24 Haziran seçimlerinin ardından, Saray Rejimi daha da kurumlaşmaya çalışıyor. Saray Rejimi, adına başkanlık veya cumhurbaşkanlığı sistemi denilen, “yerli ve milli” sistem olarak sunulan organizasyon, efendiler, daha açık konuşacaksak, ABD tarafından tezgâhlanmıştır. ABD, açık olarak bölgede tetikçi rolünü üstlenecek bir ülke istemektedir. NATO, son seçimlerde bu işin arkasına geçmiştir. İnce’nin Erdoğan sistemini aklama girişimlerinin nedeni budur. OHAL koşullarında yapılan, her tarafından hile, yalan ve kan damlayan bir seçim “zaferi”ni kutlamak ancak İnce için bir “incelik” olabilir. Hırsızı zaferinden dolayı kutlama nezaketi, katili zaferinden dolayı kutlama inceliği gibi.
Şimdi tüm sistem, tüm partiler, hepsi birlikte, NATO organizasyonu halini almış olan bu değişikliği, Saray Rejimi ile birleştirerek halka kabul ettirmeye çalışıyorlar. Buradan anlaşılıyor ki, daha büyük şiddet, daha fazla kan, daha fazla yalan, daha büyük talan, daha büyük acılar, daha fazla yağma ile Tekelci Polis Devleti, halkın ve işçi sınıfının üzerine gidecektir.
Ama, ne yazık ki, herkesi sustursalar da, herkesi yalanları ile besleseler de, herkesi baskı altına alsalar da, bunun çelişkisiz bir yönetim, dikensiz bir gül bahçesi olması mümkün değildir.
Saray Rejimi ve başında Erdoğan, dikensiz gül bahçesinde dolaşacağını hayal ediyor olabilir. Ama galiba bu güce, Bahçeli ve İnce, daha fazla inanmaktadır.
Şimdi, tiyatronun ilk perdesini kapatmış durumdadırlar. “Zafer” kutlamaları yapılmıştır.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz”den başka söz söylemeyen İnce-Kılıçdaroğlu CHP’si, bu tiyatronun halka gerçek diye yutturulmasını sağlayanlardır. Ve şimdi, eski Türkiye yerine, “yeni Türkiye” koyma iddiasındadırlar.
Saray Rejimi, seçimden önce de bu yolda idi.
Sadece seçim ile, İnce ve ekibi, halkı sisteme yeniden ısındırma işlevini görmüştür. Bir kere daha aldatılmışlık duygusu dışında değişen bir şey yoktur.
Bu seçim tiyatrosu, aslında, çaresizliklerinin bir ürünüdür.
Yoksa değişen bir şey de yoktur.
Tüm toplumsal gerçekler, tüm sorunlar hâlâ ortadadır.
Ekonomiyi mi toparlayacaklar? Halka, güven mi verecekler? Baskı ve şiddet, kan ve acı dışında bir yolla, yalan ve talan dışında bir mekanizma ile mi işleri yürütecekler? Elbette ki hayır.
Ciddi bir ekonomik ve toplumsal çöküş yaşanmaktadır. Ve bunu hiçbir yalan örtmekte başarılı olamayacaktır.
Bu toplumsal ve ekonomik “çöküş”ün belli başlı alanları açık ve ortadadır.
1- Ekonomi, iflasa yakındır. Dış borçlar 454 milyar dolardır. Cari açık sürekli büyümektedir. Ve büyük ölçüde kaynaklar, yağmalanmaktadır, yağmalanmıştır. Bu koşullar altında, dışarıdan para akışı ile, bu işin sürdürülmesi mümkün değildir.
Diyelim ki, Kıbrıs için alacakları bir para olacaktır. Peki bu, durumu çözecek midir?
Ekonomik büyüme alanı büyük ölçüde inşaat, buna dayalı rant, ranta dayalı yağmadır. Ülkede gerçekleştiği söylenen ekonomik büyüme, büyük ölçüde inşaat alanına aittir ve bu inşaat alanından, bir katkının gelmesi mümkün değildir. Üretime, fabrikaya dayalı bir gelişim olmuş olsa idi, bunun belli bir büyümeyi sağlayacağı açık idi. Ama süreç böyle olmadı. Ve bu durumda, borçların döndürülmesi, döngünün devamı, büyük ölçüde dışarıdan akabilecek kaynaklara bağlıdır. Ve bu kaynakların akmasındaki aksilikler, ciddi bir kırılmayı ortaya koymuştur bile.
Devlet planlarında, 2018 yılı için öngörülen dolar kuru değeri, 1,87 TL’dir, oysa gerçekleşen kur, bunun 2,5 kat üzerindedir ve daha da yukarıda olacağı anlaşılmaktadır.
