Kabul edin, bu “normal” bir durum değildir. Artık, “normal” ile “normal olmayan” arasında karar verebilecek durumda da değiliz. Mesela “olağanüstü hâl”, sürekli olunca, “olağan hâl” anlamına gelmeye başladı ve bu durumda da yeni olağanüstü hâl olacaksa buna “ultra olağanüstü hâl” diyeceğiz. Burhan Kuzu bir yandan, Mehmet Uçum diğer yandan, bu konuda bir isim üreteceklerdir. Ama biz biliyoruz ki, o yeni ismin de sınırları birkaç ayda geçilmiş olacaktır.
Saray Rejimi, Van’da, 2016 yılından beri uygulanan gösteri yasağını, bir kere daha uzattı. İşte bu haberi gördüğümüzde, üzerine durmamız için artık bir neden yok. Zaten Saray Rejimi, Kürtlere saldırı için, her yolu deniyor, deneyecek. Öyle ise Van’da gösteri yasağının uzatılmasının artık bir anlamı yoktur. İşte olağanüstü olanın, olağanlaşması.
Saray Rejimi’nin bizzat kendisi, “olağanüstü hâl” uygulamasının gelişmiş ve süreklilik kazanmış, kurumsallaşmış hâlidir.
Saray Rejimi için bu durum tam bir kontrolden çıkma, tam bir çözülme ve dağılma hâlidir. Erdoğan ve Saray Rejimi’nin kurmayları, sanıyorlar ki, daha çok yalan, daha çok baskı, daha çok hukuksuzluk, daha çok devlet terörü, ömürlerini uzatacaktır. Hayır. Ne yaparsanız yapın, ne kadar açık bir şiddetle gelirseniz gelin, ne kadar yasak koyarsanız koyun, ne kadar hapishane açarsanız açın, artık bu rejimi ayakta tutamazsınız.
Mesela bu “tuhaf” hâl, CHP’ye de yansımıştır. CHP, Saray Rejimi’nin bir parçasıdır ve “muhalif rolleri”nin hepsi değilse de çoğu, Saray Rejimi tiyatrosunun bir parçasıdır. Bu açıdan MHP ile CHP arasında bir fark yoktur. Tek farkları, herkes kendi rolünü oynarken, birinin Saray’ın açık destekçisi, ötekinin ise sözde muhalifi rolünü oynamasıdır. Suriye’ye girme teskeresine “evet” diyen CHP, her gün ama her gün Suriye bataklığından söz etmektedir. İşte size tuhaflık. CHP Başkanı, İdlib ve Afrin’de iyi şeyler olduğunu fotoğraflardan anlamış. Demek falcıya gitmiş. Bu falcı, hem Bahçeli’nin, hem Erdoğan’ın, hem Kılıçdaroğlu’nun falcısıdır. Öyle olmalı. Yoksa Kılıçdaroğlu’nun gördüğü hiçbir İdlib fotoğrafını “güzellik” olarak yorumlaması mümkün değildir. Kılıçdaroğlu, acaba bir IŞİD sempatizanı mıdır?
Bahçeli üzerine konuşmaya gerek var mı? Açık olarak Bahçeli, sokaklara çetelerini salmak için uğraşmaktadır. 12 Eylül sonrasında “sokaklardan çekilmek” eğilimi gösteren MHP, şimdi yeniden, azgın bir saldırganlıkla sahne almaktadır. Bahçeli, nedeni her ne ise, o kadar kuvvetli bir nedendir ki, dün ağır sözler söylediği Erdoğan’ın Saray Rejimi’ne eklenmiştir.
Mesela Barolar Birliği Başkanı’nı ele alın. Ne ilginçtir. Bir avukat, avukatların örgütünün başkanı, “söz konusu olan devlet olunca, gerisi teferruattır” diyebilmektedir.
İşçiler, ezilenler, açlar, adaletsizlik içinde yaşayanlar işte size gerçek. Feyzioğlu gerçeği söylüyor. Bu ülkede Baro Başkanı, Saray Rejimi’nin, tüm katliam ve cinayetlerin savunucusudur. Feyzioğlu, 1 Mayıs 1977 katliamının savunucusudur. Feyzioğlu Soma’da ölen maden işçilerinin davasında işçilerin karşısındadır, işçileri tekmeleyen müsteşarın destekçisidir. Feyzioğlu, Ali İsmail’in katillerinin savunucusudur. Feyzioğlu, ÖSO militanlarının savunucusudur ve yeni nesil IŞİD’cidir.
Yeni nesil Saraycılar, Saray destekçileri, asla fren sistemine sahip olamıyor. Bahçeli nasıl son vites Erdoğan’a sarıldı değil mi?
Ama Bahçeli’nin öncüsü İçişleri Bakanı Soylu’dur. Soylu, ağır eleştiriler yönelttiği Erdoğan’a, öylesine biat etmiştir ki, “tuhaf” dememek mümkün değil. Soylu önce Erdoğancı oldu. Erdoğan’a neden biat etmiştir, bu nasıl olmuştur bilmiyoruz. Soylu, ardından Saray Rejimi’nin savunucusu oldu. Bakan oldu ve bakmaya başladı. Hemen kendi çetesini aktif hâle getirdi. Her zaman bir çete, geleceğin garantisi gibi görünüyor. Soylu da öyle yaptı.
Ardından Soylu, IŞİD sempatizanı oldu.
