Geçtiğimiz Ocak ayında 57. yılını kutlayan Küba Devrimi, “Devrimcinin görevi, devrimi yapmaktır” diyen Kübalı sosyalistlerin kararlılığı, azmi ve Fidel, Che, Camilo gibi önderlerinin kişiliğinde de somutlanan yeni insanın yaratılması yolundaki adımlarıyla dünyanın tüm devrimcilerine umut olmaktadır. Dünüyle, bugünüyle ve dahi yarınıyla bize yol göstermeye devam edecektir…
‘Keşfedilmemiş’ topraklardan şeker şatolarına
3 Ağustos 1492’de İspanya sahillerinden yola çıkan Christoph Colomb’un 27 Ekim’de Küba’yı da ‘keşfetmesiyle’ İspanya’nın adayı fetih süreci başladı ve ada yerlileri topyekûn kırılıp yok edildi. Öncesinde 80-100 bin civarında olan yerli nüfus 5 bine kadar düştü. Bir yandan kıyım ve talan devam ederken, bir yandan da Afrika’dan gemiler dolusu köle Küba’ya getirilmeye başlandı. 18. yüzyıl başlarında nüfus 50 bine ulaştı.
1762 yılında İngilizler Havana’yı ele geçirdi. Bu sırada Küba ekonomisi küçük tütün plantasyonları ve hayvancılık üzerine kuruluydu. Ancak bu tarihten itibaren Küba ekonomisi şeker talebine tabi kılındı. Tersane ve dökümhane işçileri ve zanaatkârlar, rafinerilerde çalışmaya başladı. Tütün ve meyve yetiştiren köylüler de zorunlu olarak şeker üretimine hizmet etmeye başladı. Tütün tarlaları, ormanlar ve otlaklar yakılıyor, rafineri sayısı ve köle ithali gün geçtikçe artıyordu. Şeker üretiminde çalışan köleler günde aralıksız yirmi saat çalıştırılıyordu.
Latin Amerika; toprak, orman, petrol, maden ve kimyasal maddeler açısından zengin, insanın yaşaması için gerekli her şeye sahip topraklardır. Ve bu topraklarda dünyanın en çok sömürülmüş halkları yaşamaktadır. Latin Amerika ülkelerinin çoğu 18. yüzyıldan itibaren tek ürüne dayalı ekonomilere sahip hale getirilmiştir. Eduardo Galeano da “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nda devrim öncesi Küba’daki bu “şeker imparatorluğu”nu şöyle anlatır: “1959’a dek, fabrika değil, şeker şatoları inşa edildi. Şeker, diktatörlükler kurdu, diktatörlükler yıktı. İşçilerin işe alınıp işten alınmasına karar verdi. Milyonlarca insanın hayatını yönetti.”
Mambi’lerin başlattığı isyan ateşi
1791’de Haiti’de Fransız işgaline karşı gelişen başkaldırıyla birlikte Haiti’deki pek çok Fransız yerleşimci, köleleriyle birlikte Küba’nın Oriente bölgesine taşındı. Küba’nın sömürgeleşme sürecinde de, bu Saint-Domingue yerlisi göçmenler o bölgede bir direniş örgütledi. Bu direnişin önderlerinden Hatuey, Küba’nın ilk direnişçilerinden biridir.
1810 ile 1826 yılları arasında Latin Amerika’daki birçok ülkenin bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 1860’larda İspanya’nın elinde sadece Küba ve Porto Riko kalmıştı. Bu dönemde Latin Amerika’da başlayan bağımsızlık savaşlarında İspanyol sömürgeleri İspanya’ya değil, aslında İspanya’ya dayatılan Napolyoncu monarşiye başkaldırmışlardı. Buna bağlı olarak da hem Güney Amerika’da hem de batıdaki diğer İspanyol sömürgelerinde yurtsever birlikler kurulmuştu. Ancak bu birliklerde bağımsızlık yanlısı olanlar da vardı. Bunlardan biri de Venezuela’da Simón Bolívar’dı.
Küba’da ilk bağımsızlık savaşının başladığı bu dönemde 300.000 civarı köle yaşıyordu. Dünya piyasasının 1857 buhranıyla birlikte şeker ve kahve fiyatları düştü. Gücünü yitiren köle sahibi İspanyolların adadaki egemenliği de tartışılır hale geldi. Bu durum, Küba’daki egemen gruplarla İspanyol yönetimi arasındaki çelişki ve çatışmaları artırdı. 1858’de toprak sahiplerinin İspanyol yönetimine karşı ayaklanmasıyla Küba’da ilk bağımsızlık savaşı başladı. “Yara Çağrısı” adı verilen bu isyanı başlatan Carlos Manuel de Céspedes’ti. 10 Ekim’de Oriente’de kendisine ait şekerkamışı işletmesinde isyanı başlattı ve kendi kölelerini azat etti. Kölelerin azat edilmesi Latin Amerika’daki bağımsızlık savaşlarında pek görülmüş bir şey değildi. Céspedes’le birlikte bu yasa tüm Camagüey bölgesinde uygulandı. Azat edilen kölelerin pek çoğu yurtseverlere katıldı. Savaş on yıl sürdü. Dominikli lider Máximo Gómez ve zenci lider Antonio Maceo da bu bağımsızlık savaşının öncülerindendi.
