Eylül ayının sonu, Ekim ayının başında, ekonomi yönetimi açısından Damat Berat’ın yönetiminde sürprizlerle karşılaştık. McKinsey denilen bir şirket, ekonominin yönetimini, tüm bakanlıkların kontrolünü devralmışa benziyordu. Gayet “yerli” ve son derece “milli” olduğu anlaşılan McKinsey ile ilgili açıklamaları, bizzat Damat çocuk yaptı. Ne zaman gülmesi gerektiğini anlayamadığından mı, yoksa kullandığı haplardan mı bilemiyoruz, ağzı kulaklarında, McKinsey “müjdesini” verdi. Damat Berat, bu haber sayesinde, doların ateşinin ineceğini düşünüyordu. Nitekim öyle oldu. Bu arada, birkaç gün öncesinde, elindeki dolarlarını, 6,40 TL’den satan ve sonra 6 TL’den tekrar döviz alanlar kimler ise, işte onlar Berat ve Erdoğan’ın yakın çevresi demek oluyor.
Berat, acaba, ekonomi denilince, bu tip haberler öncesi dolar operasyonları yapmak dışında bir şey anlıyor mudur?
Acaba Halk Bankası’nın gece yarısı döviz sattığı da, sonra hesapları düzeltilen 1700 kişinin dışındaki 5 özel kişi kimdir? Bunların hesapları neden düzeltilmedi? İşte Berat, bir Damat olarak bunları yapmakla meşguldür, bu nedenle de hep gülümsemesi için gerekli tıbbî önlemler alınmıştır.
Şimdi, McKinsey açıklamasının Berat nezdinde ne demek olduğunu böylece anlamış oluyoruz.
McKinsey, elbette Bahçeli için oldukça “yerli ve milli”dir. Bunda da şüphe yoktur. Zaten McKinsey, aslında Türkiye için yeni de değildir.
Ama biz bu gayrı-ciddi olayı anlamak için biraz daha ciddi bir çaba harcayalım.
24 Haziran seçimlerinde ne oldu? Kaldıraç sayfalarında bu konuyu detaylı okumuş olma ihtimaliniz var. Bilindiği gibi, TC devleti, ABD-AB anlaşması, derin NATO operasyonu ile, “rejim” değiştirdi. Parlamenter “demokrasi”nin, demokrasisi hiçbir zaman hayat bulmamıştı. Adı öyle idi. Ve şimdi, demokrasisi zaten olmayan şeyin, parlamentosu da “vitrin”e dönüştürüldü.
Eskiden parlamento bir “tiyatro” idi. Evet, önemli değil idi ama yine bir tiyatronun bir değeri vardır. Gerçek anlamda bir parlamento olmasa da, oymuş gibi görünmek ve gösterilmek zorunda idi.
Hep iç savaşlar yaşamış, hiç olağanüstü hâllerden çıkamamış bir sistem için “demokrasi” zaten anlamsızdır.
Ama artık, parlamento, dükkânın bir vitrinine dönmüştür ve o kadar ki, bu vitrinin dizaynı için bir dirhem özen dahi gösterilmemektedir. Erdoğan, parlamentoyu çoktan gömmüştür. Parlamento, tam anlamı ile işlevsizdir. Sadece isteyene gösterilecek yerdir.
24 Haziran seçimlerinde, halkın sisteme artan güvensizliğini bir miktar tamir etmek için, İnce kullanılmıştır. İnce bir operasyon idi ve görevi, bir yandan Erdoğan’ı bazı pazarlıklara zorlamak, diğer yandan, ki esası budur, sisteme küsmüş geniş kitleleri seçim kanalı ile sisteme yeniden bağlamak idi.
24 Haziran seçimlerinin sonuçları, üç gün önceden ilan edilmişti. Allahın sevdiği kulu, Erdoğan’ın halk tarafından seçilmesine gerek yoktur. Zaten Allah onu seçmiştir. Bir seçilmiş kişinin halk tarafından tekrar seçilmesine gerek olmadığından, önceden sonuçların ilan edilmesi mümkündür.
