3- Üretim ve insan “enerjisi”
Engels; insanın emeği yaratırken, emeğin de insanı yarattığını belirttir. Yani insanı insan yapan şeydir emek ve emeğin oluşumu da, gelişimi de toplumsal olarak ilerler. Yeni insanın öğrendiği şeyler, kültürel olarak nesillere akacaktır ve hâlen akmaktadır.
Bugün üretilen bir üründe, binlerce yıllık insan tarihinde milyonlarca kişinin emeği vardır demek yanlış olmaz. Fakat günümüz üretim ilişkilerinde, insanlar üretim bandında çalıştığı arabayı bile kendisinin yaptığının farkında değildir, çünkü ona tüketici denmiştir, üretici ise önceki makalelerde de bahsettiğimiz gibi şirketlerdir.
Yani dünyada üretimin çoğunu birkaç aile yapmaktadır, milyarlarca insan ise bunları tüketmektedir. Beyinlerimize ideolojik olarak sokulmuş fikir, bu şekilde söylenince komik gibi gelse de, maalesef toplumdaki yansıması böyledir.
Üretici insan, yaptığı işe tamamen yabancılaşmıştır, benzer şekilde kendi tarihine de. Böylece milyarlarca insanın ürettiği ürüne birkaç yüz aile sahip çıkmaya çalıştığında garipsenecek bir şey kalmamıştır.
Konumuzun “enerji” olduğunu hatırlatarak, bu gerekli girişten sonra yazımıza devam edelim.
Önceki iki yazıdan ilkinde, kapitalizmin enerjiyi ne kadar pervasızca kullandığını anlatırken, ikincisinde ise sosyalizmde insanın merkeze koyulmasıyla, gereksiz harcanan birçok enerjinden tasarruf sağlanabileceği ve tüm bunları yaparken de, hem nedenleri, hem de sonuçları itibariyle toplumsal ilişkilerin nasıl daha iyi bir şekle bürünebileceği üzerinde durmuştuk.
Aslında kapitalizmde de üretim toplumsaldır, yani ürünler fabrikalarda beraber üretilmektedir. Fakat üretimin planlanmasını elinde bulunduran şirketler, yine insanın birikmiş emeğinin ürünü olan makinaları, insana yarar sağlamak yerine, kendi kârlarını arttırmak için, insanları makinaların parçası hâline getirerek üretime yabancılaştırmıştır.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, bugünkü üretim teknolojisi ile sadece 3-4 saat çalışarak temel ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek durumdayız. Buradan bakıp milyarlarca işçi üzerinden hesaplarsak, gereksiz yere harcanan insan enerjisini ortaya koyabiliriz.
Baştan söylememiz gerekir ki, insanlar üzerinden birazdan hesaplayacağımız enerji miktarı, sayıların ötesinde, niteliksel bir değişim de yaşamak zorundadır. Mesela bugün zorla işe giden birçok insan, kendi hayatını işin dışındaki hayat olarak tanımlamaktadır. Oysa ilk başta da dediğimiz gibi, aslında insanı insan yapan şey onun üretimidir. Bu yüzden ilk başta insanın üretime bu yabancılaşmasını kırmamız gerekmektedir.
Burada ise mevcut teknolojiyi kendi çıkarları için, insanları makinanın parçası hâline getiren kapitalizmin bilimi kullanma yöntemlerini değiştirerek yapmamız gerekmektedir.
Sosyalizm meselesi gündem edildiğinde sürekli örnek olarak verirler: “Bulgaristan’da, Sovyetler’de insanlar yan gelip yatıyormuş, zaten doyacaklarını bilen insanlar neden çalışsınlar ki?”
Üzerinde vurgu yaptığımız gibi, mesele teknik veya benzer anlama gelmek üzere salt ekonomik olamaz, olmamalıdır. O yüzden üretimdeki tekniği değiştirirken, insanları da ideolojik olarak neden üretim yapmamız gerektiğine ikna etmemiz gerekmektedir. Ve yine bu yüzdendir ki, sosyalizm ilk kurulduğu andan komünizme varana kadar, bu mesele büyük bir sorun olarak karşımızda duracaktır.
Aslında tembellik sorunu sosyalizm içinde bazı basit kurallar konularak çözülebilecekken, meseleyi temelden çözmediğimiz sürece, bir balon gibi şişmeye devam edecektir.
Bu yüzdendir ki vereceğim tüm örneklerde, insan emeğinin/enerjisinin doğru şekilde kullanılması, öncelikli olarak nitelik sorunudur.
İnsan için gereksiz olarak üretilen tüm ürünleri üretmeyi durdurduğumuzda ve gereksiz sektörleri kapattığımız da, niceliksel olarak bayağı bir enerji tasarrufu yapacağımızı söyleyebiliriz.