Küba’nın batı bölgesindeki çoğu köle sahibi Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyiyle birleşmeyi arzuluyordu. İlhakçı bir görüş gelişti, batı bölgelerine egemen oldu; doğuya fazla yayılmadı. Bağımsızlık savaşı da bu sebeple doğu bölgelerinde başladı, tek istisna köleliğin güçlü bir şekilde hüküm sürdüğü Guantanamo’ydu. Gómez önder olarak kabul edildikten sonra, yavaş yavaş öne çıkan Maceo, Guantanamo’yu istila etti ve köleleri azat etmek için kahve plantasyonlarındaki İspanyol güçlerine karşı kanlı bir savaş verdi. Fidel, Küba Devrimi’nin başlangıcını bu ilk bağımsızlık savaşına dayandırır ve şöyle der:
“Biz, devrimin o anda başladığını söylüyoruz. Bize göre mücadele orada başladı, çok uzun sürdü: On yıl! İspanyollara karşı gösterilen direniş inanılmaz düzeydeydi. İspanyollar güçlü ve inatçıydı; bir de bağımsızlık karşıtı olan crillo’lar ve plantasyon sahipleri vardı. Dolayısıyla ABD’de köleler 1864’te azat edildiği halde, burada kölelik 1868’e kadar devam etti. Ama adanın doğu yarısında, hatta yarısından daha ötede, Matanzas yakınlarında, yurtsever birliklerin girdiği her yerde köleler bağımsızlık savaşına katılıyorlar, genellikle daha hazırlıklı ve daha kültürlü insanlar tarafından yönetiliyorlardı. Liderler arasında pek çok zenci asıllı subay da vardı.”
Jose Marti ve bağımsızlık savaşının yeni karakteri
İkinci bağımsızlık savaşı 1895’te başladı. Bu savaşın en önemli liderlerinden biri Küba’nın ulusal önderi José Martí’ydi. Martí, On Yıl Savaşı bittiğinde 25 yaşındaydı ve savaşa katılanları bir araya getirmeye çalıştı. Kendisi daha önce savaşa katılmamış olmasına rağmen ünlü generalleri bir araya getirip yönetebilmiştir. Kübalı göçmenleri Küba Özgürlük Partisi çatısı altında toplamıştır. Bolívar’ın, Juarez’in ve Latin Amerika halkları için mücadele eden tüm bağımsız savaşçıların büyük hayranıdır. Máximo Gómez ve Maceo ile de bir araya gelerek savaşı, şekerkamışı plantasyonlarının ve çok sayıda kölenin bulunduğu Matanzas bölgesi ile başkaldırı geleneğinin hala devam ettiği doğu bölgelerinden başlatır. Santo Domingo’ya gider ve “Montecristi Manifestosu” olarak anılan ve bağımsızlık devriminin programına şekil veren bir bildiri hazırlar.
1895-1898 savaşında Kübalıların karşısında askerler ve crillo[3]’lardan oluşan 300.000’den fazla İspanyol savaşçısı vardı. Düzensiz bir savaş sürmek durumundaydılar. O döneme ait bir yaklaşımla, batının zengin yörelerini ele geçirme isteğiyle, her şeyi; şekerkamışı plantasyonlarını ve fabrikaları yakıyorlardı. Savaşı finanse eden para İspanyollara şekerden geliyordu, savaşçılar bu gelirin kökünü kurutmak isteğindeydi. Martí, Küba’yla birlikte Porto Riko’nun da bağımsızlığını amaçlamıştır ve bağımsızlık hareketi içinde ırksal eşitlik ve bu hareketin demokratik ve halkçı karakteri üzerinde ısrar etmiştir. ABD emperyalizmini ise en büyük tehdit olarak görmüştür. 18 Mayıs 1895’te bir çatışmada ölmüş ve kafası İspanyol askerleri tarafından kesilerek halk arasında dolaştırılmıştır. Ancak Martí, Küba Devrimi’nin liderleri ve tüm Küba halkı üzerinde müthiş bir etki bırakmış, ölümsüzleşmiştir.
1898’in Mayıs ayında, Maine zırhlısının Havana limanında ‘esrarengiz’ bir biçimde batmasından yararlanan ABD, İspanya güçlerini hızla bozguna uğratarak, Küba, Porto Riko, Filipinler ve Pasifik’teki Guam Adası’nı işgal etti ve müdahale öncesinde zafere yaklaşmış olan mambi’lere danışmaksızın İspanyollarla Paris’te barış masasına oturarak barış koşullarını müzakere etti. ABD işgali, 1902’de ada resmen bağımsızlığını kazanana kadar sürdü. Ancak adadan çekilinmesinin bir koşulu olarak yapılan Platt Anlaşması’na göre; ‘hayatın, özgürlüğün ve özel mülkiyetin korunması’ için ABD, uygun göreceği herhangi bir zamanda adaya müdahale etme, adada deniz üsleri kurma ve çeşitli ticari ayrılacaklıklardan yararlanma hakkına sahip oldu. Bu anlaşma 1933’te yürürlükten kaldırıldı ancak ABD emperyalizmi adada 1959’a kadar hüküm sürdü.
