12 Şubat 2016 tarihinde yayınlanan ‘Türkiye’nin Dış Politikasının Çöküşü ve Suriye-Rojava Yenilgisi’ makalemde: “… Önümüzdeki birkaç ay içinde, Türkiye’nin ekonomik ve politik krizi derinleşeceğine dair birçok veri bulunuyor. Türkiye’nin bütün bunları aşabilmesi için önünde tek bir şart var: Önce Rusya’dan özür dilenmesi, sonra Rusya’nın şartlarının yerine getirilmesi. Peki, Erdoğan bu adamı atar mı; başka şansı bulunmuyor. Önümüzdeki birkaç ay içinde Erdoğan’ın Putin’den özür dilemesi sürpriz olmaz” ve hatta bunun “kaçınılmaz olduğuna” dikkat çekmiştim. Beklenen oldu; diklenen Erdoğan, çaresizlik içinde Putin’e mektup göndererek çok açık olarak ‘özür’ dilediği Rusya tarafından uluslararası kamuoyuna açıklandı. Bu gerçeğe rağmen Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı sözcülerinin Erdoğan’ın ‘özür’ mektubunu gizlemek için çok özel bir çaba içerisinde oldukları görülüyor. Ancak Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, bu konuya ilişkin bir soruyu yanıtlarken: “Şimdi engeller kaldırılıyor; çünkü Türkiye özür diledi… Bu özürleri kabul ettik…”
‘Asla özür dilemeyiz, biz haklıyız ve hatta Rusya bizden özür dilemelidir’ diyen bir iktidarının ve cumhurbaşkanının, tam tersi bir yönelimle özür mektubu göndermiş olmasının, Türkiye’nin bölgesel ve iç krizi ile birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Türkiye çok yönlü bir krizle karşı karşıya bulunuyor. Uluslararası ve bölgesel ölçekteki bütün ilişkilerde ciddi darbeler alan, yalnızlaşan, bölgesel denklemin dışına düşen, oluşturulan politik stratejilerde artık hesaba katılmayan bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız.
ABD bölgesel stratejilerini belirlerken artık AKP iktidarını ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hesaba katmıyor. ABD’nin özellikle Irak ve Suriye politikasının belirlenmesinde Türkiye’nin politik ve bölgesel hassasiyetleri dikkate alınmıyor. Erdoğan’ın ‘terörist’ olarak ilan ettiği PYD ya da YPG/YPJ, ABD’nin yeni bölgesel ittifak gücü olarak ön plana çıktı. Türkiye’nin bütün ısrarlarına ve itirazlarına rağmen, ABD, Suriye’deki politik ve askeri geleceğini Kürtler üzerinde şekillendiriyor. Bunun bir başka ifadesi, artık resmiyet kazanan ve özellikle Suriye’nin iç denkleminde önemli bir güç olan PYD, ABD tarafından son derece önemsenmekte olup, önümüzdeki süreçte stratejik bir ittifak gücü olarak çok daha fazla ön plana çıkartılacaktır.
Bugün ABD askerlerinin YPG armalarıyla savaşa katılmaları, Türkiye’ye verilen çok net bir politik mesajdır. Menbiç’te YPG inisiyatifinde IŞİD’e karşı yürütülen savaş aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel politikalarının tasfiyesinin önemli bir halkasını oluşturuyor. Menbiç’ten sonra esas meselenin Arfin’e kadar olan bölgenin özgürleştirilmesidir ve bu adım atılacaktır. Bir başka ifadeyle Rojava kantonlarının birleştirilme stratejinin aşamalı olarak yaşama geçirilmesidir. Türkiye ABD ile askeri bir çatışmaya girmeyeceğine göre; AKP iktidarı ve cumhurbaşkanı askeri ve politik olarak ABD karşısında ve bu nedenle de PYD karşısında kaybetmiş oluyor.
Diğer bir başka önemli faktör de, Suriye kökenli göçmenler nedeniyle AB/Brüksel ile ‘Ermeni soy kırım tasarısının’ parlamentoda kabul edilmesiyle Almanya/Berlin ile ilişkilerdeki gerilmenin giderek artmasıdır. Türkiye’nin özel bir beklentiye girdiği ‘vize serbesti’ kararının AB tarafından uygulanmaya konulmadı; ‘terörle mücadele kanunu’ndaki değişikliklerin yapılması başta olmak üzere demokratikleşmenin önündeki engellerin kaldırılmasında ısrar edilmesi, Türkiye’nin ‘vize serbesti’ beklentisini olumsuz yönde etkileyen bir faktör olarak ön plana çıktı.
