İktidarın yürüttüğü başkanlık sistemi tartışmalarının ardından son olarak adına “partili cumhurbaşkanlığı” denilen anayasa değişiklik önerisiyle hedeflenen nedir?
AKP, bunca zamandır siyasal islamcı bir rejim inşa ediyor. Bu rejimi inşa etmek konusunda bir hayli yol aldıkları görülüyor. Ama bütünüyle kurumsallaştıramadıkları ortada. Bu paketle, bu rejimi anayasal güvenceye kavuşturmak istiyorlar. O yüzden sistem mi değişiyor, rejim mi değişiyor tartışması söz konusu. AKP’nin düzenle bir sorunu olmadığı da açık. AKP, mevcut neoliberal kapitalist sömürü düzenini radikal bir biçimde derinleştiren ve yaygınlaştıran, bu noktada sermayeye kar üstüne kar sağlayan bir parti olma işlevini sürdürüyor.
Şimdi bu başkanlık sistemiyle siyasal islamcı rejimi kalıcılaştırmak istiyor, sistemi değiştiriyor. Rejim değişikliğinde de adım atmak istiyor. Zaten ortada fiili bir başkanlık rejimi var, fiili bir siyasal islamcı rejim inşa çabası da atbaşı paralel gidiyor. Bu yeni başlayan bir süreç değil. 2007’de Cumhurbaşkanlığına Gül’ün seçilmesiyle beraber daha da katmerleşerek büyüyen bir süreç de ortada. Ama bunu fiili yürütme şansları giderek daralıyor, azalıyor. Bu açıdan bunu anayasal güvenceye kavuşturmaları lazım. Aynı zamanda her şeyi fiili olarak sürdüremezsiniz. İşin özü bu.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalı? Ortak mücadele hattı nasıl örülmeli?
Genelde şöyle bir yaklaşım tarzı çok faydalı olmaz daraltıcı olur, sözümüzü sınırlar; değişik kesimlerin yan yana gelip işte biz ‘hayır’ bloğu kurduk, ‘hayır’ cephesi kurduk deyip toplumun karşısına bir blok-cephe görüntüsüyle çıkması çok geliştirici olmaz. Yapılması gereken; herkesin bulunduğu yerden, dayandığı toplumsal ilişkilere yaslanarak, ‘hayır’ı çoğaltmasını sağlayan bir çalışmanın içine kendisini sevk etmesidir. Bütün enerjisini buna dönük sevketmeyi sağlamasıdır. Yani herkes kendi diliyle, tarzıyla, ilişkileriyle, kendini sınırlamadan, gidebileceği her yere ‘hayır’ı taşımalı, çoğaltmalı. Solun bütün kesimlerinin yapması gereken esasında budur.
Bunun yanısıra solun bir eşgüdümünün olması, bir koordinasyon zemininin olmasında fayda var. Bu bir cephe-blok kurmaktan ziyade bir eşgüdüm, koordinasyon, yani bulunduğumuz yerellerde mahallelerde işbölümü yapmaktır. Bazı yerellere bazı kesimlerin yoğunlaşmasını, bazı yerlere diğer kesimlerin yoğunlaşmasını sağlamak, birbirimizden haberdar olmak önemli. Çünkü yönelmemiz gereken çalışma tarzı, esasen birebir, yüzyüze, kapı kapı bir çalışma tarzı olmalıdır. İnsanların yüzlerine bakarak, ‘evet’in gerçekleşmesi halinde bizi neyin beklediğini anlatmak ve ‘hayır’ın bu açıdan öneminin altını çizmek, bu ancak bire bir temasla olur.
Bu ilişkinin taşınacağı yerler; solun olduğu yerler değil, esasen AKP ve MHP tabanının olduğu yerlere gidip onları da etkileyen bir dille durumu anlatmamız gerekir. Esasen avantajımız var, koşullar AKP ve Bahçeli koalisyonunun aleyhine gözüküyor. Onların demokrasi hikayesi bitti; dış politikada neo-Osmanlıcı hikayeleri, ekonomide deniz bitti. Tükettiler, cepten bitirdiler. Bir an önce hızlı, alelacele bir biçimde geçirme sebepleri, bu tablo daha da derinleşmeden referanduma gitmek, zaman geçtikçe koşullar aleyhlerine çalışıyor.