Machado dönemi ve Batista darbesi
1906’da liberallerin ayaklanmasına karşı adayı tekrar işgal eden ABD, işgalin yarattığı rahatsızlıktan çıkışı; ABD’li danışmanlar tarafından yetiştirilen bir Küba Ordusu kurmakta buldu. Yeni kurulan ordunun başına eski bir at hırsızı olan General Gerardo Machado getirildi. Machado, kısa sürede zengin bir iş adamı haline geldi ve 1925’te cumhurbaşkanı seçildi. 1902’deki bağımsızlık ilanından sonra mambi’lerin değerleri bir süreliğine unutulmuş gibi görünse de, 1922’den itibaren Julio Antonio Mella önderliğinde FEU’nun (Üniversite Öğrencileri Federasyonu) kurulmasıyla yeni bir radikal bilinç doğdu. Daha sonraları Mella, 1924’te Anti-dinci ve Anti-emperyalist Birlik’in, 1925’te Küba Komünist Partisi’nin kurucularından biri oldu. FEU ise Machado’nun baskısıyla dağıldı ve liderleri tarafından, 1930’dan itibaren silahlı mücadele stratejisini benimseyen Directerio Estudiantil (Devrimci Öğrenci Yönetimi) kuruldu. Bu süreçte işçi hareketi de bir güç haline gelmeye başlamıştı.
1921’de şeker fiyatının ABD pazarındaki düşüşüyle çok sayıda şeker fabrikası iflasa sürüklendi ve Amerikan tröstleri tarafından satın alındı. Ardından Merkez Bankası da dâhil olmak üzere tüm Küba ve İspanyol bankaları iflas etti. Bu çöküşten çıkmak için ABD’den elli milyon dolar kredi alındı ve fonun kullanımını denetlemek bahanesiyle General Crowder ülkeye geldi; asıl amaç ülkeyi yönetmekti ve 1924’te Machado’yu iktidara getiren de Crowder’in desteğiydi. Machado 1933’e kadar sürdürdüğü -tıpkı Galeano’nun dediği gibi şekerin kurdurduğu- klasik Latin Amerika diktatörlüğü boyunca büyük yolsuzluklar yapmış ve işçi muhalefetine önderlik edenleri katletmişti. 1929’da dünya çapında yaşanan ekonomik krizin de etkisiyle toplumsal hareket yükselmişti. Uzun vadeli işsizlik oranı %50’nin üzerine çıktı. 1930-1932 yılları arasında sol sendikalar büyük bir grev dalgası başlatmıştı. Bu grevler hep kanla bastırıldı. 1933’ün Mayıs ve Haziran ayları arasında bir dizi grev, gösteri, bombalama ve suikast gerçekleştirilirken, Ordu Yüksek Komutanlığı’nın ültimatomuyla Machado ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bu süreçte sendikaların eylemleri de arttı ve şeker üretim merkezlerinin işgali, işçi konseylerinin kurulmasına kadar vardı. Ekim Devrimi’nin etkisiyle Bolşevik sloganlar da dile getirilmeye başlandı; sokaklarda “Tüm iktidar işçi ve köylüye!” sloganları duyuluyordu.
Machado’nun devrilmesinin ardından ordu içinde çavuşların rütbelilere karşı başlattığı bir ayaklanma gerçekleşti ve fiili iktidarı Çavuş Fulgencio Batista aldı. Ancak isyancı çavuşların hükümeti kuramamasıyla birlikte açığa çıkan iktidar boşluğu Directorio Estudiantil tarafından dolduruldu. Öğrenci ve aydınlardan “Beşli Yönetim” atanarak oluşturulan Geçiçi Hükümet; halkçı, demokratik ve anti-emperyalist bir hareketi temsil etse de, arkasında herhangi bir siyasi parti ya da örgütlü gücün desteği yoktu. Komünist Parti de bu harekete karşı güçlü bir muhalefet sürdürüyordu. Yaklaşık 3 ay dayanan Antonio Guiteras öncülüğündeki hareketin “Yüz Gün Hükümeti” Batista tarafından gerçekleştirilen askeri darbeyle devrildi ve Guiteras 1935’te öldürüldü.
