Saray Medyası, bilcümle devlet yöneticisinin krizi gizlemek için gösterdiği çabanın, belki on katını göstererek, ortada bir kriz olmadığını söylüyor. Her adımda bunu işliyorlar. Kriz yok, ama “dış güçler” yok yere bir kriz yaratmak istiyorlar. Ve dövizin yükselmesi dışında da bir sorun yok. İşte vermek istedikleri mesaj budur.
Öte yandan, işçiler, emekçiler, kısacası tüm halk, sokağa çıktığında, pazara gittiğinde, işe gittiğinde, markete gittiğinde, kısacası yaşamının her anında, okulda, sırada, otobüste, evinde, işyerinde, krizin açık yüzü ile karşılaşıyor. Artan elektrik faturaları, yükselen doğalgaz, kömür bedelleri, mahallenin tüm suyunu tüketmişiz gibi gelen su faturaları. Pazarda domates, biber, patates fiyatları, okul kitaplarının bedelleri vb. Sonu gelmeyecek şekilde her şeyin fiyatının iki katına çıkmış olması gerçeği.
İşte, her gün işten atılan arkadaşlar. Kapanan işyerleri, konkordatonun ne olduğunu bilmesek de, iflas etmiş ve edecek olan şirketler, kapı dışarıya konan işçiler, maaşına alamayan işçiler vb.
Artan vergiler, açık bir soygun hâline gelmiş devlet uygulamaları. Yükselen telefon konuşması ücretleri vb.
Gıdadan giyime, elektrikten suya, okul kitabından otobüs biletine, toplu ulaşımdan vergi kesintilerine kadar her şey iki katına çıkmış. Maaşlar, bir dirhem artmamış, üstüne üstlük işten kovulma korkusu sarmış.
Keşke borçlanarak buzdolabı almasaydım, keşke mobilyayı değiştirmeseydim, keşke şu takside girmeseydim vb. pişmanlıkları.
Gırtlağa kadar borç ve bankaların artan baskısı.
Kısacası, işçiler, emekçiler, tüm halk, krizin tüm gerçekliğini yaşıyor. Ama TV kanallarından, aslında yok böyle bir şey, diyenleri dinliyor.
Görünüşe göre, bu, “yerli ve milli” duruşun bir bedeli olarak dış güçlerin saldırısıdır. Öyle mi? Bu dış güçler dediğiniz, mesela ekonomiyi denetleyen ve anlaşması gizli tutulan McKinsey mi? Bu dış güçler, “gelin yatırım yapın” diye çağırdığınız uluslararası tekeller mi? Bu dış güçler, sürekli borç aldığınız ve bugün daha yüksek faiz isteyenler mi? Bu dış güçler sizi rüşvete boğan, ranta boğan inşaat sektörünün motor güç olması için size tavsiyede bulunanlar mı? Bu dış güçler dediğiniz, koltuğunuzun altına Cargill dosyaları yerleştirip, “git bunları hallet” diyenler mi? Bu dış güçler dediğiniz, mesela sizi Suriye’de IŞİD ile yan yana getirenler mi? Bu dış güçler dediğiniz, mesela sizin özelleştirme programınızı hazırlayanlar mı?
Peki, siz bunların köpeği iseniz, siz bunların emireri iseniz, siz bunların tetikçileri iseniz, bugün neden “dış güçler” diye yaygara koparıyorsunuz?
Dış güçler masalı, “yerli ve milli” olma adına, krizin faturasını işçi ve emekçilerin kabullenmesi için var olan bir masaldır.
Yerli ve milli masalı, işçileri bir kere daha kandırmak için, bir kere daha sessizce krizin faturasını kabul etmelerini sağlamak için uydurulmuş bir masaldır.
Kural budur.
İçinde yaşadığımız sistem, kapitalizmdir. İnsanın insana kulluğunun zirvesidir. Sömürünün zirvesidir. Tüketim toplumu ve meta fetişizminin zirvesidir. Kapitalizm, her zaman krize girdiğinde, bunun bedelini işçi ve emekçiler öder, halklar öder. Bu sefer de öyle olacaktır. Bunu deneyeceklerinden şüphe etmeye gerek yok. Krizin faturası ağırdır ve bedeli, bilinen her yolla işçi ve emekçilere, üretenlere yüklenmek istenecektir. Tüm mekanizmalar buna göre ayarlanacaktır.
Ve işçilerden fedakârlık istenecektir.
Şimdi, aklı başında hiçbir burjuva, hiçbir burjuva devlet yöneticisi, “ey işçiler, gelin krizin faturasını siz ödeyin” demeyecektir. Diyemez. Milyonlarca insanı bu yolla karşısına alamaz. Evet onların üstüne yükü yükler ama onların elini kolunu bağlayıp, akıllarını kilitleyerek bunu yapar.
Bunun için, sihirli sözler vardır: Vatan, millet, ulusal çıkarlar vb. Dün özelleştirmeleri, “vatan” için yapıyorlardı. Kürt halkına karşı savaşı “millet için” yapıyorlardı. grev ertelemelerini “ulusal çıkar” için yapıyorlardı.
Devletin kasalarının, yani bizim vergilerimizin yağmalanması, vatan için, ulusal çıkar için, milletin âli menfaatleri için idi.
