Saray Rejimi, kuşku yok ki, tekelci sermayenin hizmetindedir. Saray Rejimi, para babalarının hizmetindedir. Saray Rejimi, “yağma, rant ve savaş ekonomisi” üzerinde yükselmiştir. Para babalarının, burjuvazinin, tekelci sermayenin çıkarları, Erdoğan için her şeyin önündedir. Erdoğan, açık ve net olarak, işçi sınıfına, emeğe, emekçilere karşı olduğunu her fırsatta açıklamaktan geri durmamaktadır.
Erdoğan iktidarı tapulu malı hâline getirmiştir. Ama yine de sallanmaktadır. Saray Rejimi, ömrünü sürdürmek için, daha fazla saldırganlaşmaktadır. Hem hukuku tanımaz hâldedirler, hem yalanın haddi hesabı yoktur, hem de karanlığın her türünden medet ummaktadırlar. Bu yolla ömürlerini uzatmaya çalışmaktadırlar.
Saray Rejimi, dışarıda ABD’ye, uluslararası tekellere ve içeride ise para babalarına dayanmaktadır. Bu nedenle, bugünlerde, tüm Saray basını, kalmayan etkileri ile, Amerikan halkının direnişine karşı Trump’ı savunmaktadırlar.
Ülke, hem siyasal, hem de ekonomik bir kriz yaşamaktadır. Siyasal krizi çözmek için, Saray Rejimi, daha fazla baskıyı devreye sokmakta, Kürt hareketine karşı azgınca saldırmakta, işçi hareketine karşı amansızca saldırmakta, sürekli Gezi hayaleti ile boğuşmaktadır. Çareyi, daha çok baskı, daha çok yalan, daha çok terörde aramaktadırlar.
Ekonomik krize karşı ise, sürekli yağma, rant ve savaş ekonomisini pompalamaktadırlar. Erdoğan, özel olarak Saray etrafındaki müteahhitleri beslemek, onlarla kader birliğini sürdürmek için, devleti yağmalayarak onlara paralar aktarmaktadır. Kamunun, doğanın, ülkenin kaynaklarının yağmalanması son hızla sürdürülmektedir. Ama aynı zamanda, tüm tekelleri besleyecek ve krizin tüm faturasını işçi ve emekçilere yükleyecek şekilde tüm tekelleri, tüm para babalarını besleyecek önlemler almaktadırlar. Vergiler, fiyat artışları, para transferleri hep bunun içindir. Savaş ekonomisi, rant ve yağma, tekelleri, para babalarını doyurmamaktadır.
İşçilerin ücretleri sürekli düşmektedir. İşçilerin yaşamları sürekli zorlaşmaktadır. Açlık, çalışan her işçinin günlük sorunu haline gelmiştir. Her işçi borçludur. Açlık ve borçlu olma hâli, işçiler için yaşamı çekilmez hâle getirmektedir.
İşsizlik, TÜİK rakamlarına göre azalmıştır. Yalan söyleme konusunda hiçbir sınır tanımıyorlar. O kadar komiktir ki, dün biz “bunlar yalan” diyorduk, şimdi herkes bu yalanlara gülmektedir. Artık, yalanlar da işe yaramıyor. Tıpkı Saray basını gibi, yalanları da etkisini kaybediyor, kaybedecek. Elazığ Eti Gümüş AŞ’den 130 işçi, 16 Haziran 2020’de, bir mesajla işlerinden atıldıklarını öğrendiler. Ama işsizlik, maşallah, düşmektedir. Damat-TÜİK çetesi, işsizliği düşürmektedir. Tıpkı Covid-19 hasta sayıları gibi, işsizlik sayıları da, bir merkezden açıklanmaktadır.
İşte iktidar, bu koşullarda, yeniden “kıdem tazminatı”na göz dikmiştir. Yağmalayacak alanlar arıyorlar.
Bu ülkede herkesten alınan deprem vergileri koydular. Peki deprem fonundaki paralar ne oldu? Elbette buharlaştı.
Bu ülkede işsizlik fonu var. İşsizlik için, işçilerin maaşlarından kesilen paralar, bu fonda toplanmaktadır. İşsizlik fonu, kâğıt üzerinde 130 milyar TL’ye sahip. Peki para nerede? Para elbette buharlaştı, yağmalandı, tekellere, şirketlere aktarıldı. Daha çok da Saray yanlısı şirketlere.
Şimdi yeniden işçilerin “kıdem tazminatı”na saldırıyorlar.
DİSK Başkanı Çerkezoğlu, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a bir mektup yazarak, DİSK’in toplantı süreçlerine katılmamasını eleştirmiş ve Kıdem Tazminatı Yasası’nın, “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” (TES)’nin karşısında olduklarını, 200 bin işçiyi temsil eden DİSK’in üçlü görüşmelere katılmamasının yasal olmadığını bildirmiştir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu toplanmış ve “kıdem tazminatına” dokunulması hâlinde genel grev ile yanıt vereceklerini söylemiştir.
Türk-İş, işçilerin çalıştıkları her yıl için 30 günlük kıdem tazminatı hakkının 18 güne indirildiğini, işçilerin maaşından da bunun için ilave bir kesinti yapılacağını söyleyerek buna karşı olduklarını söylemiştir.
Türk-İş Başkanı, bu yasa geçtikten sonra, “sendikaya ne gerek var, sendikacıya ne gerek var, sendikaları da kapatın” vurgusu yapmıştır.