Batista 1940 yılında, başkanlığa seçildiği döneme kadar ordunun komutanıydı ve 7 yıl içerisinde kendi seçtiği devlet başkanlarıyla kukla yönetimler oluşturdu. 1938 yılında Komünist Parti liderleriyle görüşmelere başladı, sağladığı destekle 1940 yılında kurucu bir meclis topladı ve kendisini başkanlığa seçtirdi. ‘İlerici’ taleplerden oluşan bir anayasa oluşturuldu; ancak bunlar hayata geçmedi. 1942 yılında hükümetine Komünist Parti’den iki kişiyi bakan olarak aldı. 1944 seçimlerineyse katılmadı. 1944’de seçilen Grau ve 1948’de seçilen Carlos Prio Socarras gibi 1933 mirasçısı gibi gösterilen başkanların hak gaspları ve yolsuzluk bataklığına sürüklenmesi, 10 Mart 1952’de gerçekleşen ikinci Batista darbesinin yolunu açtı. Ekonomik sıkıntıların arttığı bu süreçte Eduardo Chibas, yolsuzluğa, çeteciliğe karşı söylemleriyle dikkat çekmişti. Chibas yıllarca sürdürdüğü radyo programında yolsuzlukları açığa çıkarıyordu. Fidel, bunun, Küba’da radyonun ilk siyasi yaratısı olduğunu söyler. Fidel’in de siyasi yaşamına başladığı, Chibas’ın partisi “Ortodoks Parti”nin (Küba Halk Partisi) yıldızı parlamıştı ve 1952 seçimlerini kazanacağı neredeyse kesinleşmişti. Batista darbe yaparak bunun da önüne geçmek istemişti. Darbe halk tarafından nefretle karşılandı. Fidel, darbeden sonra birçok kişinin bir formül arayışı içerisinde Lenin’in “Ne Yapmalı?” makalesini okuduğunu anlatır.
26 Temmuz Hareketi’nin oluşumu
Bu süreçten sonra silahlı mücadeleyi başlatmak için bir dizi girişim oldu. Bir felsefe profesörü olan Rafael Garcia Barcena’nın kurduğu MNR (Ulusal Devrimci Hareketi) ve Frank Pais önderliğindeki bir grup öğrencinin kurduğu ARO (Oriente Devrimci Hareketi) bunlar içerisindeydi. Batista darbesiyle Ortodoks Parti de çözülme süreci içine girmişti ve Fidel darbeyle birlikte legal olanakların ortadan kaldırıldığını, iktidarın alınması için zora başvurulması gerektiğini savunuyordu. Kendi sözleriyle, “O andan itibaren geleceğe yönelik bir strateji geliştirdiğini” anlatır; “devrimci bir program oluşturup bir halk ayaklanması başlatmak.” Ve Fidel önderliğinde genç Ortodokslar grubu Moncada Kışlası’na saldırı hazırlığına başladı. Fidel, Bogota’daki kent ayaklanmalarında Bogotazo’ya katıldığı zaman askeri eğitim almıştı ve çocukluğunda da iyi bir nişancıydı. Büyük çoğunluğu Ortodoks Parti’nin gençlik kollarından olan 1200 genç Havana Üniversitesi’nde baskın için eğitimlere başladı. 26 Temmuz 1953’te, Batista ordusu üniformalı, çavuş rütbeli ve tamamı silahlı 160 kişiyle Moncada ve Bayamo kışlalarına saldırı düzenlendi. Batista üniformalarıyla çavuşlar darbesini taklit etmek istiyorlardı. Deneyim eksiklikleri ve bir takım aksilikler nedeniyle içeride yapılması gereken çatışma dışarıda yapılmak zorunda kaldı ve saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Çarpışma sırasında 5 kişi öldü, 56 kişi de işkencelerde katledildi. Fidel Castro, Raul Castro, Haydee Santamaria, Melba Hernandez’in de aralarında olduğu 28 kişi de yakalanıp tutuklandı. Moncada Kışla saldırısı harekete 26 Temmuz Hareketi (M-26-7) adını kazandırdı. Fidel’in gizli celseyle yapılan mahkemesinde yaptığı ve “Tarih beni aklayacaktır” sözleriyle bitirdiği meşhur savunması, 26 Temmuz Hareketi’nin programı oldu. Bu program, Fidel henüz hapishanedeyken hareketin diğer üyeleri tarafından çoğaltılıp dağıtılmaya başlandı, tutuklular için yapılan geniş bir sivil hareketin seferber edilmesini sağladı ve sonunda 1955 Mayıs ayında tutuklular için bir af çıkarıldı. Daha sonraki yıllarda Fidel bu program için “Sosyalist bir program değildi. Ama o sırada halkımızın hedefleyebileceği en iyi toplumsal ve devrimci programdır” demiştir.
