Bu sistemin eli ve devletin azmettiriciliğiyle şiddet ve tehdide maruz kalan ve gerekli önlemler alınmadığı için katledilen kadınların, isimleri birer istatistiğe dönüşürken, katillere indirimler, tahliyeler ardı ardına gelirken, “Öz savunma haktır” diyerek buna karşı net bir tavır koymanın altını bugüne kadar defalarca çizdiğimizi düşünüyorum.
İşi “Öz savunma” yapmaya kadar vardıranın bizzat o sistem ve sistemle ayakta duran devlet olduğunu bir an akıldan çıkartmadan bir kere daha bakalım yaşananlara.
Çilem Doğan’ın, Nevin Yıldırım’ın yaşadıkları da, kadın katliamları da, bugün hedefi ve tanığı olduğumuz tüm saldırılar da aynı cinsiyetçi ve ırkçı zihniyetin en gelişmiş örgütü olan devleti tanımayanlar için kafa karıştırıcı olması mümkündür.
Boşanma komisyonu raporunda yer alan saldırıları, Ensar Vakfı’nda yaşanan çocuk tecavüzlerini ve bunlara birinci elden sahip çıkanları hiç duymamış olanların, bu ülkede mahkeme kararı ile koruma almasına rağmen öldürülen onlarca kadın olduğunun farkında olmayanların, Çilem Doğan’ın yaşadıklarını anlaması kolay görünmüyor. Ancak Çilem Doğan’ın yaşadıklarından haberdar olarak bunu anlamaya çalışanların, devamında bahsettiğimiz noktaları da kavrayabilmesinin önü açılıyor.
Çilem Doğan’ın tutuklanması ile başlayan süreçte kadın dayanışması olarak gündeme gelen eylemler, tam da Çilem Doğan’ın yaşamaya mecbur bırakıldığı durum karşısında (ki bu tekil bir örnek değildir) Çilem Doğan’ın eyleminin meşruiyetini savunmaktır.
Kadın dayanışmasını örgütleyenlerin, Doğan’ın tahliyesine ve umarım ki beraatine varacak süreci yaratmada tüm katkısı olanların dayanışmayı sürdüreceğinden kuşku yok. Bu mücadele içinde Çilem’in duruşunu ise onun eylem ve söyleminin belirleyeceği ve onunla dayanışma içinde olanların onun her eylem ve sözünün de arkasında durduğu anlamına gelmeyeceğini de bir kenara yazalım.
Evet Çilem’in HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ziyaretinin ardından avukatı ile birlikte yaptığı “açıklama” ve ardından başlayan “polemik”ten bahsedeceğim.
Bu “açıklama” kendi durumunu kavrayamamış olmanın bir göstergesi olsun veya olmasın, kendi durumu ile çelişkisi itibariyle dikkat çekicidir. İşte tam da bu yüzden yaygın bir tartışmanın başlamasını tetiklemiştir.Esasen hedefleri ve niyetleri farklı olanların ihtiyaç duyduğu zemin için sevinçle atladıkları.
HDP’yi terörist ilan edenlerin, bugün gazetecileri, akademisyenleri, meslek odaları yöneticilerini, öğrencileri, çocukları terörist ilan edenler olduğunu hatırlayarak, iktidarın bu söyleminin peşine takılmanın (devamını getirmese de) ne demek olduğunun farkında olmamak mümkün müdür?
Bahsi geçen “açıklama”nın, HDP’yi terörist ilan edenlerin başında gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kimi zaman ağaç, çiçek, böcek diyerek, kimi zaman kadın, çocuk diyerek, kimi zaman daha basit gerilimler üzerinden ortalığı karıştırıyor; ülkenin huzurunu kaçırıyorlar.” sözlerinin ardından gelmesi de bir başka dikkat çekici nokta.
Çilem Doğan’ın evine molotof atılması, tehdit edilmesi, mücadelenin başından beri emekçisi olan HDP’li kadınların ziyareti nedeniyle “terörist” ilan edilmesi kabul edilebilir, hafife alınacak şeyler değildir. Bu da bizzat ırkçı ve cinsiyetçi sistemin azmettirdiği bir saldırıdır.
Ancak tam da burada bu tehditlere boyun eğerek, kendi çıkış noktasında onunla dayanışma içinde olanların meşruiyetini hedef almak, bu nedenle de aslında kendine karşıt bir pozisyon çıkartmak çelişkidir ve bu çelişki en çok da Çilem’in yıpranması demektir.
İnternet üzerindeki yorumlarda, yine avukatın “HDP siyasi rant peşinde” olduğu iddiaları ise gülünemeyecek kadar acınasıdır. “Siyasi rant” nedir? Rant yaygın olarak “emek verilmeden sağladığı gelir”olarak kullanılır. Oysa HDP açısından kuruluşunda, programında, bugüne kadarki pratiğinde yer alan duruş ve mücadelenin dışında ortaya konulan bir durum yoktur. Çilem Doğan davasının takipçisi olmak, bu konuda kamuoyu yaratmak başta olmak üzere, Çilem ile dayanışmasını ilan etmek tüm topluma taahhüdünü verdiği mücadeleyi yerine getirmenin bir gereğidir. İşte tam da bu yüzden bizim cepheden HDP bunları yaptığında değil, yapmadığında tartışılır olmalıdır.
