleri ile egemen sınıfı alaşağı etme, özgür, bağımsız ve sömürüsüz bir ülke kurma olanağını elde edebilirler.
Egemen güçlerin kendi aralarındaki bu paylaşım kavgasında, kimin haklı, kimin haksız olduğunu tartışmak, işçi ve emekçilerin bağımsız bir güç olarak gelişimini reddetmek demektir. İşçi ve emekçiler, toplumun büyük, ezici çoğunluğudur. Ve bu çoğunluk, her türlü sosyal, ekonomik ve siyasal haktan yoksundur. İşçilerin sendikaları, devlet kontrolünde ve işçileri boğazlamak için kullanılmaktadır. İşçilerin siyasal eylemleri, karşılarında devleti bulmaktadır. Öğrencilerin en sıradan bir hak arama eylemi, karşısında TOMA’ları ve zırhlı araçları ile devleti bulmaktadır. Kadınların cinayetlere, cinsel saldırılara karşı her eylemi, karşısında devleti bulmaktadır. İşçi ve emekçilerin, halkların çıkarlarını savunan siyasal her girişim, her türlü baskı aracı ile devlet güçlerini karşısında bulmaktadır.
İşçilerin, emekçilerin alınterlerinin üzerinde yükselen toplumsal zenginliği paylaşmak için, iktidarlarını ebedî kılmak için bir savaş yürüyorlar. Kim kazanırsa kazansın, egemen sınıfın hangi kanadı galip gelirse gelsin, sonuçta, işçi ve emekçilerin kaderine daha fazla sömürülmek, daha fazla işkence, daha fazla ezilmek, daha fazla aşağılanmak düşmektedir.
İşte bu nedenle, işçi sınıfı, sınıfsız, sömürsüz, savaşsız, özgür bir dünya için, halkların ortaklaşa kuracağı kardeşçe bir yaşam için, kendi bağımsız devrimci hattını örgütlemelidir.
Tüm gelişmeler, bir devrimi çağırmaktadır.
Tüm gelişmeler, köhnemiş bir burjuva egemenliğin sonunu haber vermektedir.
Tüm gelişmeler, işçi ve emekçileri, örgütlü bir mücadeleye davet etmektedir.
Örgüt özgürlüktür.
Tüm güçlerimizle, büyük bir sabırla örgütlenme zamanıdır.