İsyan Ordusu’nun kuruluşu
Moncada Kışla Saldırısı’nın ardından devrimciler arasında fikir ayrılıkları ve anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştı. Bu arada hapishaneden çıkan Fidel ve Raul, Küba’da can güvenlikleri olmadığı için Meksika’ya sürgüne gitti. İki kardeş orada enternasyonalist devrimci, Arjantinli doktor Ernesto Che Guevara’yla tanıştı. Burada devrimci Alberto Bayo tarafından 17 ay boyunca askeri eğitim gören 82 kişi “1956 yılında ya özgür olacağız ya şehit!” diyerek her tarafından su sızdıran Granma yatıyla Meksika Körfezi geçilerek, Santiago’da Frank Pais ve 26 Temmuz Hareketi tarafından örgütlenen, 30 Kasım 1956 günü gerçekleşen ayaklanmaya katılmak amacıyla yola çıktı. Ayaklanma kısa sürede bastırıldı ve Granma aksilikler sebebiyle iki gün gecikmeyle 2 Aralık günü ancak Küba’ya varabildi. Fakat çıkarma farkedildi ve uçaklarla saldırı başladı. İçerilere doğru ilerleyen birlik 3 gün sonra Alegria de Pio’da bozguna uğradı ve bu saldırıda, 82 kişiden yalnızca Che, Fidel, Raul, Camilo Cienfuegos ve Juan Almeida’nın da aralarında bulunduğu 12 kişi sağ kurtulmayı başardı.
Başlangıçta Batista, gerillanın varlığını önemsemedi ve küçümser bir tavır takındı. Hatta New York Times özel muhabiri Herbert Mathews’in Fidel’le Sierra’da bir görüşme yapmasına kayıtsız kaldı. Oysa bu röportaj başarılı bir propagandaya dönüşmüştü. Bu sırada İsyan Ordusu Maestra bölgesini kontrol altına almış, köylülerin de katılımıyla ordu daha da büyümeye başlamıştı. Gerilla sadece köylülerin desteği ve gönüllülerin yardımlarıyla değil, 26 Temmuz Harketi’nin şehir kanadının (Llano) ve Oriente Devrimci Hareketi’nin gönderdiği güçlerle de takviye edildi. Ocak 1957’de, İsyan Ordusu Fidel’in önderliğinde 22 kişiyle, La Plata’daki Deniz Kuvvetleri’ne ait bir kışlaya başarılı bir saldırı düzenledi ve devrimin ilk muharebesi kazanıldı.
13 Mart 1957’de, Directorio Revolucion Estudiantil, Havana’daki Başkanlık Sarayı’na Batista’yı öldürmek amaçlı bir saldırı girişiminde bulundu; ancak başarısızlığa uğradı. Escambray’da bir kısmı 26 Temmuz Hareketi, bir kısmı DRE tarafından yönetilen savaşçı gruplar kuruldu. Bunların bir kısmı Escambray’da gerilla birlikleriyle yeni bir cephe oluşturdu. Fidel, daha sonra bu cepheye William Morgan ve Che Guevara’yı göndermiştir.
1957 yılının Mart ve Nisan ayları yeniden kuruluş ve yetişme aylarıydı. Ordunun mevcudu 80’e yükselmişti. Öncü grubu Camilo tarafından yönetilen 4 kişiydi. Bunu izleyen takımın başında Raul ve üç teğmen bulunmaktaydı. Teğmenler Julio Diaz, Ramiro Valdes ve Nano Diaz’dı. Bu teğmenlerin her biri bir mangayı kontrol ediyordu. Bunları Genelkurmay ya da “Comandancia” izlemekteydi. Genelkurmayda Başkomutan Fidel Castro, Ciro Redondo, Manuel Fajardo, Crespo, Universo Sanchez ve doktor olarak da Che bulunuyordu. Genellikle en arkadan gelen takım Almeida’nın komutasındaydı. Almeida’nın teğmenleri Hermo, Guillermo Dominguez ve Pena’ydı.
Sierra Maestra’daki gerilla kuvvetlerine karşı yürütülen hareketin başına Albay Barrera getirilmişti. Ordu tayin bedellerini çalmakla ün yapmış olan Barrera, daha sonraları askeri ateşe olarak gönderildiği Venezuela’nın Caracas şehrinde Batista kuvvetlerinin yok edilişini kılını kıpırdatmadan izlemiştir. 1957 Nisan’ına kadar İsyan Ordusu, istihbaratı ancak köylülerden ve şehirdeki yoldaşlarının ziyaretlerinden edinebiliyorken, bu dönemde, Fidel’in bir köylüden aldığı radyoyla artık bilgileri doğrudan Havana’dan almaya başlamışlardı. Öte yandan Batista, Sierra Maestra’da gerilla güçleri kalmadığına halkı inandırmaya çalışıyordu ve bu sebeple bazı gazeteciler için uçuş gezileri düzenlemişti. Ancak bu garip gezi, halktan kimseyi tatmin etmemiş ve hatta hükümetin yalanları deşifre olmuştu. 23 Nisan 1957’de, Sierra’da, Fidel’le Amerikalı gazeteci Bob Taber arasında, Celia Sanchez’in ayarladığı meşhur görüşme gerçekleştirildi. Bu röportajın ve kısa bir süre içinde çekilen filmin yankıları sürdü. O dönem, İsyan Ordusu, zamanlarını Estrada Palma bölgesindeki köylülerle temas kurmaya ayırmıştı. Bu köylüler, günden güne genişleyen hareket bölgesinin tamamında temaslar kurulabilmesi için gerilla birliklerine kamp yerleri hazırlıyor, bütün ilişkilerinde ara kademe görevleri görüyorlardı.
