1 Mayıs 2019, tüm ülke genelinde, işçi sınıfının fabrikalardan, işyerlerinden alanlara aktığı, kitlesel bir biçimde kutlandı.
1 Mayıs 2019’un gerisinde, oldukça gerilimli bir seçim süreci var. Seçim sürecine damgasını vuran şey, tüm kurnazlık ve hilelerine rağmen, tüm baskı ve yıldırma politikalarına rağmen, tüm şiddet ve yalanlarına rağmen iktidarın Ankara ve İstanbul’u kaybetmiş olmasıdır.
Elbette bu “demokratikleşme”, “olumluya gidiş” vb. olarak adlandırılacak bir sonuç değildir. Zaten bunu bekleyen de olmamıştır. Ama seçim sürecinde Saray Rejimi’nin planlarının tutmamış olması, kendi içinde önemli bir sonuçtur. İşçi sınıfı ve halklar için bir kalıcı sonuç değildir. Ama yine de önemli bir durumdur.
Seçim sürecini bir “beka” sorunu olarak işleyen ve baskı, yalan ve şiddetin her türlüsünü devreye koyan Saray Rejimi, tüm çeteleri ile “istedikleri sonucu” elde etmek için bir alan olarak ele aldılar. Onlara göre, buradan elde edilecek sonuç, Saray Rejimi’nin “onaylanması” olarak sunulacaktı. İşte bu plan tutmamıştır. Tüm baskılara, tüm hilelere rağmen, bu sonucu elde edemediler.
Seçim sonuçları, öncesinde var olan ve gelişen direnişi kırmanın bir aracına dönüştürülecekti. Saray Rejimi’nin istediği buydu.
Tersine oldu. Bu sonuçlar, Saray Rejimi’nin istediğinin tersine, direniş cephesinin, işçi sınıfı ve halkların örgütlenmesinin olanaklarını bir dirhem olsun artırıcı bir etki yarattı. Bu, daha çok moral bir etkidir, henüz, sahada işçi sınıfının örgütlenmesinde net bir nitelik değişimini göstermemektedir. Bunun için daha erkendir.
Durumu Saray Rejimi’nin de gördüğünün kanıtları var. Saray Rejimi, bir yandan çeteler eli ile baskı ve şiddeti daha da artırmaya çalışırken, diğer yandan, işçi ve emekçilerin, halkların gelişen direnişini kırmanın yollarını aramaktadır. Kürt halkının direnişi ile, işçi sınıfının gelişen direnişinin birleşmesinden korkuyorlar. Bu nedenle, seçimler sonrasında, her türlü tehdidi devreye soktular.
1 Mayıs işte bu koşullar altında kutlandı.
Bir yandan, ekonomik kriz ile mücadele eden, yaşam ve çalışma koşulları kötüleşen işçiler, tüm örgütsüzlüklerine rağmen direniş geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu direnişin bir yön ve rota alması için, kitlesel ve görkemli bir 1 Mayıs gerçekten de çok işe yarayacaktı.
Bunu kırmak için, devletin çeşitli katları, çeteler ve onların uzantısı basın, Bahçeli ve hempaları 1 Mayıs üzerinden dolaylı tehditlere yönelmişlerdi. 1 Mayıs’a saldırı olması korkusu, alttan alta yayılan bir eğilim durumunda idi. Seçim sonuçlarını kabul etmeme üzerinden gerilim tırmandırılırken, 1 Mayıs’ta işçilerin alanlara akmasının da önü kesilmek isteniyordu.
1 Mayıs 2019’da Taksim Meydanı’nın alınmamış olmasında bunun dolaylı etkisi vardır. Kitlelerdeki tedirginlik, kitle örgütlerinde ve onların yöneticilerinde de yansımasını bulmuştu. TC devletinin tarihsel gelenekleri iyi bilindiğinden, bu tedirginlik, çok da anlaşılmaz değildir.
Bir yandan Saray Rejimi’nin her türlü saldırganlığı, aymazlığı diğer yandan ise, ağırlaşan ekonomik krizin işçiler üzerinde yarattığı arayış ihtiyacı 1 Mayıs 2019’u şekillendiren nesnel etkenler olmuştur.
İşçiler, ağırlaşan yaşam şartları, işini kaybedenlerin hızla artması, artan yoksullaşma karşısında bir direniş geliştirmek zorundadırlar. Krizin faturasını ödemeyi reddetmek demek, direnmek demektir, örgütlenmek demektir. İşçi sınıfının içinde bu ruh hâli gelişmektedir.
Bu durum, işçileri alanlara akmaya yönlendiren bir etkendir.
Kürt halkının direnişi, tecride karşı 6 ayı bulan açlık grevlerinin geldiği aşama, devletin işçilerin kıdem tazminatlarına dönük yeni saldırı planları, savaş, yağma ve rant ekonomisinin işçiler ve halklar üzerindeki ağırlaşan yükü, alanların ana gündem maddesi hâline gelmiştir.
İşte bu koşullar altında, kitleselleşen bir 1 Mayıs yaşanmıştır.
İhtiyaç olan kitlesel ve görkemli bir 1 Mayıs idi. Bunun “yarısı” gerçekleşmiştir. Kitleselleşmiş olsa da, görkemli bir 1 Mayıs olmamıştır. Bu da oldukça gerçekçi bir durumdur, işçi sınıfı ve devrimci direnişin gerçek durumu ile uyumludur.
