“İbret aynasından bakıp,
Çubuklarını yakıp
Şerhü izah edenler.
Değişmekte olanı görüp
İçine girip
Değiştirmektir hüner.
Ve sanmayın ki, değişen başıboş bir oktur,
Kanunu, nizamı yoktur.”
Nâzım Hikmet
İnsanlık tarihi, insanın doğal koşuların çetinliği karşısında hayatta kalma mücadelesini içeren uzun bir döneme sahip. Önce bir tür olarak hayatta kalmayı öğreniyor, bu arada çok kayıp veriyor ama devam ediyor. Bu uzun öğrenme sürecine insanın içine doğduğu grup ve başka insan grupları ile iletişimi gelişiyor. Gelişen iletişim, kurulan ilişkilerin derinleşmesini sağlıyor. Bu ilişkilerin o toplulukları belirgin işleyiş kuralları olan ilkel toplumsal yapılara evriltiyor. Bu yapılara dönemin “toplumsal örgütlenmeleri” der isek bir anlamda insanlık adım adım mevcut örgütsel yapısını geliştiriyor ve aslında izlediğimiz ilkel toplumların hayatta kalmak için geliştirdikleri üretim biçimleri ile kurdukları üretim ilişkilerinin ilk örnekleri oluyor.
Bu on binlerce yılık süreç içinde olumlu gelişmelerle birlikte yıkıcı sonuçları da barındıran kırılma dönemleri yaşanıyor. Ancak bütüne baktığımızda tarihsel akış içinde birbirinden görece bağımsız fakat karşılıklı iletişim kurma yollarını keşfetmiş insan toplulukları, daha derinlikli bilgi edinme olanağı yakalıyor. Öğreniyor, öğrenmeye devam ediyor.
Bu süreç öyle barışçıl bir diyalog içinde yaşanmıyor, her topluluk kendi topluluğunun hayatta kalma savaşında bir başkasını alt edip olanaklarını ele geçirmeye çalışıyor. Şiddet, doğa karşısında aciz olan insanlığın hayatta kalma mücadelesinde çoğunlukla dışa yöneltilen ve öğrenilmiş bir araç olarak ortaya çıkıyor. Daha önceleri , topluluklar arası iletişim zayıfken kendi aralarında ihtiyaç duyulmayan bu davranış karşılıklı etkileşim geliştikçe bir gereksinime dönüşüyor. Bir başka deyişle toplumlar avantaj elde edebilmek ve kendi toplumsal refahını sağlamak için daha gelişkin yöntem ve ilişkilere ihtiyaç duyuyor. Burada yol almak için kendine göre zayıf olan toplumların olanaklarını ele geçirmek, bir zorunluluk olarak gelişiyor. Nihayetinde bu dönem köle savaşları dediğimiz çatışmalara yol açıyor, ilkel komünal yapıların yok olması ve sınıflı toplumların ilki olan köleciliğe geçişin tamamlanması ile sonuçlanıyor.
Bu dönem aslında çok daha kısa olan sınıflı toplumlar tarihinin de başlangıcıdır. Tarihin okunda zorunlu bir kırılmadır. Kölecikle birlikte sınıflar oluşmuş , ezen ezilen ilişkisi somutlaşmış, bu ilişkiler arasında şiddet egemen olanın yönetim aracı olarak süregelmiş, feodalist ve kapitalist toplumlar sınıflı toplum tarihinde yerini almıştır.
Tamamı; insanlığın hayatta kalma, temel ihtiyaçlarını karşılama mücadelesi içinde yaratmış olduğu üretim pratiğinin, bu pratikten edindiği bilgilerin ve bu bilgilerle yeniden şekillendirdiği toplumsal ilişkilerin sonucudur. Temelinde üretim ilişkileri olan toplumsal tarihin kısa özetidir. Edinilen bilginin toplumları değiştirip dönüştürmek için kullanıldığı insan faaliyetinin öyküsüdür.