28 Mayıs 1957’de, 26 Temmuz Hareketi’ne bağlı devrimciler ve hareketin Santiago de Cuba’daki kent ayağının sorumlusu Frank Pais yönetimindeki milisler gündüz vakti El Uvero kışlasına başarılı bir saldırı düzenledi. Bu saldırı hem gerillanın moralini yükseltti hem de silah ve mühimmat açısından devrimcilerin elini kuvvetlendirdi.
İsyan Ordusu 200 kişiyi bulmuştu. O sıralar Fidel, programlarını daha keskinleştirmek ve daha önce karar altına alınmış ilkelerden asla taviz verilmeyeceğini vurgulamak üzere yeni bir bildiri kaleme alınması gerektiğini düşünüyordu. Hazırlanan yeni bildiride öne çıkan noktalardan biri “tüm muhalefet partilerini, sivil kurumları ve devrimci güçleri içine alan geniş bir devrimci cephenin yaratılması”ydı ve bunun için “ortak bir mücadele için devrimci bir sivil hükümetin kurulması”, “geçici hükümete başkanlık etmek üzere birisinin tayin edilmesi” öneriliyor ve “ne biçimde olursa olsun, hiçbir askeri cuntanın cumhuriyetin geçici hükümeti olarak kabul edilemeyeceği” belirtiliyordu. Dolayısıyla alınan karar orduyu siyaset dışı tutmaktı; fakat ortak cephe orduya bütünlüğünü koruyacağı konusunda tam bir teminat veriyordu. Seçimler bir yıl sonra yapılacaktı. Bildiride geçici hükümetin bağlı kalacağı uygulamalara dair; siyasi tutsakların serbest bırakılması, basın özgürlüğü, bireysel, sosyal hakların korunması, geçici belediye başkanları tayin edilmesi, karaborsanın kökünün kurutulması, sendikalarda demokratik ilkelerin yürürlüğe konulması, okuma-yazma kampanyalarının yapılması, toprak reformu gibi hususlara değiniliyordu. Sierra’ya ilişkinse “Sierra konusunda hükümetin yaptığı menfi propagandaya kimse aldanmamalıdır. Sierra Maestra çoktan beri özgürlüğün yıkılmaz bir kalesi olup, halkın kalbinde yer etmiştir. Halkın bize gösterdiği inanç ve güveni Sierra’da nasıl ödememiz gerektiğini çok iyi biliyoruz.” deniliyordu. Bildirinin tarihi 12 Temmuz 1957’ydi ve gazetelerde yayınlanmıştı. Ve İsyan Ordusu, Batista ordusunu savaş alanında yenmek olan temel görevine devam etti.
Köylülerin İsyan Ordusu’na desteği ve azmi
İsyan Ordusu’nun La Plata ve Palma Mocha zaferlerinden sonra, Batista, gerillaya desteğini artıran köylülere dönük saldırılara başladı. Köylüler, yığınlar halinde öldürüldü ve baskı iyice arttı. Kısa bir süre için köylüler gerillaya desteklerini çektiyse de yavaş yavaş mücadeleye karşı inançlarını tekrar kazandılar. Buna karşı Batista, binlerce aileyi Sierra’dan kentlere göçmeye zorladı. Halk, kervanlarla doğup büyüdükleri yerleri bırakıp llano[4]‘ya iniyor, kentin dış kısımlarında onlarca yeni ev kuruluyordu. Çoğunluğu gençlerden oluşan bir grup, İsyan Ordusu’na katıldı. Küba halkının öfkeli protestoları, hükümete dair patlak veren uluslararası skandal ve Batista’nın gerilla ordusunu yenememesi karşısında, köylü ailelerin Sierra Maestra’dan uzaklaştırılmasına son vermek zorunda kalındı. Köylülerin bir kısmı topraklarına perişan halde döndü, çoğunluğuysa ölmüştü. Dönen köylüler artık kurtuluşu devrimde arıyordu ve korkuları kalmamıştı ve özgürlüğe kavuşmuş bölgelerde mutluluğu yeniden buldular. Che, “Savaş Anıları”nda köylünün bu değişimini ve kararlılığını şu şekilde anlatmıştır:
“Terk ettikleri topraklarına döndüler. Hayvanlarını daha kötü günlere saklamak amacıyla kesimi durdurdular. Makineli tüfeklerin yırtıcı sesine alıştılar. Her aile kendi sığınağını kurdu. Aileleri, davarları, ev eşyalarıyla birlikte geçici süreler için savaş bölgelerinden kaçmaya alıştırdılar kendilerini. Geride sadece bohio’larını bırakıyorlar, düşman da bunları yakıp yerle bir ederek öfkesini çıkarıyordu. Eski evlerinin dumanlar tüten yıkıntıları üzerinde yeniden ev kurmaya alıştırdılar kendilerini. Ağızlarından bir tek yakınma sözü duyulmuyor; ama kinleri gittikçe yoğunlaşıyor, zafere ulaşma azimleri gittikçe bileniyordu.”