2- Borçlanma süreci, ciddi bir darboğazı da beraberinde getirmektedir. Hazine garantili kredilerle yapılan projeler, teker teker patlamışlardır. Erdoğan, o kadar gerçeklikten kopmuştur ki, 330 bin TL’lik bir Mercedes’in pahalı olmadığını iddia etmektedir. O kadar gerçeklikten kopmuştur ki, köprülerden parası olan geçsin, demektedir. Ama köprüden geçin ya da geçmeyin, hazine, geçiş paralarını ödemektedir.
Bu nedenle, artık kredi bulmakta da sıkıntı içindedirler. Kamu bankaları yağmalanmakta, faiz ve dolar kuru aynı anda artmakta, enflasyondaki artış, onların rakamları ile yükselmekte, tüm makyajlamalara rağmen işsizlik yükselmektedir.
Daha şimdiden, bankaların ellerinde ipotekli konut miktarları büyük bir yüke dönüşmüştür. Ülkenin en kârlı kuruluşlarından bir olan Telekom, hırsızlık ve soygun sonucu, borçlarını ödeyemez duruma gelmiş ve borçlu olduğu Akbank, Garanti ve İş Bankası tarafından devralınmaktadır.
Devlet, bankaların riskli borçlarını, tahsil edemedikleri kredilerin yüklerini bankalardan devralmış, garanti kredi fonu ile, batakta olan kredileri kamuya devretmelerini sağlamıştır.
3- Savaş harcamaları sürekli yükselmektedir. BMC askerî bir üretim hattına döndürülüp, Şems olduğunu ilan eden Sancaktar tarafından alınmıştır. Şimdi BMC eli ile özel sektör adına silâh üretimi için çalışmalar yapılmaktadır. Kırıkkale yerine BMC geçince, ekonomi mi düzelecektir? Bu yolla savaşın finansmanı mı sağlanacaktır?
Afrin işgalinde, “yerli ve milli” malzemeler kullandıklarını ifade etmelerinin nedeni budur. Aynı şekilde, acaba Kürt devrimine karşı kullandıkları silâhları da yerli hâle mi getirecekler? Peki bu, savaşın ekonomik yükünü mü azaltacak?
Bu nedenle, artan oranda, vergiler ile, tüm maliyet, işçi ve emekçilerin halkın üzerine yıkılmaya başlanacaktır.
Seçimler bitmiştir, şimdi, vergilerle halka yüklenme dönemi başlayacaktır. Zaten zor durumdaki işçi ve emekçiler, daha ağır vergiler ile karşı karşıya kalacaktır.
4- Şirketler, boğazlarına kadar borca batmıştır. 2018 yılı içinde, borçlarını yapılandırma istekleri, büyük şirketlerden peş peşe gelen girişimlerle gündem olmuştur ve toplam ertelenmesi istenen, yapılandırılması istenen borç miktarı, daha şimdiden 20 milyar doları bulmuştur.
Sadece büyük şirketler değil, küçük şirketler de borç batağındadır. 2018 büyük iflasların yılı olmaya adaydır.
Bu borçluluk, sadece şirketleri ilgilendiren bir durum değildir. Konut kredileri ve bireysel krediler yolu ile, tüm halk borç batağındadır.
İşçiler, bireysel krediler ve kredi kartı borçları ile, tüketim toplumu baskısı altında, borç batağındadır. Rakamlar, gelecekteki 12 aylık gelirin, bugünden harcanmış olduğunu göstermektedir.
Ekonomistler, önemli olan borcun miktarı değildir, önemli olan bunu döndürebilmektir, diye masal anlatıp durmuşlardır. Bugünlerde, bu masal, onların ağzından eski tonda dile getirilemez duruma gelmiştir bile.
5- Bunlar, ciddi bir toplumsal çöküşü de beraberinde getirmektedir.
Bir yandan dinî değerler pazarlanmakta, diğer yandan ise, fuhuş, eski genelev sisteminden çıkartılarak, genç kadınların bedenlerinin pazarlandığı biçimlere dönüştürülmektedir. Pazarın genişlemesi, her şeyin satılık hâle gelmesi, toplumsal değerleri hızla çözmüştür. Paranın alanının genişlemesi ile birlikte, ona paralel olarak, toplumsal dejenerasyon yaygınlaşmaktadır.
6- Egemen kılınan rant ekonomisi, yağma ve talan, birçok alanı olduğu gibi, tarımsal alanı da çökertmiştir. Ülke tarımı, Cargill’in istekleri doğrultusunda, uluslararası sermayenin çıkarlarına uygun olacak şekilde darmaduman edilmiştir.
Bu sadece bir ithalat meselesi değildir. Bu, aynı zamanda, tarımsal açıdan kendine yeterli olan ülkenin tarımının çöküşüdür. Bu çöküş, giderilemez tahribatlar üretmiştir, üretmektedir.
İthal edilmeyen ürün kalmadığı gibi, tarımsal alanda çalışmak neredeyse utanılacak bir başarısızlık olarak algılanır hâle getirilmiştir.
