Tabii aynı şekilde özgürlük de sınıflı toplumlarla beraber zapt-u rapt altına alınmıştır. Ve bu, her seferinde daha da yabancılaştığımız bir kavram hâlini almıştır. Bugün özgürlüğü tarif edenlerden bunu anlıyoruz. Kimisi için para oluyor, kimisi için başkasının hakkına dokunmadan her şeyi yapmak, kimine göre ise her şeyi yapmak oluyor. Zaten toplumların özgürleşmesi ya da insanın özgür olduğu bir durum hiç olmadı ve olamayacağa kadar gidebiliriz. Lakin konumuz bu değildir.
Konumuz, günümüzdeki eğitim ve sınıfsız toplumlarda eğitim. Bu arada belirterek geçeyim. Başlıkta “eğitim” şeklinde belirttim. Çünkü eğitim doğru bir tarif değil, fakat bugün daha iyi bir terim bulamadım. Zaten dilin özgür olmadığı bir toplumda bulmak da kolay değil.
Eğitim üzerine birçok tartışma var. Bu tartışmaların bir kısmı artık fiilen rafa kalkmış olsa da bir kısmı devam etmektedir.
Örneğin; parasız eğitim istenmektedir. Fakat pratikte eğitimin parasız olması harç ödenmemesi ya da okullara aidat ödenmemesiyle sınırlı değildir. Parasız bir eğitimin olması demek, ulaşımın ücretsiz olması demektir, parasız eğitim demek barınmanın ücretsiz olması demektir, parasız eğitim demek sağlığın ücretsiz, kitapların ücretsiz olması demektir. Aslında bir insanın, insanca yaşayacağı tüm faaliyetlerinin ücretsiz olması demektir. O yüzden kapitalist bir sistemde harçların kaldırılması tek başına hiçbir şey ifade etmemektedir. Ya da okulların para almaması.
Zaten kapitalist sistem tam da her alanda olduğu gibi bu alanda da daha fazla kâr elde etmeyi hedeflemektedir.
Ya da bir diğer konu ise eğitimin bilimsel ve özerk olma konusudur. Sınıflı toplumlarda eğitim tamamen özerktir oysa. Fakat egemen sınıfın istediği düzeyde ve onun işine yarayacak bilimsel bilgi düzeyindedir. Bu nasıl oluyor der isek şöyledir: Sözde her okulda seçimler yapılır ve senato ve rektör böyle seçilir. Oysa parlamenter sistem neyse bu da odur. Ya da bilimsel kürsüde işine yaramayan bir durum var ise hemen soruşturma açılır. Ya da o kadar özerktir ki, x ilinde bir eyleme gidersin okul orada olduğunu bilir de sana soruşturma açar. Yani tam bu kadar özerktir. Bilimsellik kısmı ise ilkokuldan başlar. İnsan doğanın bir parçası değildir. Biz doğaya hükmederiz ve patronuz kısmı yıllarca bir tarihsel birikim olarak verilir. Öyle ki üniversitedeki hocalar bile, uzaylılar dünyayı istila edebilir ya da uzaylılar var mı, çalışması yürütür. Bunu yaparken dünyanın nerde olduğunu, insanoğlunun nerde olduğunu tamamen unutur. Ya da ‘insan düşünen bir hayvandır’ı öğretirler ve buna inanırlar. Lakin evrim dersi denilen bir ders yapmadan ya da tartışmasını yapmadan insan başka bir canlıdan gelebilir mi zaten o en üstün canlıdır, denir. Bunlardan daha da sayısız örnekler vardır. Bunlara daha sonra değineceğiz.
Burada görünen şey şudur: Sınıflı toplumlarda özerklik de, bilimsellik de egemen sınıfın çizdiği noktaya kadardır.
Tam da burada bir konu devreye giriyor; o da özerklik. Çünkü bir düşünelim bizim düşünce biçimimizden yaşama biçimimize, insanlarda kurduğumuz ilişkiden bilimsel yönteme dair her şeye karar veriliyor. Ve ufkumuz buna göre şekilleniyor. Bu o kadar ileridir ki, birini sevme biçimimize onla yaşadığımız ilişkiyi yürütmeyi bile onun tarihsel ilerleyişiyle öğrenmişiz. Yani sevmeyi yaşamamışız. Kalıplaşmış şekilde almışız. Buna hayır diyenler olabilir. Fakat insanlara bakabilirsiniz. Neden herkes sevgisini belli başlı şeylerle ifade ediyor.
