İkinci cephe ise, o kadar net değil. Almanya, Fransa ve AB, tam bir netliğe sahip değil.
Gerçekte paylaşım savaşımı, ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve Japonya arasında sürmektedir. Bu dördü, uzun yıllar, soğuk savaş dönemi boyunca, Sovyetler’e karşı, komünizme karşı savaşırken, ABD öncülüğünü kabul etmişlerdi. O nedenle, bir yandan askerî olarak ABD kontrolünden kurtulmaya çalışıyorlar, bir yandan da paylaşım masasındadırlar. Bu ikili yapıları nedeni ile, ABD cephesinin karşısına tam olarak netlikle
çıkmıyorlar.
Savaş, başlıca iki nedenle, açık cephelerle yürümüyor. Birincisi budur. İkincisi ise Rusya ve Çin öncülüğündeki ittifaktır. Örnek olsun, Suriye’de ABD’yi durduran bu ittifaktır. Bunu, bugün, biz emperyalist paylaşım savaşımının bir parçası olarak ele almıyoruz. Tersine, emperyalist paylaşım savaşımını erteleyen bir unsur olarak görmek mümkündür. Elbette, bu apayrı bir tartışma konusudur da.
Şimdi, konumuza dönelim.
Ortadoğu, bu paylaşım savaşımının kızıştığı alanlardan biridir. Suriye savaşı, eğer ABD’nin zaferi ile sonuçlansa idi, bugün, bambaşka bir Ortadoğu ile karşı karşıya kalırdık. ABD, hem tüm bölgeyi kendi kontrolüne alma derdindedir, hem de tüm emperyalist güçler, ortaklaşa, tüm halkları diz çöktürmek istemektedir. Bunda şüpheye yer yok.
Bu bölge, elbette, direnişi de besleyen bir bölgedir ve halkların direnişi, anti-emperyalist mücadelesi ağır ağır da olsa gelişmektedir, gelişecektir.
Bölgemizde, en örgütlü ve yıllarca direniş sürdüren, iki halk, Kürt halkı ve Filistin halkıdır. Bu iki alanda, uzun yıllara yayılan bir direniş söz konusudur. Acıların her türü, direnişin her biçimi, bu iki halkın yaşadığı şeylerdir.
Bugün, hâlâ Kürt halkının direnişi sürmektedir.
Bugün hâlâ, tüm uzlaşmacı yönetim kadrolarına rağmen, Filistin direnişi sürmektedir.
Her ikisine de selâm olsun.
Ve bu iki direnişe karşı, katliam politikalarını, şiddet ve baskının her türünü dayatan iki ülke vardır. Filistin’e karşı İsrail, Kürtlere karşı Türkiye.
Acaba, İsrail ve Türkiye’yi bu kadar yakınlaştıran şey bu mudur?
Ne zaman İsrail ve Türkiye, bir söz düellosu tiyatrosu sahneye koysalar (ki, tüm Erdoğan iktidarı dönemi bu tiyatrolarla doludur), birisi diğerini terörist, katliamcı vb. olmakla suçlamaktadır. Aynı şey diğeri için de geçerlidir.
Her ikisi de kendisine karşı direnenlerin belli kesimleri ile ilişki içine girmektedir. İsrail’e karşı direnen Filistin içinde Türkiye, bir güç edinmeye çalışmaktadır. Aynı şeyi İsrail yapar, Türkiye’ye karşı direnen Kürtler içinde yer edinmeye çalışır. Her ikisi de, direnenleri ehlîleştirmeye, ehlîleştirilmiş Kürt veya Filistinlileri diğerine pazarlamaya heveslidir. Her ikisi de yeri geldiğinde bu bağlarını bir koz olarak masaya sürer, yeri geldiğinde ise, birbirleri için hediye olarak bu ilişkileri sunarlar.
İsrail de, Türkiye de, baskı ve şiddeti, devlet terörünü katliamlar boyutunda uygulayan ülkelerdir.
Her ikisi de ABD’nin emrindedir, Türkiye tetikçi olarak, İsrail korunmaya muhtaç bir varlık olarak. İsrail’in de tetikçi olduğu durumlar vardır, daha çok İran’a karşı, Suriye’ye karşı. ABD, son Suriye saldırısını, Türkiye tetikçiliği ile planladı. Böylece Arapların desteğini almakta zorluk çekmedi. Hem bu yolla, İslam’ın mezheplerini de istediği gibi yönlendirme şansını elde etti. Gülen, Erdoğan, Suudi Arabistan, ortaklaşa, İslam’ı tam ve tümden ABD’nin ellerine vermişlerdir. Siyasal İslam, ABD’nin anti-komünist mücadelesinin bir unsurudur ve tamamen ABD emrindedir. Erdoğan ve Gülen arasında bu açıdan fark, son derece küçük
ve görevlendirmelere bağlıdır.
14 Mayıs 2018 günü, ABD, konsolosluğunu, Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı. İsrail’in başkenti, resmî belgelerde Kudüs değildir. Ama İsrail hep bunu ister ve hep bunu beyan etmiştir. Trump, başkan olunca, konsolosluğu Kudüs’e taşıyarak, Kudüs İsrail’indir ve başkentidir görüşünü onayladığını ilan etti.