Sierra ve Llano
Ordunun et ihtiyacı muhbirlerin ve latifundista[5]‘ların hayvanlarına el konularak karşılanıyor ve köylülerle bölüşülüyordu. Tiryakiler için bir sigara imalathanesi bile kurulmuştu. Llano’dan getirilen bir teksir makinesinde El Cubana Libre isimli bir gazete çıkarmaya başladılar. Ve bir başka propaganda aracı olarak, kurdukları bir verici istasyonunu kullanmaya başladılar. Radyo Rebelde’nin ilk sürekli yayınları 1958’in Şubat’ında başladı. Bu yayınlarla birlikte İsyan Ordusu’nun varlığı ve azmi tüm ülkede duyulmaya başlandı. Bağlantılar yayılıp gelişmeye başladı. Batista ordusu içinde huzursuzluklar arttı. Sierra Maestra’da orduyu bozgundan bozguna uğratarak, yaylaları ele geçiren Camilo Cienfuegos bütün kamuoyunun ilgisini çekiyordu ve Oriente bölgesine ait dağlık Sierra Cristal’de Raúl Castro’nun yönetiminde ikinci bir cephe açılmıştı.
Bu süreçte 26 Temmuz Hareketi’nin Sierra’daki gerilla güçleri ile Llano’daki kent milisleri arasında fikir ayrılıkları açığa çıktı. Kentsel liderlik, Batista’yı devirecek bir genel grev düzenlemek istiyordu. Ulusal İşçi Cephesi isimli bir örgüt kurulmuştu; ancak işçiler açıkça 26 Temmuz Hareketi tarafından kurulan bu örgüte karşı kayıtsız kaldı. Örgütün kuruluş amaçları, o günün koşulları içinde onlara radikal gelmişti. Fidel ve Sierra ise kuşkuları olmakla birlikte öneriyi kabul etmişlerdi. Genel grev, 9 Nisan 1958 günü gerçekleştirildi ve sonucunda bir çok kişi yaşamını yitirdi, kentteki yeraltı faaliyetleri önemli ölçüde kesintiye uğradı. Bunun ardından 3 Mayıs’ta gerçekleştirilen toplantıda uzun tartışmaların ve yapılan özeleştirinin (Halkçı Sosyalist Parti’nin işçiler arasındaki örgütlülüğüne yeterince önem vermemek ve kentte silahlı çatışmanın güçlüklerini değerlendirememek) ardından Sierra ve Llano komuta yapılarının İsyancı Ordusu’nun Başkomutanı Fidel’e bağlanması kararlaştırıldı.
Nisan genel grevinin başarısızlığından sonra Batista ordusu tanklar ve uçaklar kullanarak 10.000 askerle İsyan Ordusu’na karşı saldırıda bulundu; ancak Ağustos sonunda saldırı başarısızlıkla sonuçlandı ve Batista’nın günlerinin sayılı hale geldiği herkes tarafından anlaşıldı.
29 Temmuz’da General Cantillo’nun tuzağına düşen birlikler yaklaşık 70 kişiyi yitirdi. Fidel 1 Ağustos’ta geçici ateşkes önerdi ve Cantillo kabul etti. Pazarlıklar sürerken Castro savaşçılarını tekrar dağlara taşıdı ve operasyonu en az kayıpla bitirdi. Verano Operasyonu Batista hükümeti için başarısızlıkla sonuçlandı.
Zafere doğru
1958’de Kübanın nüfusu 6,5 milyondu. Kişi başına düşen yıllık gelir 350 dolardı. Nüfusun dörtte biri işsizlerden oluşuyordu. Temel gıdaların ithalatında dahi ciddi bir artış vardı. Dış ticaret dengesi 600 milyon dolar açık vermişti. Basında müthiş bir sansür vardı. Eğitim kurumları çürümüşlüğe hizmet eder hale gelmişti. Batista rejiminin baskısı iyice artmıştı ve yüzünü devrimcilerden yana dönen halka öfke saçıyordu. O dönemlerde, Batista’nın 20.000’e yakın insanı katlettiği söyleniyor. Sözde huzuru ve düzeni sağlamak üzere darbe yapan Batista, eskisinden daha da büyük bir kaos ortamı yaratmıştı. Halkın tepkisi iyice artıyor, Batista’nın askerleri bile cepheye gitmekten kaçınıyorlardı. Batista, bu açmazdan kurtulmak için muhalefetle birleşmek gibi isteklerde bile bulunduysa da, bu manevraları başarısızlıkla sonuçlandı ve güçsüzlüğünü daha da açık bir şekilde ortaya koymaktan başka işe yaramadı.