Burada acaba Erdoğan’ı önceden seçen kimdir?
Bu soru yerindedir.
NATO operasyonu ile 24 Haziran’da Erdoğan, başkan seçilmiş, sistem değiştirilmiştir. Arkasında ABD-AB anlaşması olduğu kesindir.
Erdoğan’a, iktidarı “gasp” etme yetkisi verilmiştir. Erdoğan da bunu yapmıştır. Darbe ise al sana bal gibi bir darbe!
Ama ipler Erdoğan’ın elinde mi?
Daha çok, Erdoğan’ın oturduğu kucakların ipleri ellerine aldığı anlaşılmaktadır. Erdoğan, daha çok etkisiz, daha çok zavallı durumdadır. İktidarı “gasp” ettiği ortada iken, iktidarı kaybetti bile denilebilir.
24 Haziran’da, parlamento tamamen bitti ve miadını doldurdu.
24 Haziran’da seçilen ilk özel başkan ise, kukla olarak şekil buldu.
Yani hem eski sisteme ait parlamento ortadan kalktı, hem de yeni sistemin en önemli gücü, tüm yetkilerini eline almış gücü, bir kuklaya dönüştürülmüş oldu.
Ve bu güçler, hemen hepsi, Saray, Erdoğan, Ergenekon, derin devlet vb, hemen hepsi, gelmekte olan ekonomik krizi daha fazla önleyemeceklerini biliyorlardı.
24 Haziran tarihi böyle seçilmiştir. Bahçeli de, Erdoğan da, bu tarihi bilerek seçmişlerdir. Çünkü, bu sayede, krizden hemen önce, seçimi bitirip, değişikliği yapabileceklerdir. Erdoğan, geleceğini garantiye alma peşinde iken, Bahçeli ve CHP, onun yardımcısı rolünde idi. Ve kriz, 24 Haziran seçimlerine kadar önlenebildi. Dolar baskı altına tutulabildi. Temmuz ve Ağustos aylarında ise, dolar fırladı. Yılbaşında 3,70 TL olan dolar, 7,50’leri gördü.
Dolar yükselişinin öncesinde, faiz, bugünkü düzeyinin yarısının altında idi. Böylece, yükselmiş faiz ve yükselmiş dolar baskısı ile, kriz daha da derinleşmeye başlamıştır.
Türkiye’nin borcu, oldukça yüksek idi. Bu borç, büyük oranda ilk 12 ayda ödenmeli (yarısı kadarı) idi. Ve Türkiye, eskiden %3 ile borç alabilirken, bu yeni durumda %13-17 arasında borç alabilir duruma gelmiştir. Kısacası borcun döndürülmesi (yani, ille de ödenmesi değil, daha fazla borçlanarak da olsa ödenip yenisinin alınmasına olanak sağlanması) mümkün gözükmüyordu. Dövizin %100 arttığı bir ülkede (2017 yılı Ekim ve 2018 yılı Ekim verilerine bakın lütfen. Göreceksiniz ki, dolar %100 artmıştır. 2018 Eylül sonunda 6.00 TL olduğunu düşünerek bu değerlendirme yapılabilir), %15 faizle dolar borçlanmak, geri ödemesi zor olduğundan, Batılı bankalar, yüksek faiz istiyor, garantiler istiyor. Böylece borcun dönmesi denilen şey, gerçekleşmiyor.
Bu borcun üzerine cari açık binmektedir. Ülke ürettiğinden daha fazla ithal etmektedir. Üretim yerine, inşaat ve otoyollarına, gereksiz havalimanlarına vb. ranta yapılan yatırımların orta vadeli sonucu budur.
Bunun üzerine, bir de içeride halkın borçluluğunu eklemeniz gerekir. Daha şimdiden bankalara borçlu insanların evleri bankaların envanterine geçmeye başlamıştır. Kredi kartları ile gelecekteki gelirini harcama yaygındır. Tüketici kredileri oldukça yaygındır.
