Genişleme eğilimi
Kapitalizmin krizi kâr oranlarının düşme (gereken hızda artı değer üretememe) eğiliminden kaynaklanır. Kriz kendini piyasa düzeyinde aşırı birikim/kapasite fazlası ve eksik tüketim/talep yetersizliği, günlük yaşamda işsizlik, yoksullaşma, giderek artan borçlanma olarak gösterir.
Talepten fazla üretim yapan kısmını yok ederek, kapasiteyi talebin düzeyine indirmek de, bu uygulama işsizliği yoksulluğu arttırarak talebi daha da daraltarak, borçlanmayı hızlandırarak, depresyona doğru bir kısırdöngü yarattığından kalıcı bir çözüm getirmez. Aksine gittikçe büyüyen bir kredi balonu mali krizleri hazırlar. Daha da önemlisi toplumsal huzursuzluğu, yöneticilere, düzene karşı toplumsal muhalefeti, çoğu zaman bir mali krizin ardından patlamak üzere yükseltir.
Kapitalist devlet açısından en güvenlikli yol, ülkede kapasiteyi, istihdamı korumak, bu amaçla, birikim fazlasını mal, sermaye olarak başka ekonomilere ihraç etmektir. Kapitalizmin kriz eğilimleri, aynı zamanda, onun genişleme eğilimlerini besler,emperyalizmin kapitalizme içkin olduğunu gösterir.
Genişleme eğilimi, başka ekonomilerin, gelen malları, sermayeyi güvenli biçimde emebilmesi için yeniden düzenleneceği, direnişin mali, siyasi-askeri araçlarla kırılmaya çalışılacağı anlamına gelir. Geçerken, bir zamanların askeri darbelerinin, IMF politikalarının, Kopenhag kriterlerinin, azgelişmiş ülkelerin pazarlarının merkez ülkelerin sermayesinin kullanımına açılması anlamına geldiğini vurgulamak isterim.
Ve savaş eğilimi
Aşırı birikimin/kapasite fazlasının başka ekonomilere gönderilmesi (kriz eğilimlerin dışlaştırılması) pratikte, son yıllarda Çin için kullanılan bir kavramı ödünç alırsak,“depresyonun ihraç edilmesi” olarak kendini gösterir.
Tüm “güçlü” ülkeler “zayıf”ülkelerin ekonomilerini açar kendi depresyon eğilimlerini oraya aktarırken, gittikleri yerlerde de kurulu kapasiteyi, istihdamı hızla yok ederler, açığı doldurmak için kendi mallarını, tüketimi desteklemek için kendi mali sermayelerini gönderirler. Sonuç hep, Meksika’da, Arjantin’de, Türkiye’de, kimi Asya ülkelerinde olduğu gibi şiddetli bir borç ödeme krizi olarak ortaya çıkar.
Gelişmiş ekonomilerin sermayeleri azgelişmiş ülkelerin ekonomilerini açıp paylaşıp tükettikten sonra, mecburen gelişmiş ekonomilere geri dönmeye başlarlar. Bu aşamada, özellikle bu geri dönüşün şişirdiği spekülasyon balonları patladıktan sonra, “yıkılacaksa bendeki değil sendeki kapasite fazlası yıkılsın”, “bendeki değil sendeki sermaye devalüe olsun” politikası ister istemez öne çıkar.
Artık gündemi, kendi ekonomisini korumaya, karşısındakinin pazarlarını açmaya yönelik politikalar, buradan da ister istemez, gelişmiş ülkeler arasında siyasi askeri gerginlikler doldurmaya başlayacaktır. Bu resmi şöyle tamamlayabiliriz: Bu ortammilliyetçi-militarist, emperyalist politikacıların yönetim içinde ağırlığını arttırarak, silahlanma yarışını, “bir büyük savaş” beklentisini hatta arzusunu da körükler. Trump sayesinde, “reaksiyoner” dalganın öfkesini bu beklentiye, arzuya doğru yönlendirecek bir lider aramaya da artık gerek kalmamıştır. Korkutucu olan budur!
Kaynak: Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 17 Kasım 2016