Biz bu bilginin pratik eylemle açığa çıkarak değiştirme gücü kazanmış haline bilinç, insan toplumunun yaratmış olduğu sınıflı toplumlar tarihine de sınıf savaşımları tarihi diyoruz. Bugün ise mevcut sınıflı toplum bilincinden daha ileri düzeye erişmiş olduğumuz bir gelişim aşamasındayız. Marksizmle sınıfsız toplumun yolunu keşfetmiş ve pratik deneyimlerle yolunu açmış, devrimler yaratmış bu çağın özneleriyiz. Bu nedenle ihtiyaç olmaktan çıkmış, tarihin çöplüğüne atılmadığı için çürümüş sınıflı toplumu ve onun son temsilcisi olan kapitalizmi ortadan kaldırmak için yola çıkmış bulunuyoruz. Değişmekte olanı görüp, içine girip onu değiştirme hünerini göstermek istiyoruz.
Bizim bilincimizin tarih sahnesindeki yeri bu, aldığı biçim devrimci örgüttür. Üzerimize düşen görev ise bugün yeniden yaşanan tarihsel kırılma döneminin tamamlanması için Anadolu topraklarından katkımızı sunmaktır. Bu kapsamda her alanda örgütlenmeyi geliştirmek, gelişen toplumsal direnişi devrim ve sosyalizm fikriyle buluşturmak temel amacımızdır.
Tüm bunların üzerinden bir kez daha geçerek üniversitelerde kurmuş olduğumuz Kaldıraç Komiteleri’nin temel amacını ve zeminini açıklamış olduk. Komitelere kattığımız her bir yeni insanla bu amacı paylaşıyor, birlikte devrim ve sosyalizm için mücadele ediyor ve gücümüzü gerçeğin kendisinden alıyoruz. Bu gerçek bize bu günlerde dünyanın çoğu bölgesinde, ortak noktası çürümüş kapitalizmin yarattığı sonuçlara duyulan öfkenin eylemlerle gün yüzüne çıktığını gösteriyor.
Coğrafyamızda ise savaş, rant ve yağmaya dayalı bir saldırı düzeni içinde milyonlarca insan şiddetle yönetiliyor. Baskı ve şiddetle “yönetenler”, kitlelere boyun eğdirmek istiyor ama her yeni saldırı ve krizin etkisiyle birlikte toplumsal isyan beklentileri artıyor. Onlar açısından kısır döngüye girmiş olan bu durum bir biçimde kendini ifade yolu bulan direniş ruhunu alt edemiyor. Nereden patlayacağı belli olmayan bir öfke kesesi dolmaya devam ediyor.
Söz konusu öğrenciler olduğunda ise saldırının ideolojik boyutu öne çıkıyor ve bu, denetim mekanizmalarının yoğunlaşmasıyla birleşiyor. Üniversitelerde arayışı bulandırmak ve direnişi kırmak isteyen devlet; milyonlarca öğrenciyi esrar, depresyon ilaçları, tüketim kültürüyle bağımlı hale getiriyor, korku ile silikleştiriyor. Her şey maymun iştahı ile tüketiliyor; her tüketilen şey, kişisel vitrinler diyebileceğimiz sosyal medya üzerinden pazarlanıyor. İnternete koyulan bir fotoğrafla kendini pazarlayarak “arkadaşlar” arasında statüko kazanmak artık temel bir davranış biçimi. 140 karakteri aşan bir yazı okumak, iki dakikayı aşan bir görsele odaklanmak, 20’li yaşlarında sağlıklı bir genç için zahmetli bir uğraş artık. Genç nüfusun yüzde 42’si telefondan uzak kalma korkusu (nomofobia) ile yaşıyor. Bıkkınlık hissi ise gündelik yaşamın bir parçası.