AKP iktidarının Almanya üzerinde uygulamayı denediği şantaj politikalarına rağmen, ‘soykırım’ tasarısı kabul edildi. Hatta hem Almanya’nın AB içerisindeki stratejik konumunu ve gücünü hesaba katmadan; hem de Almanya ile yıllık ithalat ve ihracat oranının % 26 civarında olduğunu görmeden Berlin’i cezalandırmaya kalkmaları, politik analiz yapma yeteneğinin ne kadar zayıf ve basiretsiz olduğunu gösteriyor. AB ile Türkiye arasında ciddi ve etkili bir denge politikası oluşturan Almanya’ya karşı uygulanmak istenen kararlar, Almanya’ya hiçbir ciddi etkisi bulunmayacaktır. Tersine Türkiye’nin AB politikalarından bütünüyle yalnızlaşması ve izole olması anlamına gelecektir. Bu bakımdan Almanya’nın soykırım tasarısına karşı, Türkiye’nin Almanya’yı etkisizleştirecek hiçbir ciddi yönelimi olmayacaktır.
Rusya uçağının düşürülmesinden sonra, Putin’in AKP ve Erdoğan’ı beklenilenden çok sert bir şekilde cezalandırması, Türkiye’nin bölgesel dengelerini bütünüyle sarstı ve Türkiye’yi Suriye’de adeta yok hükmünde bir uygulamaya yöneltti. Aynı şekilde Türkiye ile olan bütün ekonomik ilişkileri minimum düzeye indirdi, ihtilat ve ihracatı sıfırlama noktasına getirdi. Rusya’nın Türkiye’ye karşı uygulamaya koyduğu ekonomik yaptırımlar içte ekonomik krizin gelişmesinde önemli faktör haline geldi.
Böylelikle ABD ile sorunlu, AB/Almanya ile kavgalı, Rusya ile çatışmalı bir AKP iktidarıyla karşı karşıyayız. Bölgesel ilişkilerde sıfırlanmış ve artık hesaba katılmayan bütünüyle yenilmiş bir politikanın sonuçları tahmin edilenden çok daha ağır oldu, olmaya devam edecektir. İçte artan politik kaos ve en önemlisi derinleşen ekonomik kriz toplumun bütün kesimlerini kapsayarak gelişme potansiyeli taşıyor. Dahası krizin toplumsal tepkiye dönüşme eğiliminin oluşması, iktidarı önemli oranda tedirgin etmeye başladı. Böylelikle çok yönlü bir krizle karşı karşıya olan Erdoğan, özellikle uluslararası ve bölgesel gelişmelerin kendi aleyhine döndüğünü ve iktidarını bu tarz politikalarla süreklileştirmeyeceğini çok daha açık olarak gördü. Bu bir bakıma çok güçlü göründüğün bir andan ‘tehlike‘ çanlarının çalmaya başlamasıdır. Erdoğan, artık manevra alanını kalmadığını görünce, ‘diklenmeyi’ bir kenara bırakıp, ‘uzlaşmaya’ dahası teslim olmaya karar verdi. Yaptığı açıklamalarla bugüne kadar izlediği ve bütünüyle başarısız kalan dış politikasında temel değişikliklerin olacağına dair ip uçları verdi.
İlk adımı, Putin’den özür dileyerek attı. Peki, bu özür, Rusya ile sorunların bütünlüklü olarak çözüleceği anlamına gelir mi? Bu soruya çok açık olarak olumsuz yanıt verebiliriz. Putin, Erdoğan’ın ‘özür’ mektubunu kabul etmesi, sadece bir ilk adım olarak değerlendirdi. Rusya’nın ekonomik, askeri ve diplomatik olarak Türkiye’yi teslim aldığını uluslararası kamuoyuna deklare etti. Rusya, bu ilk adımla yetinmeyecektir, bugüne kadar başarılı bir şekilde uygulamaya koyduğu Suriye politikasını Türkiye’ye kabul ettirmeyi hedefliyor ve AKP iktidarına dahası Erdoğan’a bu politikasını kabul ettirecektir. Rusya’ya karşı direnme şansı bulunmayan iktidar, zorunlu olarak boyun eğecektir.