Bir de bunlara savaşı eklemek gerekir. Hem içeride Kürtlere karşı süren azgın, kirli savaş, hem de Suriye’de içine göbekleme dalınan savaş, ciddi bir bunalım kaynağıdır. Sadece ekonomik olarak bile söyleyecek olsak, bu savaşlar ciddi ekonomik sorunların kaynağıdır.
Tüm bunlar gerçekte krizin ana unsurlarıdır. Ülke ekonomisinin motor gücü hâline getirilmiş olan inşaat sektörü, büyük ölçüde rant kaynağıdır.
Tüm bu krizi, basın aracılığı ile örtmek mümkün idi. Bugüne kadar bu yapıldı. 2017 yılında dolar %25 arttı ve hiçbir şey olmadı. Ama bu kez, biriken ve ertelenen kriz, daha şiddetli gelmektedir.
Erdoğan ve Damat, artık ne alıyorlarsa, onların gözleri bir kriz görmüyor. Onlara sorarsanız, bunların hepsi söylentiden ibarettir. Peki ama bu söylentiler aracılığı ile dolardan dolar kazananlar neden hep sizin etrafınızdadır?
Erdoğan ve Damat, artık ülke ekonomisi diye bir şeyi dert etmiyorlar. Onlar, “sayılı günümüzün kaldığı bu dönemde, ne kadar çok vurgun vurabiliriz” peşindedirler.
Rant ekonomisinin, yağma ekonomisinin, savaş ekonomisinin sonu budur.
McKinsey şirketi, Abdullah Gül döneminde, yine bazı alanlarda “danışmanlık” yapmakta idi. Mesela hazine arazilerinin imara açılması ve inşaat yatırımlarının öne çıkarılması fikrinin “babası” McKinsey şirketidir. Yine aynı McKinsey şirketi, tarımla ilgili, özelleştirmelerle ilgili öneriler geliştirmiştir. Cargill’in attığı her adımın, ekonomi politikasının ilk önereni McKinsey firmasıdır. AK Parti döneminde gerçekleşen 65 milyar dolarlık özelleştirmenin ilk önerisi McKinsey firmasından gelmektedir. Şehirlerdeki AVM denilen yapıların da fikir babası McKinsey firmasıdır. Kısacası, aslında McKinsey için Türkiye yeni bir yer değildir.
İşte Damat Berat, bu McKinsey firması ile anlaşıldığını, tüm ekonominin denetiminin McKinsey firmasına verildiğini duyurdu. Doların 6.00 TL’ye düşmesinde, Rahip’in serbest bırakılacağı haberi ile McKinsey ile anlaşıldığı haberi etkili olmuştur.
Peki ama neden böyle bir yol aranıyor?
Batı ya da borç vermiş olanlar, alacaklarını garanti altına almak istiyor. Bu nedenle, çeşitli düzenlemeler yapmaya çalışıyorlar.
İster IMF ile anlaşılmış olsun, ister McKinsey şirketi ile, ister eski Duyun-i Umumiye olsun, tümünde ana unsurlardan ilki, alacaklıların alacaklarını garantilemektir. Alacaklılar, bunu bir “heyet”e devrediyorlar. Bir çeşit “kayyum” gibidir. McKinsey firması gerçekte bir çeşit kayyumdur. Öncelikle borçların ödenebilmesi için, nereden “tasarruf” yapılacağına bakarlar. Mesela dışişleri bakanlığında, bundan böyle tuvalet kâğıdı kullanılmayacak, buradan gelen 100 TL, x şirketin borcunun ödenmesinde kullanılacak gibi. Ya da yerel seçimlerde, hazine partilere para yardımı yapmayacak ya da mesela işçilerin ücretleri hiçbir biçimde artırılmayacak ya da bundan böyle nefes alan herkesten ilave vergi alınacak vb. İşte bu kurumların kayyumlukları da böyledir.