Daha onlarcasını sayabileceğimizi aklı körleştiren, insanî değerleri ve insan onurunu parçalayan saldırının üstüne yaşanan siyasal, ekonomik kriz ve şiddet ortamından doğrudan etkilenmesine rağmen, öğrenciler içinde geniş bir kesim mevcut duruma boyun eğmiş değil. Geniş kesimleri içine alan ideolojik saldırı dalgasından etkilense bile hiç de yabana atılmayacak bir nüfus bir biçimde başka bir dünya arayışını sürdürüyor, harekete geçme eğilimi olan ise hızla devrimcileşiyor. Ancak bugün, geniş bir öğrenci örgütlenmesi olmadığı için üniversiteleri kuşatmış olan baskıyı dağıtabilecek ve gençliğe yönelik gelişen ideolojik saldırıları püskürtebilecek bir hareket açığa çıkmıyor.
Biz ise böyle bir örgütlenmenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Bunun için önce Kaldıraç Komiteleri’nin etrafında toparlanan güçleri artırmayı, devamında böylesi bir örgütlenmeyi yaratmak üzere geniş kesimleri harekete geçirmeyi hedefliyoruz.
Bu nedenle Kaldıraç Komitelerinin nasıl hareket etmesi gerektiği üzerinde durmalıyız, en çok bunun üzerine çalışmalı ve yeni komiteler kurmak için başlatmış olduğumuz örgütlenme seferberliğine yoğunlaşmalıyız ve yukarıda tarif ettiğimiz hedefi üniversiteler için somutlamalıyız. Bu amaçla aşağıdaki sloganları belirledik ve bunların altını doldurmaya çalışacağız. Tarif ettiklerimiz aynı zamanda komitelerin nasıl çalışması gerektiğine ilişkin önerilerimizi de içermiş olacak.
Fakültelerden kampüs komitelerine, özgür bilimsel eğitim için ileri!
Bugün üniversitelerde yaşanan dönüşüm, niteliksiz eğitim be baskı ortamına ilişkin bizim bir demokrasi veya özerklik talebimiz yok. Amacı düzene uygun kafalar yetiştirmek olan kapitalizmin eğitim politikasının hiçbir reformla iyileştirilebileceğine inanmıyoruz. Bu taleplerin; gerçek isteği nitelikli bilim, özgür üniversite, insanca bir yaşam ve gelecek isteyen milyonlarca öğrencinin gerçekliğiyle uyuştuğunu düşünmüyoruz. Açlıkla terbiye edilen, bedenini satmaya zorlanan, üniversitelerde bilim namına kırıntı bulamayan, esrarla, depresyon ilaçlarıyla susturulmak istenen bizlerin gerçek talebinin özgür bir dünya ve ancak o dünya içinde kurulabilecek bir üniversite olduğunu savunuyoruz. Bunun için hareket etmek isteyen her öğrenciyi tüm bu saldırılar karşısında direnişe ve devrim için Kaldıraç Komiteleri’ne katılmaya davet ediyoruz. Her üniversitede fakülte komiteleri kurmayı öncelikli görüyor ve oradan gelen temsilcilerle kampüs komiteleri oluşturuyoruz.
Kurulan her Kaldıraç Komitesi bu perspektifle bütünü görmeli ve şehirdeki üniversiteleri kapsayan bir örgütlenme yaratmayı hedeflemelidir. Bu komiteler üniversiteler arası koordinasyonu sağlayan bir toplantıyla bir araya gelerek, il bazında yürütülen mücadelenin eş güdümlü ilerlemesini sağlamalı, merkezi gündemlerin etkili bir biçimde örgütlenmesine çalışmalı, bu toplantıyla deneyimlerini birbiriyle paylaşmalıdır.
Devrimci yaratıcılıkla eylemi, komite ile yaşamı örgütle!
Söz konusu üniversiteler ise, bize göre yaşanan her gelişme, mevcut durumun tamamı eylem gündemidir. Devlet yaşamın her anında, her alanında eyleme geçmek için, devrimci olmak için öğrencilere onlarca neden veriyor. Ama mesele bunu görmek, bu olanağı eyleme dönüştürecek istek ve yaratıcılıkla harekete geçmek ve eylem biçimlerinin sınırsız olduğunu unutmamaktır.