7- Sağlık alanı da, tümü ile, özelleştirme politikaları ile ele alınmış, akıl almaz operasyonlara açık hâle getirilmiştir. Her sektörde olduğu gibi, bu alanda da bir mafya yaratılmıştır. Sağlık, tam bir rant kapısı hâline getirilmiştir. Özel şirketler, sağlık alanınındaki tüm insanî ve bilimsel, tıbbî değerleri yerle bir etmektedir. Ülkede en kârlı kuruluşlar sağlık alanında yer almaktadır.
8- Eğitim, tümü ile, iki eğilim arasında paspas edilmiştir. Bir yandan kalitesizleşen ve dinileşen bir devlet eğitim sistemi geliştirilmiş, bu geliştiği ölçüde insanların özel okul arayışları artmış ve özel okullar büyük teşviklerle sürekli büyütülmüştür.
Son dönemde Anadolu Liselerine ve tarihi, geçmişi olan üniversite ve fakültelere dönük saldırılar, tam da bu özelleştirme sürecinin önünü açmak içindir.
Eğitim, tümü ile, iflas etmiştir. Sabah kalkıp sınav kaldırmak, sonra yeniden sınav koymak gibi politikalar, gerçekte eğitim alanını bir rant alanı olarak ele almanın ürünüdür.
Bu iş o kadar hoyratça, o kadar aymazca yapılmaktadır ki, herhangi bir kararın geçerlilik süresi haftalara indirilmiştir.
9- Tüm bunlarla birlikte, kentler yağmalanmış, yağmalanmaktadır. Doğanın yağması, kentlerin rant üretecek tarzda “organize” edilmesi, büyük kârlara kaynaklık etmektedir. Kentler yaşanmaz hâldedir. Ülkenin her kentinden akıl almaz göçler gerçekleşmektedir. Nüfus kentlere yığılmakta, kentler yağmalanmakta, yaşam alanları yok edilmektedir.
Bu yağma ve talan, büyük tahripler yaratmakta, tahrip artıkça, rant büyümektedir.
Kentlerin ulaşımı da bunun bir parçasıdır.
10- Tüm bunlara bağlı olarak toplumsal ve ekonomik çöküş, birlikte derinleşmekte, boyutlanmaktadır.
Devlet çarkı çeteleşmektedir. Devletin her kurumu bir çetenin egemenlik alanı hâline gelmiştir, bunun daha da arttığını görebiliyoruz.
Ekonominin her alanında çeteler egemendir. İnşaat işinin nasıl bir çetesi-mafyası varsa, sağlık alanın da bir çetesi, mafyası vardır. Bu, ekonominin her alanında böyledir. Tarımda da böyledir, eğitimde de böyledir.
Devletin şiddeti ile, bu şiddetin bir parçası hâline gelmiş olan çetelerin egemenlik alanları büyümektedir.
Her yıl, trafik kazalarında, 3.000 insan öldürülmektedir. Artık bu kanıksanmıştır. Kadına dönük şiddet sınır tanımaz noktadadır. Her yıl 3.000 kadın, cinayete kurban gitmektedir. Cinsel suçlar had safhaya varmıştır. Çocuklara dönük cinsel suçlar, evlilik yaşının 3 mü, yoksa 5 mi olması gerektiği fetvaları arasında yükselmektedir. Ülkede her yıl, 10 binden fazla çocuk, kaçırılmaktadır. Kayıp raporları bizzat bunu söylemektedir.
Tüm bu ekonomik ve toplumsal “çöküş”, geçici de değildir.
Şiddet ve para, tüm toplumsal ilişkileri düzenleme aracı hâline gelmiştir. Sistem, bizzat bunu teşvik etmektedir.
Bu süreçten işçi ve emekçilerin payına düşen, acı, gözyaşı, yoksulluk, işsizlik, iş cinayetleri vb.dir. Daha çok vergi ödemek, daha fazla inlemek, sağlıkta ve eğitimde çaresizlikle rant ekonomisinin dişlileri arasında kalmaktır. Her gün, yaşam alanlarının daralması, her gün daha fazla horlanma ve aşağılanmadır. Ordusu, polisi, çeteleri, yargısı, adaletsiz sistemi, rant ekonomisi, basını, dini ile örgütlü olan burjuvaların karşısında, örgütlü olan egemen güçlerin karşısında, örgütsüz bir varlık olarak işçi sınıfının ve halkın gerçekliği, her zaman aşağılanma, ezilmişlik, yokluk ve yoksulluk, açlık ve işsizlik olacaktır.
Bunu değiştirmenin, örgütlü bir güç olmak, direnerek örgütlenmek dışında hiçbir yolu yoktur. Bu gerçeği acılar içinde öğreneceğimiz bir süreç önümüzde durmaktadır. Oysa hayatı yaratan, tüm değerleri yaratan, işçi sınıfı ve onun emeğidir.