Kapitalizm koşullarında işçileri ucuza çalıştırabilmek, rekabeti arttırmak için kenarda bekletilen işsizler ordusu, gerçek işsiz rakamlarını düşününce yüzde 20’lere varmaktadır. Yine sayısal olarak düşünürsek, bu insanları işe kattığımız da, alın size yüzde 20 enerji daha.
Veya bu rakamın dışında bulunan sakat insanlar. “Engelli” insanların sayısı dünya nüfusunun yüzde 15’inden fazlasını oluşturuyor. Bu “engelli” durumunu yaratan ise kapitalizmin yarattığı şehirler ve onun için bir faydası olmadığı için çözmediği bir yaşam. Bazı yasalarla “engelli” insanların çalışma olanaklarının arttırıldığını biliyoruz ve sabah otobüse binerken yaşanan tabloyu düşündüğümüzde, kaç tane engellinin o otobüslere binebileceğini hayal edince, kapitalizmin bazı iyi niyetli gözüken şeylerinin ne kadar da gereksiz olduğunu anlayabiliyoruz.
Gelelim kadınlara. Çoğu kadın iş aramadığı için işsiz kategorisine bile katılmaz. TÜİK’in istatistiklerine baktığımızda çalışan kadın oranının yüzde 30’un altında olduğunu görebiliriz. Ve belli bir yaşın altını çıkarırsak, sadece Türkiye’deki nüfusun yüzde 20’si “kadın” olduğu için çalışmamaktadır. Tabii burada ev içi emeği bir kenara koyup, toplumsal ürün üretimini kastediyoruz.
Burada da aslında sosyalist bir toplumun çözebileceği bir sorundan bahsedebiliriz. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, aslında sorunun çözümü sadece niceliksel değildir ve sınıflı toplumla beraber kadına verilen toplumsal rol düşünülünce, mesele zaten niteliksel olarak çözülmelidir.
Bunun çözümü ise; kadına toplum olarak “bahşedilen” işlerin toplumsallaştırılmasındadır. Nedir bunlar; yemek yapmak, çocuğa bakmak, evi temizlemek vb.
Bir önceki makalede de bahsettiğimiz gibi, bir mahalleye aşevi yapmak, o mahalledeki binlerce kadını günde en az 3 öğün yemek hazırlamaktan kurtaracak, hem de ona ayırdığı vakti daha iyi kullanması, toplumsallaşması için zaman yaratılacaktır.
Benzer şekilde çocuk bakım evlerinin arttırılması, hem anneye birçok artık zaman verirken hem de çocuk kendi yaşıtlarıyla beraber büyüdüğü için gelişimi daha iyi olacaktır. Veya çocuk bakımında derinleşmiş kişiler sayesinde, çocukların gelişimi daha bilimsel ve rekabetten uzak olacaktır.
Çocuklara tecavüzlerin meşrulaştığı bugünlerin mantığıyla düşündüğümüzde birçok ebeveynin kabul etmemesi mantıklı görünen bu fikirleri ise başka bir dünyayı yaratma fikriyle beraber işlememiz gerektiğini düşünmemiz gerekmektedir. Yani toplumun her tarafına müdahale edilmesi, değiştirilip dönüştürülmesi gerekmektedir.
Çocuk evlerinin yaygınlaştırılmasını bugün birçok kapitalist ülke bile, belirli bir sınırda kalsa da sunabilmektedir.
Hatta bugün kâr amacıyla çocukların çalıştırılması, birçok kötü manzarayı bize sunsa da kendi gelişimleri için üretimin içine sokulan çocukların gelişiminin daha iyi olduğunu bilmekteyiz.
Evet, olaylara teknik olarak baksak bile; sakatları, kadınları, işsizleri, çocukları düşündüğümüzde elimize neredeyse yarıdan daha fazla enerji fazlası geçmektedir, ki meselenin sadece teknik olmadığını da ısrarla vurgulamaktayız. Tüm bu kişilerin emeği toplumsallaştıkça, aynı şekilde üretime yabancılaşmaları yok edilecektir ve aynı anlama gelmek üzere özgürleşeceklerdir, paralel olarak tüm toplum özgürleşecektir.
Benim burada yazdıklarım, sisteme karşı düşünen ve fikir üreten maalesef az sayıdaki insanın kolektif düşüncesidir. Tüm üretim sürecinde olduğu gibi, fikir üretim süreci de toplumsaldır. Ve sınırlı kaynaktan, kişiden edindiğim bilginin de belli sınırları vardır. Konuya daha çok insanın fikrini kattığımızda, bu düşünceleri daha çok kolektifleştirdiğimizde ve hatta bunları canlı olarak yaşayıp deneyimlediğimizde daha ileri fikirlerin çıkması bilimsel olarak daha yüksek orandadır ve çıkacaktır.
Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümünün yaklaştığı bugünlerde, biraz umut olsun, biraz da yol göstersin diye yazılmıştır.
“Biraz daha sabır, biraz daha inat, kapının ardında bekleyen ölüm değil hayat”
Turgut Kaşıkçı