2018 yılının Temmuz-Ağustos döneminde kendini kurlardaki yükselişle ortaya koyan, gerçekte çok daha uzun süredir devam eden kriz, 2018 yılının sonlarına gelindiğinde, Ekim-Aralık arasında, kendini gerçekten topluma hissettirmeye başladı.
Uzun yıllar, borçla yaşayan, kredi kartları, bireysel krediler, taksitli eşya almalar vb. ile borçlanan, gelirinden fazlasını harcamaya teşvik edilen işçi ve emekçiler, krizin şiddetini, daha yeni yeni anlamaya başladılar.
Burjuvazi için, ekonomik durum önceden öngörülen, bilinendir. Burjuvazi, zaten bu nedenle, krizin faturasını nasıl işçi ve emekçilere yıkacağının yollarını arar. Hep böyle olmuştur. Kriz, birçok büyük firmanın batmasına neden olmuştur. Elbette, ama bu bir yandan bu sermaye sahiplerinin paralarını bir yerlere, daha çok da yurtdışına aktarmaları önleminden sonra ortaya çıkmaktadır (ki konkordato önlemlerinin çoğu nedeni, parayı kaçırma, bunun için bir planlama isteğidir. Gerçekte zaten batmış firmaların, konkordato ilan ederek borçlarını belli bir süre ödememesi, hileli bir süreçtir.), diğer yandan ise, elbette sermaye el değiştirmektedir.
Küçük ve orta işletmelere gelince, yani günlük dilimize “esnaf” ve “kobi” olarak giren kesimlere gelince, bu alanda da aynı biçimde kredi ile dönme eğilimi, uzun süredir vardı. Kredi faizlerinin hızla yükselmesi, bu alanda da büyük batmalara, iflaslara neden olmuştur. Hem kredi faizleri yükseldi, hem döviz yerinde durmadı, hem de satışlar düştü. Tüm bu süreç küçük burjuvazinin geniş ölçüde iflasına neden olmuştur, olmaktadır. Ve bu krizin esas olarak etkilerini net olarak göreceğimiz dönem, Mayıs- Ekim 2019 dönemidir.
Krizin en net anlaşılacağı göstergelerden biri, sokaklardır. Sokaklar derken, her açıdan. Sokak gösterilerinden, sokakların hâline, boş dükkânlara, kiralık tabelası hiç inmeyen kiralık dairelere, camlardaki satılık ilanlarına vb. kadar. Elbette, iflaslar, buna bağlı mahkeme dosyaları vb. de önemli bir gösterge olur.
Ama konu işçi ve emekçilerin krizden etkilenmesi ise, ki konumuz budur, kriz ve işçi sınıfıdır, bu durumda, işsizliğe, ücretlere, sokak gösterilerine, direniş ve eylemlere, pazardaki fiyatlara, gıda ve giyime, eğitim ve sağlığa, ulaşıma bakmamız gerekir.
1- İşsizlik ciddi oranda yükselmektedir. Onların açıkladığı veriler hilelidir. Bu hileli verlere göre işsizlik %11 civarındadır. Sadece staj yapan öğrencileri işçi diye göstererek 1.4 milyon işçi kaydettiklerini hatırlarsak, bunun anlamını kavrayabiliriz. Hileli rakamlar açıklıyorlar. Gerçekte bizim hesaplamalarımıza göre işsizlik %25 civarındadır.
Sendikaların önemli işlerinden biri, işsizlik ve enflasyon rakamalarını kendi metotları ile hesaplamak ve bunu düzenli olarak kamuoyuna açıklamak olmalıdır. Bunu DİSK yapabilecek durumdadır. DİSK bir uzman kadro ile, bunu yapabilir. Devletin enflasyon sepeti içine koyduğu şeyleri değiştirerek, enflasyonu düşük gösterdiği bilinmektedir. Enflasyon rakamları da hilelidir.
Biraz konumuzdan uzaklaşmış olacağız ama, hileli rakamlar ya da yalanın ötesi demek olan istatistikî yalan, burjuvazinin çok sık başvurduğu bir metottur. TV kanalları, dolar 7 TL’den 5,30’a düştüğünde, “dolar düşüyor, TL değer kazanıyor” vb. gibi yayınlar yapıp, bu konuyu işliyorlar. Ve hafıza kaybına uğradığından emin oldukları halkın, 2018 başında doların 3,70 TL olduğunu hatırlamayacağına yatırım yapıyorlar. Ya da Erdoğan, asgarî ücrete %26 zam yaptık, bu büyük bir olaydır, diye TV kanallarından bağırdığı anda, halkın, asgarî ücretin dolar cinsinden düştüğünü anlayamayacağını, dolar cinsinden asgarî ücretin, bugünkü düşük olduğu ilan edilen dolar kuru, 5,25 TL üzerinden hesaplandığında, %13 düştüğünü halkın hesaplayamayacağını düşünüyorlar.
