Analiz demek uygun düşer mi, yoksa sadece bir “saptama” mı yaptı, yoksa, ağzına geldiği gibi mi konuştu, bilemiyoruz.
Erdoğan, muktedirdir.
Erdoğan, en iyi belediye başkanıdır.
Erdoğan, kaç çocuk yapılması gerektiği konusunda uzmandır.
Erdoğan, sosyologdur.
Psikolog olduğu konusunda tartışma bile yoktur.
Allahın sevgili kuludur ve bu durum, Hira mağarasındaki örümcek ağının sırrı kadar allahın korumasını içeren 15 Temmuz uçak aramasından kurtulmasında kendini göstermiştir. Dahası, mucizeler göstermektedir. Bu nedenle, onun için, “allahın bütün sıfatlarını taşıyan” değerlendirmesi yapılmıştır.
En iyi eğitimci kimdir, hiç aklınıza geldi mi? Bunu hangi kurum ve nasıl ölçecek demeyin, ölçülmüştür ve Erdoğan en iyi eğitimcidir.
Hiç kuşkunuz olmasın, en iyi müteahhittir.
Ve asla şüphe etmeyin ki, en iyi anonim şirket yöneten CEO’dur.
En iyi istihbaratçı kendisidir. En iyi hatip de. En iyi siyasetçi kendisidir ve en iyi doktor olduğundan şüpheniz olmasın.
İşte tüm bunları kişiliğinde toplamış bir kişi olarak Erdoğan, Comte’un “sorunlu” bir kişilik olduğunu ilan etti.
Aguste Comte, Fransa’da 1798’de doğmuş ve 1857’de ölmüştür. Sosyolojinin kurucularından olduğu söylenir. Kabul gören bir yaygın kanıdır bu. Kendisi aynı zamanda matematikçi ve filozoftur.
Erdoğan, acaba, neden Comte “sorunlu kişilik” demiştir?
Acaba, Erdoğan’ın Saray Rejimi’nde, geceleri tartıştığı, “uzman”lar mı var? Bu uzmanlarla yapılan sohbetler, biraz geniş olmalıdır. Comte, bu sohbetlerde konuşulmuş ise, bu konuşmada, kısaca “sorunlu bir kişiliktir” analizi yapmış ise, Erdoğan, olmadık bir yerde, aklına gelip bu bilgiyi mi kullanmıştır?
Acaba, Erdoğan’ın metinlerini yazanlardan biri, o gün aklı öyle esmiş ve metnin içine Comte sorunlu bir kişiliktir notu mu eklemiş?
Doğrusu bunu bilemiyoruz.
Bir başkan, bir referandum “fatihi”, bir başkomutan, bir dünya lideri, her konuda konuşabilmelidir ve kendinin derin bir birikime sahip olduğunu göstermelidir ilkesi mi uygulanmaktadır?
Bilemiyoruz.
Bildiğimiz, her kürsüde konuştuğu ve her konuştuğu yerde basının olmasının zorunluluk olduğu, her TV kanalının bu konuşmaları kesintisiz vermek zorunda olduğu, ve bunu yapmayanların “Doğan gibi olmak” prosedürüne tabi tutulduğudur.
Bildiğimiz, her gün söylediği her ne olursa olsun, o konuda mutlaka tam tersini söylemiş olduğudur. Geriye dönün, tam tersi bir sözünü hemen bulacaksınız.
Bildiğimiz, tüm medya, tüm kalemşörler, tüm gazeteciler, köşe yazarları, Erdoğan’ın her açıklamasına, mantıklı bir “arka plan” yaratmak zorunda olduklarıdır. Bunun için, “gerçekleri” çok zorladıkları da biliniyor.
Ama gelin görün ki, gerçekler zorla örtülemez. Ne yaparsanız yapın, gerçeği örtmek kolay değildir, “gerçekler inatçı şeylerdir.”
Bu nedenle, Erdoğan’ın açıklamalarının “mealini” tercüme eden, halkalar şeklinde “görevliler” vardır. İlk halkadakiler, ilk “meal” açıklamalarını yaparlar, ardından, diğerleri yaygın ve ismi bilinenler bunlardır, hemen gerekli talimatlara sahip olarak, o yoldan ilerlerler. Öyle anlaşılıyor ki, Saray’da, bu ilk halkaya girenlerle, düzenli ve dağınık sohbetler edilmektedir. Bu sohbetlerden Erdoğan epeyce yararlanmaktadır. Mümkündür ki, bu sohbetlerden sonra, Erdoğan’a farklı diplomalar verilebilir. Böylece yukarıda saydığımız Erdoğan’ın sıfatlarının, mesleklerinin, meziyetlerinin “nesnel” temeline de ulaşmış oluruz. Gerçekten sosyologdur, gerçekten psikolog olabilir, gerçekten ekonomisttir, iyi bir işletmeci olduğunu düşünmektedir, iyi bir müteahhittir, doktorların en iyisi, en iyi gazetecidir de, en iyi din bilgini, ileri bir diplomattır da.
