Saray’ın başı, ülkenin cumhurbaşkanı, aslında bu sözü sevmiyor olmalıdır, Trump karşısında kompleks yaratıyor olabilir, ülkenin başkanı, AK Parti’nin başkanı, Varlık Fonu’nun başkanı vb. domates, sivri biber, patlıcan ve patatese savaş açtı.
Aslında kendisi futbol federasyonunun da gizli başkanıdır. Ve aslında kendisi, tarım bakanıdır da. Zaten her şeyin başı o değil mi? Öyle ise, diğerlerine ne gerek var?
Erdoğan, bu bir espri değil, gerçekten de TV kameralarının karşında, miting alanlarında, hal esnafını terörist ilan etti. Bunların terör malzemeleri olarak da domates, sivri biber, patlıcan ve patatese savaş açtı. Nasıl ki, diye buyurdu, Cudi’de, Tendürek’te, Kandil’de onları yerle bir ettikse, bunları da yerle bir edeceğiz.
Az kalsın, “Domates, sivri biber, patlıcan ve patatesin inlerine gireceğiz” diyecekti ama demedi.
Domates, sivri biber, patlıcan ve patates, o günlerden sonra, muhalefet cephesini genişletti. Domates, sivri biber, patlıcan ve patates, yanlarına dolmalık biberi, hıyarı da aldılar. Soğan, eski hükümlü olduğu için işe kolayca katılmışa benzer. Yakında, elma, armut, ıspanak vb. de onlara katılacaktır.
Ve elbette, muhalefetin sesini kısmak kadar kolay değil, domatesin sofralara etkisini manipüle etmek. Ne polis copu işe yarar, ne sansür yasası. Soylu’ya da, Kurtulmuş’a da devredilecek konu değil bu. Damat ve Bilal daha tecrübe kazanmalıdırlar. Yani domates, sivri biber, patlıcan ve patates sorunu Erdoğan’ın elinde kaldı.
Çare bulundu.
Tanzim satış.
2002 yılında AK Parti iktidara geldiğinde, Özal ile başlamış olan özelleştirme programının, TOKİ vb. hamlelerin kesintiye uğradığı beyan ediliyordu. Erdoğan’ın efendileri, kendi projelerinin Özal’ın ölümü ile kesintiye uğramasının ardından, Derviş ile süreci “elverişli” hâle getirdiler ve “bel kemiği yok” diye övdükleri Erdoğan’a, yeni süreci emanet ettiler.
Erdoğan ve AK Parti, liberal bir rüzgâr olarak esen, neo-con destekli özelleştirme programının açık memurları oldular. Ne dedilerse yaptılar.
2002’den bu yana özelleştirmeleri savunarak, devlet kumaş mı üretir, devletin ayakkabı ile ilgisi nedir, devlet benzin mi satar, devlet kâğıt mı üretir, devlet tütün mü üretir, devlet içki mi üretir, devlet şeker mi üretir sorularını sürekli gündemde tuttular. Ve bu özelleştirmeci mantık, bugün ABD’de, gümrük duvarlarını yükseltiyor. Serbest ticaret amentüsü yerle bir olmuş durumdadır. Onların emireri olarak çalışan Türkiye yönetenleri, hâlâ aynı nakaratları tekrar ediyorlar. Onu özelleştirelim, bunu özelleştirelim. Devlet deniz yolu ile İstanbul’da yolcu mu taşır, Turyol’u kurup, bu işi Yıldırım’a, hani Binali olan Yıldırım’a vakfedelim. İşte özelleştirme dedikleri de budur.
Bu aslında RANT ve YAĞMA ekonomisidir.
Ama iş döndü, 31 Mart seçimleri öncesinde Erdoğan, domates, sivri biber, patlıcan ve patatese savaş açmak için, devlet eli ile, kamyonlarda “tanzim satış” başlattı.
Tanzim satış mağazalarını kim özelleştirdi? Et ve Balık Kurumu’nu kim özelleştirmişti? Tekel’i kim özelleştirmişti? Ve şimdi, hiç utanmadan, devlet eli ile domates, sivri biber, patlıcan ve patates satışına başladılar. Ve domates, sivri biber, patlıcan ve patatesi terörist ilan ederek.
Hayatın cilvesi midir bu; özelleştirmeleri ile övünen, özelleştirme dalgası ile rant ve yağma ekonomisini yaratan Saray Rejimi ve onun başkanı Erdoğan, “kamulaştırmayı” savunur konuma gelmektedir.