Erdoğan nasıl yalan söylüyor ortadadır. TÜİK nasıl rakamlarla yalan söylüyor ortadadır. Bunları bir yana bırakın, Soma’da gerçekte kaç kişinin öldüğünü bile bilemiyoruz. 1999 depreminde kaç kişinin öldüğü, bilerek gizlenmiştir. Demek ki, her ölen işçinin ailesinin, diğer ailelerle bir araya gelmeyeceğini, acı içinde iken kimsenin bunu saymayacağını, ölenlerin yakınlarının Suriyeli ve göçmen olarak kaç kişinin öldüğü ile ilgilenmeyeceğini varsaymaktadırlar.
Ki sonuçta, işçiler, ölü sayılarını bile sayamamaktadır. Ki işçiler enflasyonu bile hesaplayamamaktadır. Ki işçiler ne kadar işsiz olduğunu bile bulamamaktadır. Denizde yaşayıp, deryadan bihaber balıklar gibi. İşte burjuvazi, işçi sınıfını böyle kör, böyle bilgisiz, böyle silâhsız bırakarak iktidarını yürütüyor. Bir avuç para babası ve çetenin milyonlarca işçiyi susturması ve aklı ile alay etmesi başka nasıl olabilir?
Sendikalarımızın elimizden alınması başka nasıl açıklanabilir? Sendika mafyası içinde örgütlü işyeri temsilcilerinin işçilere “siz kölesiniz, denileni yapacaksınız, yoksa sizi işten attırırım” diyebilmesi başka nasıl açıklanabilir?
Demek oluyor ki, doğru bir sendikanın, iyi bir sendikanın; a- Enflasyon rakamlarını hesaplayabileceği bir sepet oluşturması gereklidir. Buna yardımcı olacak, istatistikçi ve iktisatçı bilim insanları kesinlikle vardır. b- İşsiz sayısı, geniş bir işçi haberleşmesi ile, ister bir sendika, ister başka bir örgütlenme aracılığı ile ortaya konulmalıdır. Her işçi, kendi fabrikasından bununla ilgili haber vermeye başlarsa, zaten rakamlar net olarak ortaya çıkacaktır. Bunu mutlaka sendikaların yapması da gerekli değildir Örneğin İşçi Kurultayı böylesi bir işi yapabilir. Bunun için bir bütçeye gerek yoktur. c- Sendikalar veya işçi örgütleri, her ay, düzenli olarak işçi gazetelerinde, durumu gösteren rakamları yayınlamalıdır. Bu da muhabir ağının yanında, birkaç kişinin bu konuda uzmanlaşması ile mümkün olacaktır.
İşsizliğe geri dönelim.
Krizin ilk etkisi işsizliğin daha da artmasıdır. Bizim hesaplamamız, bu rakamın, Ağustos ayından bu yana 1.500.000 arttığıdır. Üstelik, önümüzde seçim var ve Erdoğan’ın, Saray Rejimi’nin, birçok işvereni, “eğer toplu işten çıkarmalara girerseniz sizi pişman ederim” tehditlerine rağmen. Erdoğan’ın, Koç ailesini ve tüm otomotiv sektörünü, seçime kadar işçi çıkarmamak için tehdit ettiği, eğer 100’den fazla işçi işten çıkarırlarsa, bunun “Saray’a muhalafet” olarak değerlendirileceğini söylediği konuşuluyor. Demek oluyor ki, Nisan ayından sonra işsizlik daha da artacaktır.
2- Ücretlerin, maaşların satın alma gücü erimektedir. Krizin önemli bir etkisi de budur. İşçiler, çoğunlukla maaşlarını düzenli alamaz durumdadırlar. Birçok işçi, maaşlarını geç aldığı hâlde sesini çıkartamamaktadır. Özellikle “kargo ve taşımacılık” sektöründe tam bir kölece çalışma egemen kılınırken, maaşların zamanında alınmaması da üstüne eklenmektedir. Faiz oranlarının bu kadar yüksek olduğu bir ülkede, büyük miktarda maaş ödeyen işletmeler, o parayı birkaç gün faizde tutmanın, böylece sinekten yağ çıkarmanın hesabını yapmaktadır.
Ama öte yandan, işçilerin aldığı ücretlerin satınalma gücü düşmüştür. Diyelim ki, %26 zam almış olan bir işçi, %13 kayıp yaşamaktadır. Ama çoğunlukla %26’nın altında zamlar yapılmıştır. Bu da açığı artırmaktadır.