Tüm bunlar, Saray’daki sohbetlerden kaynaklı gibi görünmektedir.
Bu durumda akla şu soru takılmaktadır: Acaba, ülkemiz için, Erdoğan gibi, bir düzine muktedire sahip olsak, her işimiz daha kolay hâllolmaz mı? Yoksa bu durum, onun tekliğine karşı çıkmak anlamına mı gelir?
Saray’da bu sohbetlerde derin bir bilgilendirme yapabilen bu “uzmanlar”, acaba, bu işi daha geniş bir alanda neden devreye sokmazlar?
Saray’daki bu sohbetlerin mesela TV kanalları tarafından, zorunlu olmak kaydı ile, yayınlanması durumunda, çok geniş bir insan kitlesinin eğitilmesi mümkün değil midir?
“Sorunlu bir kişilik”, kesinlikle derinlikli bir tanımlamadır.
Mesele şu ki, Comte ile, Erdoğan’ın neden, hangi nedenle ilgilendiğidir. Çünkü, normal şartlarda, Comte ile ilgilenenler, onun, 1857’de ölmüş birisi olması da göz önünde tutularak, daha çok eserleri ile vb. ilgilenirler. Öyle popüler de olmadığı için, birçok kişi için, onunla ilgilenmek “faydalı” da değildir. Ama, Erdoğan’ın ilgisini çekmiştir ve eserleri ile değil, yazdıkları ile değil, “sorunlu kişiliği” ile. İşte bunu anlamlandırmak kolay olmasa gerek.
Tam bu noktada, Erdoğan’ın her açıklamasının ardından sayfalarca onu savunacak, söylediklerinin mealini ortaya koyacak açıklamalar yapan onca kalemşör, hiçbir şey yazmadı, söylemedi. Tam bir sessizlik.
Erdoğan’ın filozof olmaya soyunup soyunmadığını öğrenmemiz için, bu kalemlerin yazması gerekirdi. Ama olmadı. Belli ki, bu yandaş kalemler, Erdoğan’a filozofluğu, hele hele derin “sorunlu kişilik” tarzında değerlendirmelerle dışa vuran tarzını, uygun görmemişlerdir.
Bize sorarsanız, Erdoğan’ın yeni hedefinin, halife-padişah olmak olması gerekir. Halife yetmez. Halife, ABD’nin iznine bağlıdır, sadece halife olursa, çok zayıf olur. Ama padişah-halife olursa, işte o zaman kendini kurtarabilir. Ama bu halife-padişah olma isteğinin, Comte ile ilişki meselesine gelince yine durmamız gerekiyor. Halife-padişah, aslında, bugüne kadar görüldüğü kadarı ile, Comte ile ilgilenmek zorunda da değildir. Bu açıdan, açıklamamız yerine oturmayabilir. Ama yine de halife-padışahın, “ilmî” tartışmalara müdahil olma istekleri olabilir, en azından, padişah-halife tarzına uzak düşen bir davranış da olmaz. Yine de ilim tartışmalarına Comte ile başlanması ve hele hele “sorunlu kişiliktir” denmesi açıklanmış olmaz.
AK Parti’de yeniden başkanlığa oturması, her şeyin başkanı ve her yerin başkanı olma ilkesine uygundur. Başkan, CumhurBaşkan, genelkurmay başkanı, başkomutan olduktan sonra, AK Parti başkanı olma istek ve iradesi, aslında “sorunlu”dur. Ama hepsi bir elde, hepsi bir yerde ilkesine uygun düşer. Yoksa terstir. Cumhurbaşkanı olan bir kişinin, mesela cumhurbaşkanı vekili de olması, genelkurmay başkanı olmuş birinin, mesela general de olması, başkan olmuş birinin mesela parti başkanı da olması, bitmez bir muktedir olma eğilimi midir, yoksa, sadece korkudan ileri gelen bir cins önlem midir?
Erdoğan artık AK Parti başkanıdır da. Öyle anlaşılıyor, eğer, İstanbul il teşkilatında bir sorun çıkarsa, bir yeni düzenleme ile, “parti başkanı aynı zamanda il başkanı da olabilir” düzenlemesi ile, bu sorunun üzerine gidecek bir “irade” ortaya konacağı açıktır.
Ama tüm bu iradeler, bu “muktedir” olma durumu, bu her alanda “bilme” hâli, bu kibir, söz konusu olan ABD olunca, ortadan kalkıyor. Rol değişiyor. Karşımıza bir “efendi-kâhya” ilişkisi çıkıyor.
Erdoğan, ABD söz konusu olunca, her adımında ölçülü, her hâl ve davranışında hürmetli olma durumunu koruyor.
Bunların hangisinin, yani içeride bulunduğu sıradaki kibrin mi, yoksa dışarıdaki efendi-kâhya ilişkisinin mi, daha “sorunlu” bir kişilik yarattığı, karar vermesi kolay bir durum değildir. o