Evet, tanzim satışlar, bir adımdır. Utanmayın, kamulaştırmaları savunmaya başlayın. Özelleştirmeye karşı çıkan biz devrimcilere karşı, işçilere karşı copla savaşan sizler, tehditlerle savaşan sizler, buyurun ve şimdi özelleştirmeye karşı, kamulaştırma dalgasını savunmaya başlayın.
Tanzim satış, piyasa ekonomisine ters bir adımdır. Efendim, polis zoru ile fiyat istikrarı sağlanır mı? Bu soruların tümü, saçma ve bilim dışıdır.
Evet, piyasa ekonomisine terstir ve zaten piyasa ekonomisi insana, hak ve hukuka, adalet ve özgürlüğe terstir. Bu nedenle bir şeyin piyasa ekonomisine ters olması, zaten başlı başına bir olumluluk işareti olabilir. Biz, piyasa ekonomisinin köküne karşıyız.
Ama gerçekten, Saray Rejimi’nin başlattığı tanzim satış kamyonları uygulaması, bir karikatür bile denemeyecek kadar korkakça, acemice ve ikiyüzlü uygulamadır.
Sorunun çözümü vardır ve bilinmez bir sır, keşfedilmemiş bir olay değildir.
Ama önce, domates, sivri biber, patlıcan ve patatesin ya da daha başkalarının da fiyatlarının nasıl arttığı üzerine durmamız gerekir.
1- Üreticinin maliyetleri, hızlı bir biçimde artmıştır. Bu maliyetlerin başında, tohum fiyatları, gübre maliyetleri ve benzin-mazot maliyetleri gelmektedir. TC devletinin, bir tohum, gübre, ilaçlama vb. politikası yoktur.
TC devleti, en çok da AK Parti ve Erdoğan döneminde, tüm tarımı ABD emirlerine göre, uluslararası sermayenin açık talimatlarına göre düzenlemiştir. Elinde çay paketi taşımak zorunda kalman, Sayın Erdoğan, gerçekte tarihin sana oynadığı bir oyundur. Sen, tarımı böyle yok edersen, bir gün o tarım ürünleri, senin karşına, senin deyiminle “terörist” olarak çıkar.
Cargill diye bir firma, Türkiye’de şeker fabrikalarının kapatılmasını sağlamıştır. Cargill dosyası Erdoğan’a ABD ziyaretinde verilmiştir.
Erdoğan, her ABD ziyaretinde bir tarım dosyası ile geri dönmüştür. Ve tarımı bitirme politikası bu dosyalardadır. Sadece Cargill için özel yasalar çıkarmışlardır. Tarımın eğer bir katili varsa, bu uluslararası tekeller ise, tetiği çeken eller Saray Rejimi’nin kendisidir, en başta da Erdoğan’dır.
Üretici değil ucuz tohum bulmak, mevcut sistemde bir “İsrail” tohumu olarak adlandırılan tohumu kullandı mı, kendi üretiminden doğal yolla tohum elde edememektedir.
Buğdayda, “sertifikalı tohum” dışında tohum kullanımının yasaklanması ne demektir? Sertifikalı tohum, sadece uluslararası şirketlerin, Cargill gibilerinin elindedir. Normal bir üretici, kendi toprağındaki buğdaydan elde ettiği tohuma “sertifika” nasıl alacak, hangi kriterlere göre alacak? Ve eğer sertifikalı buğday ekmezse, ceza ödeyecektir.
Erdoğan, hazır domates, sivri biber, patlıcan ve patatesi terör aleti gibi göstermeye başlamış iken, buyursun, buğdayla ilgili çıkan bu yasayı hemen iptal etsin. Böylece biz de öğrenelim; bu domates, sivri biber, patlıcan ve patates terör araçlarını hangi eller kullanıyor, kim kiminle işbirliği içinde bunu yapıyor.
Gübre, ilaçlama, tarıma verilen kredilerin yüksek maliyeti, motorin maliyetleri vb. üzerinde durmaya gerek var mı? Bir kere işin en başını, tohum işini, İsrail-ABD firmalarına, uluslararası sermayeye terk ettin. Bir kere sen, en son şeker fabrikalarını Cargill emri ile satmadın mı? Yarın bu terör araçlarına şeker de eklenince, sen bizzat kendini suçlu ilan edecek misin?
2- Saray Rejimi, iddia ediyor ki, aslında fiyat artışları, üretici ile alâkalı değil. Peki ne ile alâkalı? Sadece marketlerle alâkalı.
– Bu doğru değil. Elbette üreticiden doğrudan tüketiciye ulaşacak bir sistem gerekli. Buna geleceğiz. Ama önce, zamların nedeninin sadece marketler olmadığını bilelim.