Ancak, bu durum, %13 kayıp, dolar cinsinden yukarıda açıkladığımız hesaba göredir. Oysa bir de satınalma gücü dediğimiz şeye göre bakmamız gerekir. Devlet resmî olarak enflasyonu %20 olarak açıklamaktadır. Bu konuda uzmanlaşmış olan devlet, sürekli istatistikî yalan söylemek için, her ay her yolu denemektedir. Patates fiyatı arttı ise ve patates enflasyon sepetinin içinde ise, onu çıkartıp, başka bir ürünü içine almaktadırlar. Sivri biber zaten teröristtir, çıkar gitsin. Böylece, gerçek anlamda rakamlara ulaşmak zorlaşmaktadır. Ekmek fiyatları da ölçü değildir. Zira fırıncılar, ekmeğin gramajı ile oymaktadır. Dün 250 gram ekmek 1 TL iken, bugün 200 gram ekmek 1,25 TL olmaktadır. Bu durumda ekmek %25 arttı demek yanlış olur. Zaten gramajından %20 kaybetti.
Son dönemde simitin gramajı ile oynanmamış gibi görünüyor. Buna bakılabilir. Ya da bira fiyatlarına bakılabilir. Ya da et fiyatlarına bakılabilir. Ya da peynir fiyatlarına bakılabilir. Ya da ilaç fiyatlarına bakılabilir. Ya da okul defteri, kalem silgi fiyatlarına bakılabilir. Ya da doğalgaz, elektrik faturalarına bakılabilir.
Hesaplama basittir. Dün, 2018 Ocak ayında, maaşının tümü ile kaç simit alıyordun, bugün kaç simit alabilirsin? Dün, Ocak 2018’de kaç kilo kuşbaşı alabiliyordun, bugün kaç kilo alabilirsin? Patlıcan, soğan, patates, domates ve sivri biber, Erdoğan ve Saray Rejimi tarafından terörist ilan edildiğinden onlara bakmayalım. Bir maaşınla, kaç adet bira içebiliyordun, şimdi kaç adet içebilirsin? Bir maaşınla, kaç kilo deterjan alabiliyordun, şimdi kaç kilo alabilirsin? Elektrik, su, doğalgaz faturalarının toplamı, maaşının % kaçı idi, şimdi yüzde kaçı? İşte bu ölçüler bize yol gösterebilir.
İşçiler bunları hesaplamak zorundadırlar. Yoksa ne yaşadıklarını, sadece acılardan bilebilirler. Tüm bu yaşananların yaratanın takdiri olduğuna inanarak suskunluklarına devam ederler. Oysa zaten Saray Rejimi, bunu istiyor. İşyerinde iş cinayeti ile öldün mü, ne yapalım ecel işte. İşyerinde sakat mı kaldın, ne yapalım fıtratında var. Aç mı kalıyorsun, yaratan bunu layıkk görmüş. Oysa böylesi bir şey yoktur.
Biz, bir hesaplama yaptık.
- Asgarî ücret %26 arttı.
- Birçok işçi asla ve asla %26 bile zam alamadı. İşini kaybetme korkusu ile %10-20 arasında bir zama razı oldular.
- Asgarî ücret, dolar cinsinden hesaplanınca %13 (doları 5,25 TL’den hesaplayınca) değer kaybetti. Yani, eskisine göre %13 işçi maaşları daha düşüktür.
- Gıda, giyim vb. fiyatlarına %35-80 arasında zam geldi. Ortalama zammı %50 olarak hesaplamak mümkündür. Doğalgaz, elektrik, su faturalarına bakınca herkes %60 pahalıya ödediğini anlayacaktır.
- Eğer %50 üzerinden hesaplasak, asgarî ücret en az %25-30 değer kaybetmiştir. Demek ki, işçiler en az %25 yoksullaşmıştır. Bir de artan vergileri hesaba koyun. Mesela kırtasiye malzemelerinizin KDV’si %18 olmuştur. Yanı okul defterine ilave %10 ödemek zorundasınız. Mesela sizden devlet adına yapılan kesintiler artmıştır vb. Devlet, kasası yağmalanmış olduğundan, maaş ödemek için, vergileri artırmıştır. İşverenden aldığı vergileri değil, işçi ve memurdan aldığı vergileri artırmıştır. Buradan ilave bir yük binmektedir. Demek oluyor ki, bir işçi ailesi, bir memur ailesi %30 fakirleşmiştir, eğer %26 zam almış ise. İşini kaybetme durumu, %26 yerine %10 zam alma durumu vb. hesap dışıdır. Demek ki, işçi aileleri, memur aileleri, başka bir gelirleri yoksa %30 ile %60 arasında fairleşmiştir.