Çilem’in yıpratılması “öz savunma”nın meşruluğu hedefe koymaktır. Az önce bahsettiğim gibi öz savunma dışında başka bir seçenek bırakmayan sistemin aklanması, aynı nedenle ve aynı oranda cinsiyetçi ve ırkçı iktidarın bizzat yaşamına, özgürlüğüne, kimliğine kastettiğinin eliyle “konu dışı”na çıkartılması ve HDP’nin kriminalize edilerek, mücadelesinin ve meşruiyetinin zayıflatılması şeklinde bir duruma zemin yaratılmaktadır.
Burada yalnız “özsavunma” değil “dayanışma”ya da yönelik bir saldırı zemini yaratılmıştır.
Oysa kadınların katledilmeye, katillerin tahliye edilmelerine devam edildiği bugün (bakınız. Cansu Kaya’nın katil zanlıları ağırlaştırılmış müebbet istemiyle yargılandıkları davada tahliye edildiler) buna karşı duruşu ve kadın cinayetlerini durdurmanın çabasını verenlerin “dayanışması”, tek tek her birine ve toplu olarak bir kesime yönelen saldırılar karşısında bir arada durabilmekten geçmektedir.
Yani Çilem Doğan’ın kendine yönelik tehditlere karşı duruşu ve kadın dayanışmasının da Çilem’e yönelik tehditlere karşı duruşu da bu dayanışmanın gereği ve ihtiyacıdır.
Ancak görülen o ki Çilem Doğan mevcut tehditlerden “kendini korumak” adına, “dayanışmayı” ve “öz savunmayı” gözden çıkarabilecek bir zayıflığın simgesi haline getirilerek, sistemin empoze ettiği ve böylece tahakkümünü sürdürdüğü “her koyun kendi bacağından asılır” “gemisini kurtaran kaptan” gibi sözlerle ruhunu bulan durumla karikatürize edilmekte olduğunun farkında değildir.
Bir parantez de internet mecrasında tek tek kişilerin yaptığı yorumların, görüşlerin birkaç tekrardan sonra sanki kurumsal ifadelermiş gibi algılanmasına açmak lazım. Bunlara niyetleri belli olanların özel çabaları da eklenince gerçeklere ulaşarak sağlıklı bir bakış açısı yaratabilmek için “taşı ayıklanacak pirinç”değil, taşın içinde pirinç aramaya gömülmek gerekiyor.
Kentler bombalanırken, kimliği tespit edilememiş cenazeler kimsesizler mezarlığına gömülürken, aydınlar, gazeteciler, siyasetçiler tutuklanırken, hala yargısız infazlar ve gözaltında kayıplar yaşanırken, kadınların katledilmesi, çocukların tecavüze uğraması ülkenin günlük “rutin”ine dönüşmüşken, o pirincin peşine düşmek için gerekli enerji ve zamanı ve daha da önemlisi sabrı bulmak pek de kolay değil.
Yine de sağlıklı olarak yürütülemeyen tartışmaların internet mecrasında polemik ve hakaretlerle heba edilmesine razı gelmeyerek bu konuda yazmamın nedeni tam da burada hedefe konulan, dejenere edilmeye çalışılan değerlere sahip çıkmaktır.
Bitirmeden “öz savunma” bazıları için hak bazıları için değildir demenin (veya buna çıkan söylemlerden imtina etmemenin) vahametini vurgulamak isterim.
Ne Çilem katil, ne HDP teröristtir. Elbette Çilem de dahil kimse HDP’li olmak zorunda değildir. Bunu söylüyor olmak bile gülünçtür. Ama kimse yaşadığı şeyleri ona yaşatanların zihniyeti ile iktidarını sürdüren sistemin dilini kullanmak zorunda hiç değildir.
Ezilenle dayanışmak, onu ezen her şey ve herkesle hesaplaşmayı içerir. Ama bu dayanışma onun her şeyi ile kahramanlaştırılmasına karşılık gelmez.
İşçilerin, emekçilerin, halkların, doğasını ve yaşamı savunanların, kadınların, LGBTİ bireylerin kendi yaşadıkları nedeniyle sistemle yüzleşmesi, diğer ötekileştirilenleri anlama yolunda adım atması, dayanışmanın kazanımlarındadır. Elbette dayanışmayı örenler böyle bir kazanımın da beklentisi içinde olabilirler.
Bu yüzden Çilem Doğan’ın avukatı ile birlikte yaptığı açıklama ardından dayanışmanın yukarıda bahsettiğim kazanımı doğurmamış olmasının hayal kırıklığı anlaşılabilir.
Ne var ki, bu hayal kırıklığını gidermenin de tek yolu dayanışmaya sırtını dönmek değil, dayanışmayı yaygınlaştırıp yükseltmenin çabasında olmaktır.
Bu yüzden, kendi değerlerimiz çerçevesinde, ilkesel duruşumuzu koruyacak söylem ve eylemlerde ısrarcı olmak, tek tek kişilerden bağımsız sorunların ve yine tek tek kişilerden bağımsız çözümler için mücadelenin gereği olduğunu da unutmadan…
Her ne gerekçeyle olursa olsun, Çilem Doğan’ın bile öz savunmanın meşruiyetine zarar veremeyeceğini, Çilem Doğan’ın bile dayanışmanın anlamını değiştiremeyeceğini bilerek:
Yaşasın öz savunma ve yaşasın dayanışma!
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
İlknur Kavlak