Ülkenin TÜİK diye bir kurumu var. TÜİK istatistik kurumudur ve enflasyonu vb. ondan öğreniriz. TÜİK’in enflasyon rakamları yalandır, işsizlik rakamları yalandır. Birçok şirket, holding, TÜİK’in enflasyon rakamını hesaba katmaz. Onlar daha çok dolar bazında değişime bakarlar. Eğer TÜİK’in rakamlarını anlamak isterlerse, bu rakamları 2,5 ile çarparlar. Yani enflasyon %20 diyorlarsa, onlar bunu 20×2,5= %50 olarak hesaplarlar.
Demek ki, devlet, bizzat istatistiklerle yalan söylemekte, istatistikleri manipüle etmektedir. Mesela, Erdoğan, bu birkaç seçilmiş ürünün fiyatını “tanzim satış kamyonları” ile düşürecek ve sonra da, enflasyon düştü diyecektir. Ama bunu bir yana bırakın, her türlü hile ile rakamları değiştirmektedirler.
Yine de TUİK’in rakamları, üreticiden fiyat artışı gelmiyor sözünü yalanlıyor.
Ocak ayı gıda fiyatları, tüketici fiyatları açısından %6,43 artmış olarak gösterilmektedir. Aynı Ocak 2019’da, tarımda üretim fiyatları artışı (ÜFE) ise %8,29’dur. Bu ne demektir? Buna göre, üretim fiyatları daha çok artmıştır. Biz buradan şunu anlayabiliriz ki, konu marketlerin, konu birkaç üçkâğıtçının işi değil.
Eğer bu işte üçkâğıtçıların katkısı varsa, bu üçkâğıtçılar, tarımı bitiren politikaları uygulayan, Cargill anlaşmalarını yapan, Cargill için özel yasalar çıkartan, ziraat fakültelerini olduğu gibi Cargill araştırma alanlarına çevirenlerdir.
Devam edelim. Ocak 2019’da, üretici fiyatları cephesinde, mr. patlıcan %64 artmıştır. Dolmalık biber %48, domates %48, hıyar %44 ve terörist sivri biber %39 artmıştır.
Demek ki, biliyoruz ki, üretici fiyatları artmıştır.
Çünkü, Ziraat Bankası’nı hortumlayanlar (mesela Demirören’e gazete satmak için krediyi Ziraat Bankası’ndan ayarlayanlar), çiftçinin kredi maliyetlerini yükseltmişlerdir.
Çünkü, tohum politikası olmayan bir ülkede, tohum tedarik eden uluslararası şirketlerin fiyatları artmıştır.
Çünkü, gübre ve ilaçlama fiyatları artmıştır. Dünyada ilaçsız tarım yapılması konusunda birçok birikim varken, Türkiye yönetenleri, Saray Rejimi, tarım ilaçları kullanımı ile büyük bir pazar hâline gelmiştir.
Çünkü, mazot fiyatları artmaktadır. Mazot fiyatları, hem tarım yapılmasını, hem de ürünün saklanması, depolanması ve sevkiyatını etkilemektedir.
Zaten internet üzerinden satışa başlamış olan tanzim satış sistemi, PTT kargo aracılığı ile, kilo başına 3,5 TL almaktadır. Yani, 1 kg patates markette 5,5 TL, siz tanzim kuyruğundan aldığınızda 3,5 TL, eğer internetten sipariş verirsen 3,5 TL + 3,5TL kargo. İşte size gülünç, aceleye getirilmiş, seçim yatırımı olarak devreye sokulmuş, palyatif bir uygulama. Neresini tutsan dökülüyor.
3- Evet, tanzim satış sistemini, kamulaştırmaya doğru bir adım olarak ele alamasak bile, özelleştirmeye karşı bir eğilim olarak, Saray Rejimi’nin, suçlarını itiraf etmesinin bir aracı olarak görebiliriz.
Ama gerçekte, çözüm, Erdoğan ve danışmanlarının bağlı oldukları efendileri tarafından asla onay görmeyecek, kamulaştırma ve kooperatifleşmededir.
a- Birinci olarak üretici kooperatifleri gereklidir. Zeytin yağı üretici kooperatifi, domates üreticileri kooperatifi vb. gibi. Bu tarımsal maddelerin işleyeceği fabrikaların, kesinlikle kamu malı olması gereklidir. Yoksa, mesela domatesi işleyen TAT, son anda, almaktan vazgeçtim der ve üreticiyi yok eder. Zaten bugün, örneğin domates üreticilerinin önemli bir bölümü, holdingler için, tekeller için ek kâr kaynağıdır. Domates üreticisi Bursa ve yöresinde TAT için veya bir başkası için çalışır. TAT, malı tarlada ekilirken alır, çiftçiye ne tohumu kullanacağını vb. dayatır. Hatta bazı durumlarda gübreyi, tohumu, ilacı çiftçiye kendisi satar. Demek ki, tarımsal üretimi işleyen fabrikalar, sigarasından rakı üretimine, konserve üreticisinden meyve suyu üreticisine kadar hepsi, özel mülkiyetten çıkmalıdır. Bu durumda, hem ne yiyip ne içtiğimizi biliriz, hem de üreticiyi koruyacak önlemler, gerçekten bir anlam ifade eder.