Ankara için son derece önemli olan ekonomik ilişkilerin yeniden eski dönem düzeyine getirilmesi için gösterilen yoğun çabaya karşılık, Moskova ise bunun için acele etmediğini, zaman içerisinde bunların aşılacağını açıkladı. Bu açıklama, Türkiye’ye ayar vermeye devam edileceğini gösteriyor.
Rusya’nın diplomatik baskısı ve ekonomik ambargosu önemli oranda etki oldu. Devlet adına özür dilendi. Ancak bu asla yeterli görülmüyor. Esas sorun şu: Moskova/Putin, Ankara’yı/Erdoğan’ı Suriye merkezli Ortadoğu politikalarında teslim almak, böylelikle Suriye’deki askeri ve politik çözüm sürecini hızlandırmak istiyor. Radikal İslamcı örgütlerle askeri, ekonomik ve lojistik destek veren Türkiye, Suriye’nin iç dengelerini bozuyor. Rusya, Türkiye’den Suriye politikasını esastan değiştirmesini, El Nusra ve IŞİD merkezli radikal İslamcı örgütlere verilen bütün desteğin kesilmesini talep ediyor. Dahası Şam ile diplomatik ve politik ilişkilerin kurulması gerektiğine vurgu yapıyor. Şam ile Ankara arasında politik-diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması, Radikal İslamcıların Suriye’deki faaliyetlerinin çöküşü bakımından önemli bir sürecin başlaması anlamına gelecektir. Türkiye, Rusya’nın istemleri doğrultusunda Şam ile diplomatik ilişkileri kuracaktır. Bunun ilk adımı olarak İran üzerinde Esad ile görüşme kararı alındı. Böylelikle kaybeden Erdoğan, kazanan Esad buluşmasına dair bir süreç başladı denebilir. Ayrıca Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, “Suriye konusunda Rusya ile yakın bir çalışma içerisinde olacağız” açıklaması esasen Rusya’nın Suriye politikasına yöneldiğinin ilk işareti olarak değerlendirilmesi gerekir.
Putin-Erdoğan görüşmesi, Rusya’nın Türkiye politikasının boyutunu nispeten şekillendirecektir. Erdoğan bir kez daha Erdoğan’ın gözünün içine bakarak ‘özür’ dileyecektir. Buna rağmen çok açık olarak ifade etmek gerekir ki, Moskova-Ankara ilişkileri hiçbir şekilde eskisi gibi olmayacaktır.
Türkiye’nin bütün çabasına rağmen ilişkiler eskisi gibi olmaz, uluslararası ve bölgesel ilişkilerde gerçekçi düşünen Putin, Türkiye ile ilişkileri eskisi gibi yürütmez. Örneğin Türkiye ilişkilerinin düzeyi ne olursa olsun, Rusya’nın Rojava ve PYD politikası değişmez. Suriye’nin iç politik istikrarının PYD ile olan ilişkilerden geçtiğini gören Moskova, Türkiye’nin istemi üzerine kesinlikle PYD’ye karşı tutum almaz ve mevcut politikasını değiştirmez.
Dünya ile kavgaya tutuşan, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesinde küresel güçler kadar sorumluluğu olan Türkiye’nin izlediği bölgesel dış politikasının çöküşüne paralel olarak, radikal İslamcı örgütlerin savaşı Türkiye’yi çok daha derinden etkileyecektir. Bütün bunları büyüten, her şehirde ve mahallede örgütlenmesine izin veren, ekonomik, lojistik ve askeri destek veren AKP iktidarı, tahmin edilenden çok daha fazla bir krizle karşı karşıyadır.
Rusya’ya teslim olması, Şam ile doğrudan diplomatik ilişkilerin kurulması iç politik krizi ve sorunları tek başına çözmez. İçte yoğunlaşma eğilimine giren krizi aşamayan AKP iktidarı, tahmin edemediği daha büyük krizlerle karşı karşıya kalacaktır. q