Erdoğan’ın tüm bağırmaları sahtedir.
Erdoğan, İsrail’e ne zaman bağırdı ise, o zaman daha fazla ekonomik ilişkiler geliştirdi, o zaman daha büyük ihaleleri İsrail’e verdi. O zaman İsrail ile ilişkileri daha da derinleşti. Erdoğan, bu sorunu, içeride oy devşirmek için kullandı. “One minute” olayının bir tiyatro olduğunu bizzat kendileri itiraf ettiler.
Mavi Marmara olayında, İsrail’den para alarak tüm süreci temizleyen, İsrail’i uluslararası mahkemelerden kurtaran yine Türkiye olmuştur.
Ve dün ABD, Kudüs kararını açıkladığında yalandan yaygara koparanlar, 14 Mayıs tarihine kadar hiç seslerini çıkarmadılar.
Erdoğan ve ekibi, Filistin konusunda samimi olamaz.
1- Bu kendi türüne karşı olmak anlamına gelir. İsrail onun türüdür.
2- Bu, kendi yaptıkları katliamları, Kürtlere karşı şiddeti ve savaşı durdurmaları anlamına gelir. Öyle ya, kendi zencisine karşı katliamlara destek veren, başkasının zencisini nasıl sever? Kürtlere karşı baskı ve şiddetle hareket eden Erdoğan ve Türkiye devleti, nasıl olur da Filistin halkının direnişinden yana olur?
Bu soruları, tersinden de sormak gerekir.
Filistin halkını soykırımdan geçiren, onlara karşı katliamlar uygulayan bir İsrail, nasıl olur da Kürt halkının mücadelesini destekler?
Suriye halklarına karşı her türlü komployu kuran ve destekleyen, IŞİD güçlerini eğiten ve onlara lojistik destek sağlayan, onları barındıran ve silâhlarını tedarik eden, petrollerini alıp satan İsrail ve Türkiye, nasıl olur da bir başka halktan yana samimi bir tutum alabilir?
14 Mayıs 2018 geldi.
Filistinliler, ABD Konsolosluğu’nun açılışını protesto etmeye başladılar.
İsrail saldırdı, 50’nin üzerinde ölü, 2000’nin üzerinde yaralı. Tam bir yeni katliam.
Erdoğan İngiltere’de.
Seçim pazarlıkları yapıyor.
Kanlı ellerini, İngiliz zerafeti ile temizlemek istiyor. Acaba, bir cins rehin midir?
Filistin tarihinde çok kanlı olay, katliam vardır. Bunlardan ikisi Sabra ve Şatilla katliamlarıdır. Bu katliamların sorumlusu, Ariel Şaron’dur ve Erdoğan, Kudüs’te onun tarafından karşılanmıştır. Erdoğan’a, İsrail’in başkenti Kudüs’e hoş geldiniz, diyeli 10 yıla yakındır. Ve Erdoğan, bugün Kudüs nutukları atarken, o gün, sadece sırıtmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin İsrail ile birlikte eşbaşkanıdır. Kendisinde İsrail nişanları vardır.
14 Mayıs 2018’de, Kudüs’te bir yeni katliam sahneye konmuştur. Bu katliamın planlayıcıları, ABD, İngiltere, İsrail ve Türkiye’dir. ABD, İsrail ile birlikte oradadır, İngiltere Erdoğan’ı İngiltere’ye almıştır.
İsrail, bu günün önemine uygun olarak, kendine sahip çıkan ABD’yi protesto edenleri kurşunlamıştır, Türkiye Cumhurbaşkanı, bu günün önemini bilerek, İngiltere’ye sığınmıştır. İsrail, bu önemli gün için hazırlık yapmıştır, Erdoğan, bu önemli günü “unutup” İngiltere’ye mi gitmiştir, yoksa Erdoğan’ın hazırlığı da İngiltere’ye gitmek midir? Bu katliam sahneye konurken, Erdoğan, İngiltere’de mi sahne almıştır?
Bölgemizde birçok katliama uğramış, zulmün sayısız biçimi ile tanışmış Kürt ve Filistin halkları, bugün hâlâ bölgemizin en direngen halklarındandır.
Her iki halkın mücadelesi, açıkça gösteriyor ki, emperyalist güçlerin hiçbiri, halklara bir gelecek vermez, veremez. Emperyalist güçlerin birine yaslanılarak, diğerinden kurtuluş olmaz.
Tersine, çözüm, gelecek, halkların kendi ellerindedir. Emekçilerin kendi ellerindedir. Dünya halklarının kendileri kardeştir. Bu nedenle, emperyalizme karşı, halkların ortak anti-emperyalist direnişini örmek dışında yol yoktur. Onurlu, barışçıl bir gelecek, ancak ve ancak, emperyalist güçleri topyekûn bölgemizden kovmakla mümkündür. Özgürleşmenin tek yolu budur. Sömürüye son vermenin ve emperyalist güçlerin yerli “ulusal”
ortaklarını alaşağı etmenin tek yolu direniştir.
Selâm olsun direnene!
Selâm olsun direnişe!