– Alanlara damgasını vuran şey, fabrikalardan alanlara akan işçilerin, bu 1 Mayıs’ta gözle görülür varlığıdır.
– Alanlara damgasını vuran şey, Saray Rejimi’nin daha çok ekonomik saldırılarına karşı taleplerdir. Daha çok ekonomik taleplerin önde olması, bir açıdan bir eksiklik olsa da, bir açıdan, işçilerin kendilerini ifade etmeleri anlamında oldukça anlamlıdır. Eksikliktir, çünkü, Saray Rejimi, devlet, her ekonomik hak arama eyleminin karşısına dikilmekte, en küçük bir hak arama eylemi siyasallaşmaktadır. Bu şartlarda, işçi sınıfının, siyasal olarak kendi devrimci örgütleri ile sahneye çıkması gereklidir. Ama daha o günlerde değiliz.
– 1 Mayıs 2019, devletin artık her renkten ve her şeyden korkmaya başladığının da kanıtı olmuştur. Renklere takılı bir Saray Rejimi var karşımızda. Yakın döneme kadar korktuğu renklerin arasında “beyaz” yoktu. Diyarbakır alanına beyaz tülbentleri ile gelen analara alana girme yasağı koymaya çalışan iktidarın, korkularının ne kadar genişlediğini bir kere daha görme olanağı elde edilmiştir.
– CHP, muhtemelen yürüttüğü pazarlık sürecinin de etkisi ile, mümkün olduğunda alanlara “temsilî” ve “denetimli” olarak var olmaya çalışmıştır. Mümkün olduğunca kortej dahi kurmamak için uğraşmıştır. CHP, kendisine oy veren emekçileri tutamayacağı fikrine kapılmış olmalıdır. Anlaşılırdır, sakıncası yoktur.
– Alanların işçiler açısından en önemli sloganı, “işçiyiz ama köle değiliz” vurgusudur. Bu, kötüleşen yaşam ve kötüleşen çalışma koşullarına karşı işçilerin “siyasal” istemidir. Evet işçiyiz, ama köle değiliz, yerindedir.
– Köle olmamanın tek yolu; işçi sınıfının iktidarı almak, burjuva devleti yerle bir etmek üzere devrimci sosyalizm çizgisine yönelmesi, devrimci sosyalizm bayrağı altında birleşmesidir. Direniş okulu, işçilere bunu göstermektedir. Direnişin küçük veya büyük olmasının önemi yoktur. Her direniş, örgütlenmenin ve devrimci sosyalizm bayrağı altında toplanmanın bir adımı olacaktır.
– Bakırköy’deki alan, işçi sınıfına küçük gelmiştir. Gerilim politikalarına, şiddet ve tehditlere rağmen Bakırköy alanına sığmayan bir 1 Mayıs kitlesi vardı. Bu kitle, bugün olduğu gibi 200 binleri aşar ve 500 binlere, milyonlara yönelirse, Bakırköy alanının daha da küçük bir alan hâline geleceği açıktır. Bu nedenle, bugünden, 1 Mayıs alanının Taksim olduğunun bilince çıkarılması, işçilerin, sendikaların, tüm demokratik kitle örgütlerinin gündemi olmalıdır. Hiçbir sendika, hiçbir demokratik kitle örgütü, bu görevden kaçamaz.
– Ülkenin birçok yerinde 1 Mayıs, giderek daha da kitlesel bir nitelik alırken, işçi sınıfının siyasal örgütlenmesinin, devrimci örgütlenmesinin de eksik olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu bir kere daha bilince çıkmıştır. İşçi sınıfının devrimci birliği olmadan, ülkenin gerçek anlamı ile gündemine kalıcı bir müdahalede bulunması çok olanaklı değildir.
– 1 Mayıs kutlamaları göstermektedir ki, alanlarda kurulan kürsüler, alanı yönetmekten uzaktır. Mitingler, alana giren kortejler için neredeyse “dağılma” anı anlamına gelmektedir. Oysa alana giren kortejler, alanda, istemlerini dile getirecek, seslerini daha gür duyuracak şekilde bir kürsüye ihtiyaç duymaktadırlar. Kürsülerin ne fizikî konumlanışı, ne de içeriği bu çerçeveye uygun değildir. Alanların şehrin dışına itilmesi işçi sınıfının 1 Mayıs’ta ortaya koyacağı talepleri boğmak, görünmez kılmak için büyük bir operasyonun parçasıdır. Kürsüler, bunu aşacak tarzda organize edilmelidir.
Taksim, tam da bu anlamda oldukça önemlidir. Uzun bir yürüyüş kolu olması ve alanın büyüklüğü, bu açıdan çok önemlidir.
1 Mayıs’lar, hem işçi sınıfının ve halkların mücadelesinin içinde bulunduğu durumun bir fotoğrafını verir, hem de önümüzdeki mücadele dönemine ilişkin ipuçları ortaya koyar.
Ülkemizde, toplumun her alanında gelişen direniş, daha da gelişecektir. İşçi ve emekçiler, örgütlenmenin önemini, yakıcılığını anlamaya bir adım daha yakındır. Direnişlerin öğreticiliği, kendini açıkça göstermektedir.
Direniş aydınlatır.
Direniş öğretir.
Örgüt özgürlüktür.