Ama bu savaş bir yana, ülkemizde, halklara karşı, tüm muhalif güçlere karşı bir karşı-devrim saldırısı, bir gerici saldırı devreye sokulmuştur. Kürt halkına karşı soykırım uygulamaları devreye sokulmuş, adeta 1915 Ermeni soykırımı öncesinde başlayan katliamları çağrıştıran uygulamalar görülmektedir. İnsanlar yakılmakta, şehirler bombalanmaktadır. Halkın direnişi karşısında, çoluk çocuk demeden, genç yaşlı demeden, kadın erkek demeden tüm halka karşı bir katliam politikası devreye sokulmaktadır.
Bu aynı zamanda, eşine az rastlanır bir direniştir de.
İşte böylesi bir ortamdan geçiyoruz.
Bu ortam, yaşamın her alanında direnişi geliştirme, örgütleme, adeta örme ortamıdır ve bu açıdan yaşamsal önemde olan bir zaman dilimindeyiz.
Erdoğan Saray yönetiminde ifadesi bulun gerici iktidar, devlet çarkının her alanına sinmiş bir saldırganlıkla, insana ait ne varsa yok etmek istiyor. İşçi ve emekçilerin tüm haklarını tırpanlamak istiyor. Saraylar, köprüler, yollar, sonu gelmez AVM’ler inşaatı ile ülkeyi büyük bir rant ve soygun alanına çevirmiş durumdadırlar ve elbette bunu sürdürmeleri, insanların suskunluğuna, boyun eğmesine, teslim olmasına bağlıdır. Bu nedenle, bu rant ve soygun üzerine kurulu cennetlerini kaybetmemek için, direnen herkese karşı büyük çaplı bir savaşa girişmişlerdir. Hukuku, kendi burjuva hukuklarını dahi ayaklar altına alıyorlar.
Bu saldırganlık, karşısında bir direniş geliştirildiğinde, devletin tüm zayıflığını ortaya çıkaracaktır. Gerçekten de direniş, tüm bu karanlık egemenliği, burjuva egemenliği yok edebilecek olanakları ortaya çıkaracaktır.
Zaten bu nedenle, bu korkuları nedeni ile, egemenliklerinin sonunun geldiğini sezdikleri için bu denli bir vahşet savaşını yürütüyorlar, binaları bombalıyor, şehirlerde IŞİD bombacılarını solun üzerine sürüyor, gerilla cesetlerini sokaklarda sürüklüyor, çocukları öldürüyorlar. Sadece Kürt illerinde duvarlara yazdıkları yazılara bakın, ne kadar çürümüş, ne kadar köhnemiş olduklarını anlayacak, göreceksiniz. Durum tam da budur.
Büyük bir çürüme, büyük bir çözülmenin eşiğindeler. Rant ve soygundan elde edilen paralardan dağılan rüşvet ile, kendi egemenliklerini biraz daha sürdürmek istiyorlar. Tüm devlet aygıtı, tüm gerçek niteliği ile, tartışmasız ortaya çıkmıştır.
İşte şimdi, direnişi örmek, direnişi örgütlemek, direnişi yükseltmek demek, tüm bu kanlı iktidara son verebilmek demektir.
İşçi ve emekçilerin bu nedenle, tüm güçleri ile örgütlenmesi gereklidir.
İşçi ve emekçiler, bu savaşın dışında değildir. İşçi hakları yok edilmekte, teslim alınmış sendikalar ile işçi sınıfının mücadelesi denetlenmekte, baskı ve şiddet ile en sıradan hakların gaspedilmesi yaşanmaktadır. Bu baskı ve şiddete karşı, örgütlenmek ve direnmek dışında hiçbir yol yoktur.
Açlık ve işsizlik memlekette kol gezmektedir. Hayatın her alanında şiddet tırmandırılmaktadır. Kadın cinayetlerinden tutun Ensar Vakfı olaylarına, çocukların tecavüzcüleri ile evlendirilmesine, kısacası hayatın her alanında tam bir gerici saldırı devreye konulmuştur. Şiddet ve baskı sürekli tırmandırılmaktadır.
Ve tüm bunlara karşı direniş tek gerçek yoldur.
Tarihimiz de bunu göstermektedir.
İki örnek yeterlidir. İlki, 15-16 Haziran Direnişi’dir. İşçi ve emekçiler, 1970 yılının başında, hiç de çok gelişmiş örgütlere sahip değildiler. Sadece sendikalarının devlet sendikası olmadığı, eksiği ile fazlası ile birer işçi sendikası olduğu bir dönem idi. Ve işçi sınıfı, burjuva devletin tüm haklarını yok etmek üzere açtığı savaşa karşı, yaşamı ve haklarını savunmak için, İstanbul başta olmak üzere ülkenin her yanında iş bıraktı ve sokaklara çıktı. Bir sel gibi, sadece devlet güçlerini önünden süpürmedi, aynı zamanda, işçi sınıfının bir güç olmadığını ileri süren yerleşik anlayışı da süpürüp attılar.
Burjuva devlet, tekeller, tüm devlet çarkı geri adım atarak, işçi sınıfının haklarına dönük saldırıları durdurdular. Elbette bir süre için. Ama bu zafer, 1970’ler boyunca işçi sınıfının direnişinin, örgütlenmesinin, sendikal hareketin yükselişinin temelini oluşturmuştur. İşçi ve emekçiler, kendilerine güvenmesini öğrendiler. Haklar, uğruna mücadele edildiğinde alınabiliyormuş gerçeğini öğrendiler.
İkincisi Gezi Direnişi’dir.