Yani tam da burası beynimize ket vurulmuş. Özgürlüğe yabancılaşmış durumda, o kadar ki, bir insanın anadilinde eğitimini reddedecek düzeyde özgürlüğe yabancılaşmışız. Zaten bu kadar özgürlüğe yabancılaşmasak, burjuvaziden özerk olanın ona bağlı olan olduğunu görürüz. Çünkü bugün kendinin özgür olduğunu düşünenin de burjuvazinin ona tanıdığı “özgürlük” kadar “özgür” olduğunu biliyoruz.
Biz diyoruz ki, özgürlük zorunluluğun bilincinde olmaktır. Bu aslında durumu oldukça iyi ifade ediyor. Çünkü bugün burjuvazinin bizim özgürlüğümüze karar veriyor olduğunu bilmemiz ve böyle bir dünyada yaşamak istememiz konuya dair ilk adımı atmamızdır. Ya da bunu bilmemiz bilimin dünyada anlatılmadığı ve bunu anlatmamız zorunluluğunu doğurur. Bu, aslında bugünkü eğitim sisteminde kendine özgür alanlar yaratma yolunda direniş göstermemizi ve eyleme geçmemizi sağlayacaktır.
Çünkü gerçekten bazı konuları göreceğiz. Örneğin her şeyin 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla başladığının yalan olduğunu. Bunu anlatanlara soracağız; Samsun neresi, orada bundan önce kimler yaşıyordu, zaman dediğimiz kavram böyle kesin tarihlerle mi kesilmiş, diye. Bu arada ilk paragrafta ben de aynı hatayı yaptım sınıflı toplumların başladığı günden diyerek. Bu işte bilimsel olmayan eğitimin dile yansımasıdır. Çünkü bir günde olan bir şey değil bu. Bu süreç ile olan bir tarihsel birikimin ilerleyişi ile kazanılan bilgi birikimle olur. Oysa bize böyle anlatılır. Sonra, fizik niye anlaşılmıyor, denir. Oysa sorun bizlerde değildir, verilen eğitimdedir. Fizikte zaman boyutu her zaman an kabul edilir. Oysa o bir tarihsel birikim bir süreçtir. Ya da matematik bir bilim gibi aksettirilir. Ve tüm bilimleri de burası üzerinden yöntemlendirmemiz istenir. Oysa matematik bir yöntemdir. Ve daha da önemlisi tek yöntem değildir. Biz neden tek diye düşünmek zorundayız?
İşte tam da bu noktada ben, özgür “eğitim” sınıfsız toplumlar için tek koşuldur, diyorum. Özgür bilimsel eğitimdir demiyorum. Çünkü anadili gibi, parasız eğitim gibi, bilimsel eğitim de, özgür “eğitim”de zorunludur. Çünkü doğanın ilerleyişinin zorunluluğu ve onu kavramanın zorunluluğu bizi bilimsel yöntemden başka yolunun olmadığını gösteriyor ve bunun bilincinde olmamızı sağlıyor. Bilimsel eğitim insanın kafasına ket vuramaz, insanı köleleştiremez. Kuşkusuz özgür “eğitim” bilimsel olmak zorundadır. Tıpkı özgür “eğitimin” anadilde olması gibidir. Özgür eğitimde, barınma, ulaşım, sağlık, kitap… ve gerekli her şey parasız olmalıdır. Çünkü hepsi eğitimin parçasıdır. Yani herkes için fırsat aynı olmalıdır. Özgür “eğitim” insanın doğaya karşı ihtiyaçlarına göre şekillenmelidir. Özgür “eğitim”de okul sadece bir alan olmak zorunda değildir. Kendi içinde düzenli karmaşa barındırması yeterlidir. Yani bir ders sürekli sokağın bir köşesinde işlenebiliyor olabilir.
Özgür “eğitim”de üniversiteler, öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer bileşenleriyle kurulmuş komünle yürütülmeli, sadece üniversite değil liseler de.
Aynı şekilde buranın bilimsel metotları, kitapları da benzeri bir komünle oluşturulmalı. Bu yerel ve merkezî düzeylerde örgütlü olabilir.
Özgür “eğitim”de yeni bilimsel metotlar geliştirilmelidir.
Özgür “eğitim”de insanın yetenekleri özgürce belirlenmeli ve ona göre şekillenmelidir.
Bu daha da arttırılabilir. Fakat buna giden yol bugün bunların nüveleri için mücadele etmekten geçer. Belki özgür okullar kuramayabiliriz hemen, fakat özgürleştirilmiş alanlar yaratabiliriz. Bizim karar verdiğimiz, bizim şekillendirdiğimiz. Bunun için hayallerimizi geniş tutup, serüvenimizi sonuna kadar götürmeliyiz. İnsanlık türünün değişimi serüvenimizin bitip yeni serüvenin başladığı andır. Özgür üniversiteler ve özgür liseler için örgütlenip daha ileri toplum modeli yaratana dek savaşmalıyız.
Arev Bozkaya