Demek ki, üretici kooperatifleri kurulacak.
Mesela Erdoğan’ın elinde dolaştırdığı çay üretimini ele alalım. Üretici bazan çayı denize dökmektedir. Özellikle özel sektör işin içine girdiği ölçüde ve girdiği yerlerde.
Mesela Karadeniz’in önemli ürünü fındık üretiminde Türkiye, 10 yıl öncesine kadar dünya pazarının %85’ini karşılamaktaydı. AK Parti iktidarı ve Erdoğan dönemi, fındığın dallarına kar yağan dönem olmuştur. Zapsu, hani Amerikalı yöneticilere “bu adamı süpürmeyin kullanın” diyen kişi, sadece Erdoğan’ı pazarlamadı. Aynı zamanda fındık borsasının başına geldi. Ve bugün fındık üretimi hızla düşmektedir. Oysa bir maddenin dünya üretiminin büyük ölçüde hakimi olmak bir avantaj olarak değerlendirilir. Ama emir Amerika’dandır. Erdoğan, her zaman bir ABD emireridir. Sadece İsrail nişanına sahip değildir, aynı zamanda ABD emireridir. Ne derlerse yapar. Tarım bunun en açık ispatıdır.
b- Üretici kooperatifleri yetmez. Aynı zamanda, tüketici kooperatifleri gereklidir. Yani, bir mahallede, halk, bizzat bir kooperatif kurarak, bu kooperatifin market açmasını sağlamalıdır. Halkın hepsinin ortağı olduğu bu market, tüketim fiyatlarının şişmesinin önlenmesinin temel araçlarından biridir.
Tüketici kooperatifleri, ülkemizde 12 Eylül öncesinde oldukça yaygınlık kazanmaya başlamıştı. Hatta birçok tüketici kooperatifinin açtığı market, bizzat MHP kadroları tarafından, gladio operasyonları içinde bombalanmıştır.
Bugün, tüketici derneklerinin yapması gereken şey budur.
Ama bu daha çok, mahalle mahalle yapılabilecek bir şeydir ve bunun yolu da mahalle örgütlenmesinden geçmektedir.
Görüldüğü gibi, domates, sivri biber, patlıcan ve patatesi ele alınca, Erdoğan’ın tanzim mağaza-kamyonları gibi karikatür uygulamalar ortaya çıkınca, işin nasıl kamulaştırma gerektirdiği bir kere daha açıklık kazanmaktadır.
Gıda fiyatlarının artması ve seçim süreci olmamış olsa idi, bu tanzim satış kamyonlarını görmeyecektik. Seçim süreci, Erdoğan’ın yeni düşman olarak domates, sivri biber, patlıcan ve patates dörtlüsünü öne sürmesi, tanzim satış işini gündeme getirdi.
Biz anlaşılacağı üzere, tanzim satış işine karşı değiliz. Sadece bunu ciddi bulmuyoruz. Ciddi yapılabilmesi için, kamulaştırma dalgasının gelmesi gerekir.
Buyursun Erdoğan, Saray’ın bahçelerinde kendisi için neden özel ürünler ektirdiğini açıklasın. Buyursun Erdoğan, kamulaştırma dalgasını hemen başlatsın.
Gıda “terörü” diye tarif edilecek bir şey gerçekten vardır. Bu uluslararası şirketlerin, Monsanto, Cargill gibi şirketlerin tekelci hakimiyetinin bir parçasıdır. Tekelci hakimiyet, mutlaka, daha büyük kâr oranlarını hedefler ve bu durum, şiddetle birlikte yürür. İlaç şirketleri nasıl ki virüs üretip sokaklara salarak ilaç satabiliyorsa, gıda şirketleri de tüm gıda alanını kendileri şekillendirmek istiyorlar.
Bu açıdan tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki, ne yediğimizi bilmiyoruz.
Ve bir ülkede gıda ve tarım alanı, kamulaştırılmamış ise, hiçbir zaman o ülkede ne yendiğini bilmek mümkün değildir.
Bu nedenle, sosyalizm, insanlık için tek çıkış yoludur, acil bir ihtiyaçtır.