Evet, biz biliyoruz ki, her kriz gibi bu kriz de, parababalarını daha zengin hâle getirecek, yoksulları da daha yoksul.
Evet biz, tüm işçi ve emekçiler, geniş halk kitleleri, milyonlar, buna razı olmak istemiyoruz. Ama biliyoruz ki, devleti elinde tutan egemenlerin, bunun için çok sayıda aracı, olanağı vardır. Ordusu, polisi, çeteleri ile işçi ve emekçilerin her talebinin karşısına çıkıyorlar. Baskı ve şiddet ile, her türlü hak arama eylemini bastırmaya yöneliyorlar. Hukuk da bunun, bu baskı aygıtının açık bir parçası hâline gelmiştir.
Hukuk, her zaman, egemen olan kim ise, hangi sınıf ise, onun hukukudur. Burada egemen olan, burjuvalardır.
Ülkemizde burjuva egemenlik, sömürgesi olduğu emperyalist güçlerin, NATO içinde yer alan güçlerin doğrudan desteği ve kontrolü ile sağlanmaktadır. Bu devlet, elbette onların devletidir ve krizi, işçi ve emekçilere yıkacaklardır.
Vergilerle, zamlarla, doğrudan veya dolaylı her yolla, halkın cebine ellerini sokacaklar, sofralarındaki ekmeğe göz koyacaklardır.
Bu, her zaman yaptıkları şeydir, sadece bugün değil.
Bugün de, zamları devreye sokacaklar. İşsizlik arttıkça, işçi ücretlerini baskı altına alacaklar. Gazete köşeleri, TV ekranlarından, işçi ve emekçilerden, halktan fedakârlıklar isteyecekler, din adamları aracılığı ile “sabır” telkin edecekler. Her yolla, işçi ve emekçilerin krizin faturasını kabul etmesini isteyecekler. Buna karşı çıkanlar oldu mu, ki var ve olacak, onlara karşı da cop, TOMA, silah, hapishane vb. devreye girecek. Baskı ve şiddetle, halkı sindirmeye çalışacaklardır.
Zaten bunu yapıyorlar.
Denemedikleri baskı türü, şiddet biçimi kalmamıştır ama yine de buna devam edecekler.
Tüm bunlar, işçi ve emekçilerin susturulması içindir.
Fransa’da benzine yapılan vergi artışını protesto etmek için “sarı yelek” giyerek başlayan protestoya 300 bin kişinin katıldığını duyuyoruz. Sendikalar, işçi örgütleri, tüm sivil toplum örgütleri harekete geçti ve karşı durmaya başladılar.
Ülkemizde, biz, bu krizin faturasını ödemek istemediğimizi açık olarak beyan ediyoruz. İşçi ve emekçiler, açıkça bu krizin faturasını ödemek istemiyor. Ama, nihayetinde bu bir mücadeledir.
İşçi sınıfı ve emekçiler bu mücadelede yeterince örgütlü değildir.
Örgütlü olmak güçlü olmanın ilk adımıdır.
Örgütsüz olmak da güçsüz olmak anlamına gelmektedir.
Açıktır ki, bu kriz, yansıtıldığından çok daha derindir.
Sürdürülen yağma ve rant ekonomisinin iflası, tıkanması anlamına gelen bu kriz, çok kısa sürmeyecektir. Krizin daha başında olduğumuz anlaşılmaktadır. Daha krizin şiddetinin artmaya başladığı Ağustos ve Eylül aylarından bugüne kadar, binlerce işçi işini kaybetmiştir, binlerce insan açlıkla karşı karşıyadır. Binlerce kişi, borçlanarak aldıkları evlerinin taksitlerini ödeyemez durumdadır. Yüz binlerce insan kredi kartları üzerinden yaptıkları borçları idame ettirme sürecinin sonuna gelmiş, artık kredi kartlarını ödeyemez duruma düşmüşlerdir. Ve daha yolun başındayız.
Bu katlanarak sürecektir.
Hem işsizlik artacak, hem de artan hayat pahalılığı işçilerin bellerini bükecektir. Daha şimdiden yaşamı devam ettirmek için başvurulan çareler tükenmeye başlamıştır.
Şimdi, krizin faturasını ödememekte gerçekten samimi isek, gerçekten böyle bir bilincimiz varsa, bunun yolunun bireysel arayışlardan değil, toplu, örgütsel anlayışlardan geçtiğini aklımıza kazımamız gereklidir. Her işçi, her emekçi, kendine açıkça sormalıdır, yalnız mıdır? Eğer işçi ve emekçiler, milyonlarca üyesi olan işçi sınıfının, toplumun büyük ağırlığını oluşturan sınıfın bir parçası olduğunu ve bunun gereği olarak, topluca direnmenin gereğini anlayabilirse, işte o zaman krizin faturasını ödememek için gerekli olan örgütlü mücadeleyi yükseltebiliriz.
Nasıl örgütleneceğimiz sorusu da bu bilinçte yatar.
Gerçekten örgütlenmek gerektiğine inanabiliyorsak, bunu gerçekten bir çare olarak görebiliyorsak, işte o zaman örgütlenmenin yollarını da geliştirebiliriz.
Hayatı üreten biziz, işçi ve emekçilerdir. Hayatı üretenler, mutlaka ve mutlaka ellerindeki gücü örgütleyecek yolları da bulabilirler.
Birçok sendika, işçi sendikası olmaktan çıkmış, patronların sendikası, devletin uzantısı hâline gelmiş durumdadır.
Bunu biliyoruz. Ama bu sendikaları geri almak mümkündür. Bunun için geliştirilecek örgütlenmenin her tür yolla hayata geçirilmesi acil bir görevdir.
Her yol ve araçla örgütlü mücadeleyi geliştirmek, bugünden, hemen şimdi atılacak adımlarla başlayacaktır.
Her mahalle, her işyeri, her fabrika, her okul, her fakülte, hayatın her alanı, bu örgütlenmenin vücut bulacağı alanlardır.
Bunun küçük veya büyüğü yoktur. Bir hamlede, fersah fersah ilerleme yapmayı beklemek yerine, mucize denilen şeyin en küçük, en sıradan örgütlenme ve mücadele adımlarından geçtiğini bilmek gerekir.
Örgütlenme ve direniş denildiği zaman kavranması gereken doğru ilke, her yerde, her zamanda, her yol ve araçla, küçük adımları küçümsemeden ilerlemektir. İşçi sınıfının bunu yapacak hem sabrı, hem de enerjisi vardır.
Krizin faturasını işçi ve emekçiler ödemesin istiyorsak, bunun yolu, örgütlenme ve direniştir.
Milyonların küçük adımları, mucizeler yaratacak güçtür.
Bugün, bu örgütlenme her zamandakinden çok daha acildir.
Bu sadece krizin faturasını ödememekle sınırlı değildir. Yaşamı savunmak, sömürüye ve aşağılanmaya son vermek, sınıfsız ve sömürüsüz, savaşsız bir dünya kurmanın da yolu, biricik yolu budur.
Geleceği kazanmanın tek yolu bu örgütlü direniştir.
Bugün Anadolu’nun, Türkiye’nin her bölgesinde geniş halk kitlelerinin ihtiyaç duyduğu güç, bu örgütlenmeden geçmektedir. İşçi sınıfı, kendi gücünün, kendi olanaklarının farkına ancak bu yolla, direnerek ve örgütlenerek varabilir.