Önceki Bölüm: Günlük Çalışma ve Moral
Kadro tanımları pek çok noktada zamanla birleştirilmekte ya da ilişkilendirilmektedir. İşin yüzde doksanının emek, yüzde onunun yetenek olduğu düşünülürse, zaman ve zamanın verimli kullanılmasının kadro açısından önemi açığa çıkar.
Bizlerin her saptaması bize bir görev, bir iş yüklemek sorumluluğunu da birlikte getirmektedir. Hep biliriz ve hep söyleriz, büyük başarılar küçük adımlardan doğar. Fakat sıra kendi günlük pratiğimize gelince, bu küçük adımlarla, büyük zaferlerin arasındaki ilişkiyi bir yana itiveririz. Kanımca büyük zafer için bugünden işe koyulanların, günlük, sıradan işler yapabilmeleri (toplantılara hazırlıklı gelmeleri, kararları yaşama geçirebilmek için bin kat enerji ile çalışmaları, günlük ajitasyon-propaganda etkinliklerini yürütmeleri, adım adım örgütlenmeyi yükseltmeleri, dergimizi ciddi biçimde izlemeleri, her akşam günlük yaptıklarını ve bir sonraki gün yapmaları gerekenleri değerlendirmeleri, enerji ile işe koyulmaları, her gün düşündükleri bazı noktaları geliştirerek dergiye yazı yazmaları, sistematik ve düzenli bir teorik çalışmaya katılmaları, her günkü siyasi gelişmeleri izlemeleri, alanlarındaki her hareketliliğe katılmaları vb.) için gerekli moral olmadan ilerlenemez. Devrimci moralin önemi buradadır. Devrimci moral; eksikliklerini görmezlikten gelerek, olumluluklarını abartarak, eleştiriden sakınarak oluşan kendini avutmanın tam karşıtıdır. Bizler için eksikliklerimizi görmek, onları gidermenin tek yoludur. Yoldaşlarımızın yanı başımızdaki sıcak varlıklarının en önemli kanıtı eleştirileridir. Başkalarının ne övgüsü, ne yergisi ile yürüyebiliriz; ama kendimizi eleştirmeden de, eksikliklerimizi açıkça ortaya koymadan da gelişemeyiz.
Zamanın verimli kullanılmasına ilişkin iki örneğimiz var. Birincisi; ideolojik çalışma ile ilgilidir.
Bir ortağımız günün 10 saati çalıştıktan sonra, kendisine boş zaman olarak akşamların ve hafta sonunun kaldığını söylüyor. Üstelik bu akşamlar, onca yorgunluğun ardından günün en verimsiz saatleri anlamına geliyor.
Arkadaşımızın seçtiği yol, işi oluruna bırakmak, yani ne zaman okuyabilirse o zaman okumak. Bir süre sonra okuma alışkanlığının kalmadığını, eline kitabı aldığında okumamak için bahaneler uydurmaya başladığını ve en büyük bahane olarak ise zaten yorgun olduğu bahanesinin birinci sıraya geçtiğini söylüyor. Yoldaşımızın anlattıklarından doğal olarak çıkan bir sonuç var. Devrimci mücadelenin her alanında sürekli dinamik olmak, her işi sürekli kılmak bir zorunluluktur. Eğer yoldaşımız her akşam, her gün yarım saat okumayı becerebilseydi, bu önemsiz gibi gözüken zaman dilimini ayırarak tüm bu sorunu aşabilirdi.
İkinci örnek dergiye yazı yazmakla ilgilidir. Herkes en iyi yazıyı yazmak adına hiçbir şey yazmama yolunu seçiyor. Daha iyi bir yazı yazmak gerekir önermesinden hareketle, yazı yazmama sonucuna ulaşılıyorsa bir kez daha düşünmek gerekmez mi? Oysa biz deneyim eksikliği olan bir çalışmayız. Bu deneyim eksikliğini gidermek için on kat daha fazla enerji tüketmeliyiz. Bir işçi yoldaşımız yazmak için, bir öğrenci yoldaştan daha fazla çaba sarf etmek zorundadır. Aslında burada ana nokta işe girişip girişmemektir. İşe girişildiğinde görülecektir ki, bu daha fazla çaba göstermesi gereken yoldaşımızın sorunu bir miktar abartılmaktadır.
Yaşam bir bütündür. Yaşamın her alanında devrimci olmak, öyle yaşamak, öyle davranmak gerekir. Pek çok işte nasıl ileri atılabiliyorsak, nasıl kolları sıvayıp “ben yaparım” diyorsak, nasıl patronun önerdiği ek işe cesaretle talip oluyorsak, aynı biçimde devrimciliğe ve onun gerekleri olan işe de öyle bakmak gerekir. Her yoldaşımız, kadrolarımız çalışmanın durumunu doğru değerlendirerek içinden geçilen anın görevlerine soyunma bilinciyle davranmalıdır. Bilince, özveriye, inada sürekli vurgu yapıyoruz. Bizce artık bu vurguyu somut örneklerle ele almak gerekiyor. Yaptığımız işler bize güç veriyor; ama önümüzdeki yapmamız gereken işlerle kıyaslandığında henüz hiçbir şey yapmamış olduğumuz, daha çok işin olduğu görülebilir.
Eğer içinden geçtiğimiz anın bilinciyle işe koyulacaksak sadece eski solcuların alışkanlıklarını değiştirmelerinden söz edemeyiz. Bizlerin de bir bütün olarak yaşamımızı devrimci mücadeleye göre şekillendirmemiz gerekir. Anlatmak istediğimiz, ölümü göze almak değildir. Tersine zaten devrim yoluna girenlerin bunu göze almış olduğu kesindir. Sözünü ettiğimiz, belki de ölmekten bile daha zor olan, yaşamımızın tümünü devrimci mücadeleye göre şekillendirmektir. Bu basit bir ayrıntı gibi görülebilir ancak ortaklarımız akşamları evlerinde televizyon seyredebiliyorlar ve bu yolla zaman öldürebiliyorlarsa, bu onların her alana ilişkin verimlerini azaltacaktır. Yaşamın her alanında; okulda, evde, fabrikada kişilikli tavırlarımızla, dünyayı kavrayışımızla çevremizdekilerin gözünde farklı bir yer edinebiliyorsak, bu bizim daha ilerdeki tüm çalışmalarımızı olumlu yönde etkileyecektir.
Her birimiz insanın insan tarafından sömürüsüne dayanan, sınıflı toplumların savunucusu olan kapitalist düzen içinde yaşıyoruz. Tekelci kapitalizm; çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun batağıdır. İnsanı yok etmeyi amaçlayan bu sistem içinde aile ilişkilerinden okula, fabrikaya, yaşamın her alanına egemen olan meta ilişkileri ağıyla çevrelenmiş durumdayız. Bu ağı kırmak için, daha çok devrimci çalışmaya, ideolojik-politik çalışmaya, ajitasyon-propagandaya ağırlık vermeliyiz. Göreceğiz ki değiştirdikçe, müdahale ettikçe bizler de değişiyoruz.