İşte süreç budur, önce Erdoğancı, ardından Saray Rejimi’nin açık destekçisi, ardından utangaç IŞİD’ci, yani ÖSO’cu oluyorlar ve nihayet ardından ise IŞİD’ci oluyorlar. Bu konuda da frenleri tutmuyor. Feyzioğlu’nun sınır kapılarında bir grup gazeteciyi toplayıp verdiği savaş yanlısı görüntüler, onun nasıl bir ÖSO destekçisi olduğunu ve nasıl bir IŞİD’ci olacağını göstermektedir.
Kılıçdaroğlu, yakında benzer biçimde içindeki gizli Saray Rejimi yanlılığını sergileyecektir. Adım adım.
Bu durum, Erdoğan ve Saray Rejimi için, kısa vadede iyi gibi görünüyor. Öyle ya, tüm muhalifleri, tek tek Saray Rejimi yanlısı oluyorlar. Hatta içlerinden bir bölümü, Erdoğan’ı aşmak, daha da ileri gitmek istiyorlar. Bu aslında Erdoğan’ın keyif alması gereken bir durum gibi durmalıdır.
Ama öyle değil. İşin bir de diğer yüzü var. Erdoğan ve Saray Rejimi o kadar korku içinde, o kadar çaresizdir ki, tüm bu dışardan gelen muhaliflerin desteği, onu daha da zor duruma bırakmaktadır.
Buyurun size örnek.
Erdoğan, efendisi ABD tarafından sıkıştırılmaktadır. Erdoğan, tüm kalbi ve cebi ile bağlı olduğu ABD hattına ihanet mi etti? Elbette ki hayır. Ama yenilgi öyledir işte. Kazanırken “ortak” olmak kolaydır. Kaybetmeye sıra geldiğinde efendi, suçları Erdoğan’a yıkmak istemektedir. Ve elbette bu durumda Erdoğan, “tuhaf” hamleler yapmaktan başka çare bulamamaktadır.
ABD, Erdoğan’ın “mal varlığı” sorusunu masaya getirdiğinde, TC devleti, Saray Rejimi, “buyurun istediğinizi yapın” diye rest çekememektedir. Rahip olayındaki tartışmalara benzemiyor. Erdoğan’ın zayıf karnı efendileri tarafından çok iyi biliniyor. Ve Saray Rejimi’nin bileşenleri, Ergenekoncuları, “ulusalcıları” vb. “Erdoğan’ın mal varlığı feda olsun” şarkısını da söyleyemiyorlar. Öyle ya, madem “devlet söz konusu olduğunda gerisi teferruat”tır, öyle ise hiçbir şantaj ve tehdit de işe yaramamalıdır. Erdoğan çıkıp, “mal varlığım şudur” demelidir. Feyzioğlu, “Erdoğan’ın mal varlığını CIA bildiğine göre, buyursun halk da bilsin, ümmet de bilsin” demelidir. Ama öyle demiyorlar. Feyzioğlu için, bu belki bir miktar fazla paradır, hepsi bu.
Pislik bulaşıcıdır.
Temiz hiçbir yerleri yoktur.
Saray Rejimi, kan, gözyaşı, soygun, rant üzerine yükselmektedir. Ve bundan pay alma savaşı dışında Saray içinde farklılık yoktur. Farklılık, daha çok çetelerin ne kadar pay alacağına ilişkindir.
Saray Rejimi çürümektedir. Bu çürüme, tüm sistemi sarmaktadır. Tüm burjuva muhalefet, bu çürüme ve pisliğin içindedir.
Ortaya saçılan bu pisliğin bir bölümüne karşı çıkmak, muhalefet etmek değildir. Muhalif olmak, gerçek anlamda, bunun köküne, tümüne karşı olmakla ilgilidir.
Bu nedenle mesele, Erdoğan’ın aşırılıkları değildir.
Bu nedenle mesele, mesela Soylu gibilerin aşırı bulunan çıkışları ve eylemleri değildir.
Bu nedenle mesele, Bahçeli’nin Saray Rejimi’ne açıktan verdiği destek değildir.
Bu nedenle mesele, CHP’nin, Saray Rejimi’ni, her kritik karar döneminde açıkça desteklemesi meselesi değildir.
Mesele, sisteme karşı, tüm bu pisliğe, Saray Rejimi’ne ve onun arkasındaki devlet mekanizmasının tümüne karşı olma meselesidir.
Saray Rejimi’ne karşı açık ve net bir duruş ortaya konmadığı zaman, Kürt illerine kayyum atandığında sessiz kalırsınız, Suriye’de işgal harekâtına destek vermiş olursunuz, işçi sınıfına karşı saldırıların tümünü onaylamış olursunuz. Geriye sizin “muhalif” olarak karşı çıktığınız, pisliğin ayyuka çıkmış hâlleri olur. Diyanet işleri, kadınları aşağılayan bir demeç verdiğinde, çocukların ırzına geçildiğinde vb. tutum almanız sizi muhalif yapmaz. Rant, yağma ve savaş ekonomisine tümden karşı çıkmıyorsanız, açıkça kamulaştırmayı savunamıyorsanız, Haydarpaşa Garı’nın ihalesine alınmamış olmanızı şikâyet konusu yaparsınız, Boğazlar için yeni düzenleme ortaya çıktığında açıklama yapmakla yetinmek zorunda kalırsınız.