Kısa sürede ikinci bir referandum yaşayacağız. 2010’daki referandumda onların hegemonyası vardı. Bizim tarafın kafası karışıktı. Bizim tarafa oynadılar. Baya bir insana oynayıp referandumu geçirdiler. Şimdi onların kafası karışık, bu da bizim açımızdan avantaj. Doğal olarak onların kafa karışıklığı yaşadığı alana girip, kafaları aydınlatmak hepimiz açısından, Türkiye için, halklarımız ve insanlık için daha iyi sonuçlar üretebileceğimizi yalın, sade, açık bir biçimde anlatmamız gerekiyor. Çünkü bu referandumda kazanma şansımız çok yüksek. Eğer çok ciddi yanlış yapmazsak, çok kestiremediğimiz bir gelişme söz konusu olmazsa bu referandumu kazanırız.
Herkesin bulunduğu yerde ‘hayır’ çalışması yapmasına ve eşgüdüm, koordinasyon sağlanması gerekliliğine değindiniz. Bu koordinasyon nasıl sağlanır?
Merkezi düzeyde de olabilir, ki kuruluyor. Yerelde de hangi siyasi yapılar varsa, işbölümü sayesinde yerelde çalışan arkadaşlar da bunları kurabilir. Hepimiz birbirimizi biliyoruz. Nerede ne kadarsak orada oturup bir masanın etrafında çalışmalarımızın bilgisini verip, işbölümü yapmak… Burada ‘hayır’ı çoğaltmak önemli olduğu için ‘hayır’ın başarısı hepimizin başarısı. Bu manada bir eşgüdüm kurulabilir.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre; toplumsal mücadele güçleri nasıl konum almalı?
‘Hayır’ çıktığında her şeyin güllük gülistanlık olacağı gibi bir durum yok. Bugünkü siyasal islamcı rejimin çok köklü toplumsal, ideolojik dayanakları var. Bunu yenmek uzun dönemli bir mücadeleyi gerektiriyor. AKP’yi referandumda yendiğimizde, işimiz bitmeyecek. AKP 7 Haziran’da gösterdi, yenilgiyi kabul eden bir hareket değil. Ama bize moral olacak, özgüven yaratacak, karşıda bir kırılma yaratacak. Mücadele başka bir düzleme geçecek.
Referandumu kaybedersek, bunlar daha fazla özgüvene sahip olup üzerimize daha fazla gelecek. Yaşama müdahaleler daha keskin olacak. Bizim de buna karşı, yaşam alanlarımızı, yaşam tarzlarımızı, fikirlerimizi, dünyamızı, korumak için savunma ve direnme zeminlerimizi çoğaltmamız gerekecek.
Kaçarak mücadele etmeyeceğimize göre, kendimizi savunan, büyüten süreçleri örgütleyeceğiz. Bu açıdan biraz daha zor koşullarda mücadelemiz devam edecek ama, başkanlık rejimiyle Türkiye’nin barış, güven, istikrar, aş, iş meselesi hallolmayacak.
7 Haziran’dan sonra propagandalarını “huzur ve güven için” şeklinde yaptılar, iktidar oldular. Öncesini bir kenara koyalım, 1 Kasım’dan sonra ülkemizin yaşadığı siyasal tablo ortada. Doğal olarak, başkanlık meselesiyle bir insan iradesine teslim olan Türkiye’de istikrar, barış güven, aş iş beklemek doğru değil. Daha kırılgan, krizi derinleşen bir Türkiye oluşacak. Krizi derinleştiren bir anlayış egemen olacak.
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bunun kat kat mislini yapacaklar. Yasama, yürütme ve yargının tek bir kişide toplanmasının literatürdeki adı faşizmdir. Anayasal bir dikta rejimiyle ilerleyecek bir durum oluşturacak.