Örneğin biz; İstanbul Üniversitesi’ndeki eylem içinde iki nefes arasında “Öğrencisi açken kendisi tok yatan rektör bizden değildir” pankartını yapmayı, aynı eylemde bazen kapıya tırmanan ilk kişi olmayı, olmadık zamanda olmadık yerde bir pankartla gündem olmayı, vapurda şarkılarımızı söylemeyi, sokakta tiyatro yapmayı, komite toplantısına katılmayı, yazılama ya da kuşlama yapmayı, gerçek bir sohbeti ya da iyi bir fıkrayı, iyi bir film izlemeyi ya da bir kitabı istekle okumayı, sevmeyi, sevgilinin gözlerinin en derinine bakabilecek samimiyetle yaşamayı, iyi bir bilmece sormayı, neşe ile yaşamayı, tüm bunlara yeni insanları katmayı ve daha nicesini devrimci bir eylem olarak görürüz. Gerisi öfkeyi biriktiren ne ise onu bulup bir biçimde gün yüzüne çıkarmak için kafa yormaktır, yöntemi zenginleştirmektir.
Biz üniversitelerin, öğrencilerin muhatabıyız, kendimizi öyle görmeli, tutumuzu bu görev bilinci ile belirlemeliyiz. Bu bizleri ilgilendiren her gelişmeye ilişkin bir biçimde cevap vermek anlamına gelir. Eylemden ne anladığımızı ise yukarıda tarif ettik.
İşte bu örgütlenmektir, örgütlenmenin yolu etkili bir ajitasyon ve propaganda çalışması ile eylemden geçer. “Ne kazandık, nerede örgütlendik” sorusu sorulmadan, yeni bir insanı komiteye çağırmadan eylem bitmiş sayılmaz. Her ne yapıyorsak bu unutulmamalıdır.
Çürümeye karşı eylemimiz, komitelerimiz, değerlerimiz!
Sistemli burjuva ideolojik saldırıya savaş açacağız. Günlük bilinç karşısına günlük ajitasyon propaganda ile çıkacağız; yanı başımızdakinin tükettikçe tükenmesine izin vermeyecek, “yeni insanı” yaşayarak örnekleyeceğiz. İnsan aklını mücadelenin bir alanı olarak göreceğiz. Kirli olana saldırmaktan çekinmeyeceğiz. İnsana değer verecek, insanı sevecek ve onu kendimizden başlayarak devrimci bir kimlikle yeniden yaratacağız. Bilimi ve felsefeyi mücadelenin anahtarı olarak kılavuz edineceğiz. Okuyacağız, okutacağız, anlatacağız. Kitlelerden öğrenmeyi ilk sıraya koyacağız.
Tüm bunlar ancak eylemle, eylem içinde başarılabilir. Bu nedenle dahil olduğumuz her çevreyle bir biçimde eyleme geçeceğiz. Çevremizdekilerden mücadele için katkılarını isteyeceğiz. Marksizmi öğrenecek, çevremize sosyalizmi propaganda edecek eğitimler yapacağız; dergimizi okuyanın bir başkasına vermesini isteyeceğiz, hem de hiç tereddüt etmeden. Bunlardan herhangi birini gerçekleştiren herkesi komitelere davet edecek, gündemiyle uğraştığı alanla kolektif aklın kendisine dahil edeceğiz. Bunu başardığımız ölçüde zengin ve üretken bir öğrenci hareketi yaratmak mümkün olacak.
Biliyoruz; sabırla akan bir ırmak olmayı öğrenmeden coşkun bir çağlayanın hayalini kurmayı öğrenemeyiz. Bu nedenle bugün tüm bu saydıklarımızı sabırla örmek niyetindeyiz. Önümüzdeki 1 Mayıs, ilan ettiğimiz örgütlenme seferberliğinin ilk sınandığı gün olacak ve biz 1 Mayıs için hazırlıklara başlamış bulunuyoruz. Bugüne kadar yaptıklarımızı bir kenara koyacağız, daha fazla çalışacağız. Burada yürüttüğümüz tartışma tüm bu sürecin temelini oluşturmalıdır.