Bu rant ve yağma ekonomisi, “çalıyorlar ama yapıyorlar” masalı üzerine kurulmuştur. Ve bu yolla, alttan alta, hırsızlığı meşrulaştıran bir yağma ve rant düzeni kurdular. Bal tutan parmağını yalar masallarını anlattılar. İyi de, tuttukları bal bizim balımız, yaladıkları parmak bizim balımızın içindedir. Ve nedense biz bu baldan bir zırnık görmüyoruz.
Her gün büyük kârlar açıklıyorlar ama işçilerin payına sürekli açlık, yoksulluk, sadakaya muhtaç yaşam, işsizlik düşmektedir.
Vatan, millet, ulusal çıkar diye başladılar mı söze, ey işçiler, ey emekçiler, dikkat kesilmelisiniz. Burjuvalar ve onların paralı devlet adamları ne zaman vatan, ne zaman millet, ne zaman ulusal çıkar demeye başlarlarsa, bilin ki yeni bir kazık geliyor, bilin ki yeni bir fatura geliyor, bilin ki Saray’ın bitmeyen oyunlarına bir yenisi ekleniyor, bilin ki milletin “anası avradı” ağlayacak. Bilin ki Mehmet Cengiz’ler, büyük inşaat firmaları, Koç’lar, Sabancı’lar yine büyük vurgunlar vuracak.
Ne zaman vatan-millet edebiyatı gelişirse, bilin ki, bu karartma bir gerçeği örtmek, size yutturmak içindir.
Ne zaman ulusal çıkar diye söze başlarlarsa, ne zaman vatanın birliği diye nutuk atarlarsa, bilin ki, fatura büyüktür ve sizin omuzlarınızın üzerine bindirilecektir.
Şimdiki krize de böyle bakmak gerekir.
Bu fatura işçilerin, emekçilerin, çalışan halkın üzerine yıkılacaktır. Büyük tekeller, parababaları, krizden daha kârlı çıkacaklardır.
Neden mi?
Çünkü, bu sistemin sahipleri onlardır.
Çünkü bu devlet onların devleti, onların örgütüdür.
Ve eğer krizin faturasını ödemek istemiyorsak, bizim bu gerçeklerin farkında olmamız, bilincinde olmamız gerekir.
Eğer krizin faturasını ödemek istemiyorsak, ciddi olmalıyız. Onların devlet diye bir örgütü var. Bizim de devrimci bir örgütümüz olmalıdır. Örgütsüz, bu faturanın ödenmesine karşı başarı sağlayamayız.
Krizin faturasını ödemek istemiyorsak, bu konuda samimi ve ciddi isek, örgütlenmenin önemini kavrıyoruz demektir.
İşçi sınıfı devrimcileştikçe, örgütlendikçe, işte o zaman kendi gerçek gücünü ortaya koyabilir. İşte o zaman krizin faturasını, krizi yaratanlar öder. İşte o zaman bu zulüm, yoksulluk, aşağılanma, tutsaklık, sömürü ve yalan biter.
Krizin işçi ve emekçiler cephesinden çözümü, bankalara, büyük şirketlere el koymaktır. Bu da devrim ile mümkündür. Bankalar ve büyük şirketlerin batmalarına gerek yoktur, kamulaştırılarak, işçi devleti tarafından yönetilmeleri ile tüm kriz çözülecektir. Yağma ve talan, rant ekonomisi bitecektir. Çözüm buradadır.
Kriz, daha kendini tam olarak hissettirmiş değildir. Kasım, Aralık, Ocak aylarında kendini çok daha ağır olarak hissetirecektir. Ve devlet, işçilerin ortaya koyacağı hak isteme eylemlerine karşı, düşman güçlerine saldırmak için hazırlanmaktadır. Bunu her adımında görmek mümkündür. Yani işçilere diyorlar ki, eğer “kabul etmeyip” eyleme geçerseniz, eğer hak ararsanız, eğer soru sorarsanız, size saldıracağız. Eğer siz işsizliğe, açlığa, zamlara, yoksulluğa karşı çıkarsanız, sizi “dış güçler”in parçası ilan edeceğiz ve üzerinize yürüyeceğiz. İşte bu kadar açık ve nettir cephe.
Ve devlet, burjuvaların, egemenlerin siyasi örgütüdür. Polisi ile, yargısı ile, ordusu ile, hukuk sistemi ile, partileri ile burjuvaların örgütüdür. Onlar örgütlü ve biz örgütsüz isek, kaybederiz. Bugüne kadar olan da budur. Örgütlenirsek, işçi sınıfı kendi devrimci örgütleri ile devrimcileşirse, işte o zaman milyonların önünde bu burjuva devlet çarkı çöker, işlemez. İşte o zaman kazanmak mümkündür.
Gerçek açık olarak böyledir. Durum, budur. Ve biz devrimciler, işçilere, halka gerçeği söylemekle, her durum ve şartta gerçeği anlatmakla yükümlüyüz.
Elbette çare vardır. Elbette, krizin faturasını ödemememek mümkündür. Bugün de geç kalınmış değildir. Gezi Direnişi’ni çok yakın geçmişte yaşamış bir ülke olarak, kitlelerin gücünün nelere kadir olduğunu anlayabiliriz. Ve bugün, Gezi’nin çok daha ilerisine gidebiliriz. Ama örgütlenerek, devrimcileşerek. Ve bugün, bu örgütlenmeyi geliştirmek mümkündür. İşçiler ve emekçiler, bu doğrultuda ayağa dikilmelidir.
Örgüt güçtür.
Örgüt özgürleşmektir.
Örgüt kendi kaderini kendi mücadelenle belirleme girişimidir. o