3 Kasım 1958’deki başkanlık seçimleri Fidel’in çağrısıyla halk tarafından boykot edildi. 30 Kasım 1958’de başarısız Verano Operasyonu sonrasında karşı saldırıya geçen İsyan Ordusu, Oriente eyaletini ele geçirdi. 28 Aralık’ta Santa Clara’ya halkın coşkulu karşılamalarıyla ulaşan Che’nin komutasındaki birlikler, şehirde bulunan Albay Casillas’a yardım amacıyla gönderilen zırhlı trene saldırdı. Tarım fakültesinden alınan iş makinalarıyla rayları bozan gerillalar, hareketsiz bıraktıkları zırhlı treni ele geçirerek içerideki 350 subay ve askeri esir aldı. Trendeki çok miktarda cephane de gerillanın eline geçti. Kazanılan zafer Radio Rebelde aracılığıyla tüm ülkeye duyuruldu ve Batista’nın kaçış süreci başladı. 30 Aralık’ta Camilo Cienfuegos komutasındaki birlikler Yaguajay’ı ele geçirdi. Devrimciler şehirde direnen Batista ordusuna bağlı birlikleri, kendi ürettikleri tank ile alt etti ve bu savaş sonrasında Camilo, “Yaguajay Kahramanı” olarak anılmaya başlandı.
1 Ocak günü -Moncada Kışlası saldırısından tam 5 yıl, 5 ay, 5 gün sonra- devrimi bastıramayacağı ve sonunun geldiği belli olmuş olan Batista ailesiyle birlikte Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı. Batista’nın komutanları bile savaşmak yerine Fidel’le anlaşmaya çalışıyorlardı. Batista’nın kaçtığı duyulur duyulmaz Radyo Rebelde’den “Devrimci genel grev!” çağrısı yapıldı ve toplamı 3000’i ancak bulan İsyan Ordusu’nun tüm birliklerine ilerleme ve çarpışma emri verildi. Herkes, radyo ve televizyonlarda çalışanlar bile bu radyo istasyonuna bağlanarak, Fidel’in ülkenin tüm radyo ve televizyonlarında zincirleme konuşması sağlandı. Genel grev başladı. Her yerde ayaklanmalar oluyordu.
2 Ocak’ta Che Guevara ve Camilo Cienfuegos’a bağlı kollar Havana’ya girdi. Kimse direnmedi bile, tek bir kurşun dahi sıkmalarına gerek kalmamıştı.
8 Ocak günü Fidel Havana’ya ulaştı. 9 Ocak gününün şafağında yaptığı ilk büyük konuşmasıyla İsyan Ordusu zaferini ilan etti ve Havana’ya ve hatta tüm dünyaya yeni bir yaşamın umudu taşındı:
“Bu gece burada konuşurken, 30 Kasım 1956’da Santiago’da başlayan mücadelemizin en zorlu görevlerinden biriyle karşı karşıyayım. Halk beni dinliyor, devrimciler beni dinliyor, hatta kaderi başkalarının elinde olan askerler de beni dinliyor. Bu tarihimiz için çok belirleyici bir an. Tiranlık devrildi ama daha yapılması gereken çok şey var. Kendimizi geleceğin daha kolay olacağıyla kandırmayalım. Aksine belki de gelecekte herşey daha da zor olacak…”
devam edecek…
İdil Özkurşun
[1]Küba’nın 19. yüzyıl bağımsızlık mücadelelerinde İspanya’ya karşı savaşan Kübalı savaşçılara verilen ad
[2]26 Temmuz Hareketi’nden doğan, Sierra Maestra’da gerilla savaşı yürüten İsyan Ordusu’ndaki devrimcilere uzun sakallarından ötürü halkın verdiği ad
[3]Küba’daki İspanyol yerleşimcilere verilen ad
[4]Ovalık bölgeye verilen ad
[5]Toprak ağalarına verilen ad
Kaynaklar:
1. Fidel Castro – İki Ses Bir Biyografi, Ignacio Ramonet, Doğan Kitap
2. Savaş Anıları, Ernesto Che Guevara, Ant Yayınları
3. Demokrasi ve Devrim – Günümüzde Latin Amerika ve Sosyalizm, D. L. Raby, Yordam Kitap
4. Latin Amerika: İsyan Hep Vardı!, Derleyen: Sibel Özbudun, Kaldıraç Yayınevi
5. Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Eduardo Galeano, Sel Yayıncılık
6. Ekonomik Yazılar, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
7. Dinle Yankee, Wright Mills, Ant Yayınları
8. Fidel Castro Konuşuyor, Lee Lockwood, F.R. Alleman, Yar Yayınları
9. Che’de Sosyalist Bilinç ve Geçiş Dönemi Ekonomisi, Carlos Tablada, Çözüm Yayıncılık
10. Sosyalizme Doğru, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
11. Sosyalizm ve İnsan, Ernesto Che Guevara, Yar Yayınları
12. Vamos Bien – İyi Gidiyoruz, Fidel Castro, Nazım Kitaplığı
13. kubadostluk.org
14. Lanic.utexas.edu (Latin American Network Information Center)