IMF, McKinsey veya Duyun-i Umumiye, hemen hemen aynı mantıkla çalışırlar. Elbette farkları vardır. Mesela McKinsey firması kredi vermez.
Almanya’nın Erdoğan ve Saray’a, IMF’yi önerdiği söyleniyor. Almanya, IMF önerisini, kendi ekonomik çıkarları açısından Türkiye’de istikrar önemli görüşüne dayandırmaktadır. Gerçekten de Türkiye’deki yabancı sermaye yatırımları içinde AB ülkelerinin özellikle Almanya ve Fransa’nın büyük payı vardır. Siyasal alanı (yani ordu, polis, partiler, yargı vb. tüm devlet bürokrasisini kastediyoruz) ABD denetiminde iken, ABD’nin ekonomide bir ağırlığı yoktur. Bu nedenle Almanya’nın IMF önerisi, ABD’den gelmiyor. Zira tüm bu krizin içinde, sermayenin el değiştirmesi süreci de yaşanıyor. Bu sermayenin el değiştirme süreci ile, emperyalistler arasındaki dünyayı paylaşım savaşımının bağını da kurun lütfen.
Bildiğimiz kadarı ile, Saray, Damat, Erdoğan vb. ekibi ile IMF’ye gitmişlerdir bile. Ama bu yoklamada IMF, işin başına Kemal Derviş gibi birinin getirilmesini şart koşmuştur. Bu durum, Damat’ın tasfiyesi demek olacağından, Saray ve Erdoğan, bu karara karşı çıkmıştır.
İşte Damat’ı bertaraf etmeden, IMF gibi bir kayyum atamasını nasıl yapacaklarını arayanlar, McKinsey ile anlaşma yolunu tutmuşlardır. McKinsey aslında bu alanda birçok ülkede iş yapmaktadır. Paraguay ekonomisi olduğu gibi McKinsey firmasının kontrolündedir ve ülkeyi soyup soğana çevirmektedir. Türkiye’de özelleştirme politikalarının danışmanlığını yapmıştır ve durum biliniyor.
Saray, McKinsey firmasını, kolaylıkla rüşvet yedirebilme garantisi olduğu için seçmektedir. Ve McKinsey firması, sıradan bir danışman değildir. Tüm detaylara hakim bir denetçidir de.
Tam Eylül’ün sonunda, Ekim ayının başında, McKinsey firması ile anlaşma deklare edildi, Damat’ın ağzından kelimeler döküldü, Saray basını hemen “dolar düşüyor”, “kriz söylentidir” manşetlerini atmıştı ki, bu işin ne kadar “yerli” ve ne kadar “milli” olduğu Bahçeli tarafından açıklanacakken, aniden, durum değişti ve Erdoğan, böyle bir şey yok, “tüm bakan arkadaşlarıma söyledim, danışmayın” deyiverdi.
Ama bu ne demek? McKinsey firması ile anlaşma mı iptal edildi? Yoksa, anlaşma hâlâ geçerli, McKinsey firması danışman ve denetçi olacak, bunun ücretini alacak, ama Erdoğan’ın Bakan arkadaşları inadına ona danışmayacak mı? Burası muammadır. Bu durum da, TC devletinin Saray Rejimi’nin iş yapma tarzıdır.
Oysa, açık olarak şöyle denilmeli idi: McKinsey firması ile anlaşma iptal edilmiştir. McKinsey firmasına tazminat olarak şu kadar ödeme yapılmıştır.
Oysa Erdoğan’ın söylediklerinden anlaşılan, “Bakan arkadaşlarıma söyledim, danışılmasın”, bu anlama gelmiyor.
Damat tarafından kandırılmış bir Erdoğan portresi midir bu?
Yoksa, gelişen homurdanmaları örtmek için mi yapılmıştır? Yoksa Damat, hiç böyle bir anlaşma olmadığı hâlde, bu şirketle bir anlaşma yaptığını ilan ederek Rahip’in bırakılacak olmasına ilave, doları düşürmek için bir etken daha mı devreye sokmuştur?