3- Çalışma koşulları zorlaşmaktadır. İşsizlik, daha ucuza işçi bulma olanağı, çalışanların işveren isteklerine uyması için zemin hazırlamaktadır. İşverenler, mesai ödemeksizin, işçileri daha uzun süreler çalıştırmaktadır. Ortalama çalışma zamanı, yine sendikaların hesaplayabileceği bir konudur. Elbette, işçi muhabirleri de bunu hesaplayabilir. Diyelim ki metal iş kolunda günde kaç saat çalışıldığı bildirilirse, diyelim ki inşaat iş kolunda çalışma zamanı bildirilirse, diyelim ki tekstilde günlük çalışma süresi muhabir işçilerce bildirilirse, diyelim ki markette çalışma süresi bildirilirse, diyelim ki bir ofiste çalışma süresi bildirilirse, diyelim ki otomotiv yan sanayiinde çalışma süresi bildirilirse, diyelim ki bir sanayi bölgesinde çalışma süreleri bildirilirse, bu hesaplanabilir. Ülkenin değişik illerinden, 10 ilden bu rakamlar alınırsa, ortalama çalışma süresi, devletin verdiği rakamlardan bin kat daha doğru hesaplanabilir.
Çalışma koşullarının zorlaşması demek sadece çalışma zamanının uzaması demek değildir. Aynı zamanda işyerinde işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması, demektir. Patron bu yolla maliyetleri düşürmektedir. Bunun gibi maliyet düşürücü birçok önlem, mesela soğuk ortamlarda çalışma vb, çalışma koşullarını oldukça zorlamaktadır. Kötüleşen çalışma koşulları, havalandırmasız ortamlarda çalışma, ülkemizde veremin yeniden ciddi bir hastalık olarak hortlamasına neden olmuştur. Türkiye’de verem istatistikleri, tek başına bunlar, durumu ortaya koyacaktır. İlaç şirketlerinin etken maddesi azaltılmış ilaçları SGK kanalına vermesi nedeni ile, verem ilaçları artık etkili değildir. İnsanlar veremle mücadele etmek için, SGK’nin bedelini ödemediği ilaçları satın almakta, bunu da ceplerinden karşılamaktadır.
4- İşçiler, çalışma koşulları içinde ele alınan birçok sosyal haktan mahrum bırakılmaktadır. Dün işçilerin hakları olarak alınmış olan iki maaş ikramiye, çocuk yardımı vb. 2018-2019 sözleşmelerinde tırpanlanmaktadır. İşçilere, %20 zam yaparım ama bir maaş ikramiye gider gibi dayatmalar yapılmaktadır. Sosyal haklar, işçinin yaşamını kolaylaştıran uygulamalar, dünkü sendikal mücadelenin ürünü olan tüm sosyal haklar, tek tek tırpanlanmaktadır.
Her işçi muhabiri, her fabrikadaki, fabrikanın ismini vermeden, yaşam ve çalışma koşullarını, en ince detayına kadar anlatacağı mektupları gönderirse, işçi gazeteciliği açısından önemli bir adım atılmış olacaktır. Bir işçinin çalışma koşullarını bilen diğeri, bu detaylara hakim olmaya başlayacak ve bu “kader”in sadece kendisine yazılı olmadığını, tüm işçilere birilerinin bu “kader”i yazdığını anlayacaktır.
5- İşçi sınıfı, devrimcileşmek zorundadır. Başka bir yol yoktur. Devrimcileşen işçi sınıfı hem kendini, hem de tüm toplumu kurtaracak eylemliliği geliştirecek, devrimin motoru, öncüsü olacaktır.
Flormar işçilerinin güzel bir sloganı var: “Flormar değil, direniş güzelleştirir!” Doğrudur. Güzel ve doğru bir slogandır.
Direniş güzelleştirir.
Direniş aklı açar.
Direniş kendini tanımanı sağlar.
Direniş mücadele birleştirir.
Direniş, mücadele öğretir. Ondan daha iyi öğretmen yoktur.
Ve örgüt, özgürleştirir.
Örgüt özgürlüktür. Kölece yaşamı parçalamak için, “kader”imizi kendimizin yazması için bir araçtır.
Direniş, hastalanmış olanları iyileştirir. Koyun sürüsüne dönmüş, denizde yaşayıp deryadan bihaber olanları, sağlıklı kafalara çevirir. İşçiler, kendi yaşadıkları koşulları, kendi yaşam koşullarını, kendilerine dayatılan, açlık, yoksulluk, işsizlik, borçluluk “yazgısını” ancak o zaman anlayabilir, ancak o zaman değiştirebilirler. Direniş, bunu sağlar.