Yakındır ve daha herkesin hafızalarındadır. Şimdiden, bugünlerde, herkes için bir özlem duyulan dönemdir. Herkes, bir yolunu bulup da Gezi Direnişi’nin yeniden gelişmesinden mutluluk duyacağını söylemektedir.
Gezi Direnişi, bir toplumsal patlamadır. Planlı, örgütlenmiş, adım adım geliştirilmiş değildir. 12 Eylül karşı-devrimi ile başlayan, işçi ve emekçilerin, halkların bastırılması, ezilmesi sürecine, gericiliğe karşı bir tepkidir.
Gezi Direnişi, toplumun nefes borularının açılması, oksijen alabilmesi demektir. Gezi Direnişi, korku duvarının delinmesi demektir. Gezi Direnişi, burjuva medyanın yalanlarının ve karanlığının parçalanmasına doğru bir adım demektir. Gezi Direnişi, halkın var olduğunu, işçi ve emekçilerin sadece tüketici olmadığını, sürekli itilip kakılamayacağını göstermiştir. Gezi Direnişi, gençliğin yaşama kendi iradesini gösterme girişimidir.
Bugün, bu iki direnişten alınacak ders açıktır.
Eğer örgütlülük yoksa, eğer yeterince örgütlenme gelişmemişse, kendi irademizi ortaya koyup, kendi direnişimizi büyütmemiz ve burjuva egemenliği bu köhne egemenliği alaşağı etmemiz mümkün değildir. 15-16 Haziran göstermiştir ki, eğer yeterince örgütlü olunursa, burjuva egemenliğe, sömürü düzenine son vermek mümkündür.
Gezi Direnişi gösterdi ki, eğer yeterince örgütlü olunursa, bu iktidarı yerle bir etmek ve yaşanılası bir dünya kurmak mümkündür.
Ama her ikisinde de gördük ki, örgütlülük yeterince gelişmemiş ise, yeterince mücadele için hazırlıklar yapılmamış ise, eylemlerde örgütlü davranış eksik ise, zafere ulaşmak, sonuç elde etmek ya da istenilen sonucu elde etmek mümkün değildir.
İşte bugünlerde Kürt halkının geliştirdiği direniş, bize tüm bu dersleri bir kere daha hatırlatıyor. Tüm bu dersleri tekrar ve tekrar bilince çıkarmalıyız.
Örgütlenme ve direniş, içinden geçtiğimiz dönemin ana halkasıdır. Bu iki noktayı sağlam tutarsak, devrim mücadelesinin her halkasını örebilir, büyütebiliriz. Burjuva egemenliği, bu rant ve talana, şiddet ve yalana dayalı egemenliği yenmek, bu karanlığı parçalamak mümkündür. Halkların iradesini örgütlemek, onu egemen hâle getirmek olanaklıdır.
Bu açıdan işçi örgütlenmesi çok önemlidir, belirleyici önemdedir.
Oysa bugün, işçi sınıfı, büyük ölçüde kendi öz örgütlerine sahip değildir. Sendikaların çoğu, devletin doğrudan ve açık denetimindedir. Sendika mafyası, tümü ile sendikalara çöreklenmiş, sendikalar aracılığı ile işçi sınıfının kanını emer duruma gelmiştir.
Kuşku yok ki, işçilerin şu ya da bu ölçüde içinde kendi iradelerini yansıtabildiği sendikalar vardır. Ama hem genel olarak sendikalı işçi sayısı çok düşüktür ve giderek düşmektedir, hem de işçi sınıfı adına gerçekten sendikacılık yapmaya yönelen sendikaların gücü sınırlıdır.
Öte yandan işçi sınıfının sendikal örgütlenmesinin fabrikalar bazında sağlamlığı da zayıftır. Bu durum, direnişlerin gelişmesini, birbirine besleyerek yayılmasını, dayanışma eylemlerinin hızla ortaya çıkmasını engellemektedir.
Demek oluyor ki, bir yandan, sendikal alanda, işçi sendikacılığını geliştirecek bir gündem gereklidir, diğer yandan ise, her türlü saldırıya karşı direnişi geliştirmek için fabrikalar, işyerleri bazında örgütlenmek gündem olmalıdır.
İşçi sınıfının en ileri kesimlerinin devrim saflarına katılması kadar, bu işçi önderlerinin doğru bir gündemle işçi ve emekçileri bilinçlendirmesi, mücadeleye hazırlaması, örgütlemesi önem kazanmaktadır.
Bu açıdan, hızlı yol alabileceğimiz bir dönemden geçtiğimiz de açıktır. Her türlü yaratıcı çalışmaya açık, sonuç alma olanaklarının fazla olduğu bir dönemdeyiz. İşçi hareketi, gidebileceği en geri noktaya kadar zaten gitmişti ve artık toparlanma, yeniden dirilme dönemi için olanaklar artmaktadır. Elbette bu kendiliğinden ve otomatik olarak gerçekleşmeyecektir. Ancak sürpriz sayılabilecek gelişmelere açık olacağımız da kesindir.
İşçi ve emekçiler, 15-16 Haziran ve Gezi ruhu ile, ellerini toprağa bastırıp, gövdelerini dikleştirmek için, olanaklara sahiptir. Devrimci hareketimizin bu açıdan yol aldığı da açıktır. Şimdi, işçi sınıfının en ileri unsurlarını, sınıfın öncüleri olarak örgütlemek üzere saflarımıza, devrimci saflara kazanma dönemidir.
İşte o zaman içinden geçtiğimiz direniş günlerinin, direnenler lehine, halklar ve işçi sınıfı lehine bir zafere taşınması mümkün olacaktır.