İşte Türk-İş Başkanı, şimdi, işin püf noktasına gelmiştir. Türk-İş Başkanı demek istiyor ki; işçilere maaş zammı için, istediğinizi yaptık. Bize ihtiyacınız vardı. Kameralar karşısında mikrofonlar açık kalmışken bunu bakana ifade ettiğimizi herkes duydu. Ama siz kıdem tazminatına dokunursanız, biz bunu nasıl idare edebiliriz?
Demek ki, Türk-İş, mecburen direnmek zorunda kalacağız, diyor.
Demek ki, Türk-İş, o zaman bize verdiğiniz görevi, işçileri denetleme, kontrol etme, düzene bağlama görevini nasıl yerine getirebiliriz, demek istiyor.
Demek ki, Türk-İş Başkanı, aslında bir işçi sendikası olmadığını, bir devlet-patron sendikası olduğunu itiraf ediyor.
Sendika mafyası, kendi geleceğinin derdine düşmüştür. Bize ihtiyacınız kalmayacak, bizi de bir kenara atacaksınız, demek istiyor. Türk-İş Başkanı, “dostlarına” sesleniyor, bizi kenara atmayın, diyor.
Meselenin özü şudur: Siz, bunca yıldır, işçilerin en küçük hakkına saldırıldığında tepki vermezseniz, siz bugüne kadar işçilere baskılar arttığında sesinizi çıkarmazsanız, elbette daha büyük saldırılar da gelecektir.
Bu saldırı, Saray Rejimi’nden geliyor. Saldırı, işçi sınıfına dönük bir saldırıdır. Saldırı, işçilerin hem maaşlarından kesinti yapmak amacını güdüyor, hem de bu fonda birikecek paraları iç etmek için, devlete olanaklar veriyor. Sadece işçilerin kıdem tazminatları 12 gün azalıp, yıllık 30 günden yıllık 18 güne inmiyor, daha fazlası var. İşçiler, bu tazminatlarını acaba alabilecekler mi? Kesinlikle alamayacaklar. Nasıl ki, bugün işsiz kalanlar işsizlik parası alamıyor, nasıl ki bugün işsizlik fonunda 130 milyar olduğu hâlde, işçiler ücretsiz izne çıkarılıyorsa, benzer biçimde kıdem tazminatlarının toplandığı fon da yağmalanacaktır. Yani, işçilerin kıdem tazminatları, para babalarına, Saray’ın yandaşlarına fon olarak aktarılacaktır.
Devletin bu yeni saldırıyı gündeme getirmesinin nedeni açık olarak krizin faturasını işçilerin, emekçilerin üzerine yıkmaktır. Ama bu saldırıya cesaret etmelerinin nedeni, sendikaların bugüne kadarki tutumudur. Devlete yaranarak, devlete sığınarak işçi hakları korunamaz. Sendikalar, açık olarak, devlet-patron ekseni içinde birer mafya organizasyonuna dönüştürülmüştür. Bir işyerinde sendikal çalışma yapanları, önce sendika ihbar etmekte, patron işten atmakta, direnme devam ederse devlet tutuklamaktadır. Bu durum, sendikaların ne işe yaradığını açık olarak göstermektedir. Birkaç sendika dışında tüm sendikalar, bu sendika mafyasının denetimi altındadır ve işçilerin haklarını korumak için değil, satmak için iş görmektedirler.
Dün, ücretsiz izin meselesi çıktığında şalterleri indirmediniz.
Dün, pandemi koşullarında işçiler çalıştırıldığında şalterleri indirmediniz.
Dün, ücretleriniz enflasyonun kat be kat altında kaldığında şalterleri indirmediniz.
Dün, işçilerin sosyal haklarına saldırıldığında şalterleri indirmediniz.
Dün, AK Parti mitinglerine zorunlu işçi katılımı uygulamaları devreye sokulduğunda sesinizi çıkarmadınız.
Dün, Gezi’de gençlere saldırıldığında, TOMA’lar halkın üzerine sürüldüğünde şalterleri indirmediniz.
Dün 1 Mayıs’lar yasaklandığında, Taksim 1 Mayıs’lara kapatıldığında, işçilere terörist, çapulcu diye bağırıldığında sesinizi çıkarmadınız.
Dün, bir işçi direnişi başladığında, destek için işçileri sokaklara çıkarmadınız.
Demiryolu kazaları yaşandığında sesinizi çıkarmadınız.
Sağlık emekçileri açıkça virüse açık hâlde, ölümle yüz yüze çalışmaya mahkûm edildiklerinde sesinizi çıkarmadınız.
Bu noktaya adım adım gelindi. Siz 12 Eylül hukukuna direnmediniz. Siz, sendika mafyası 12 Eylül’ün sonucusunuz, yerinizi, mevkiinizi 12 Eylül’e borçlusunuz.
Kısacası, direniş için seçtiğiniz noktayı çok geride tuttunuz. Barikatınızı, en son noktaya kurdunuz. Ve şimdi utanmadan direnişten söz ediyorsunuz.
Türk-İş ne zaman genel grev kararı almıştır? Hiçbir zaman.
Türk-İş Başkanı, işçilerin diğer sendikaları, devrimcileri dinlememeleri için, kendilerini dinlemeleri için “genel grev”den söz ediyor.
Türk-İş Başkanı genel grev dedi mi, bunu yapmak için değil, genel grevi öldürmek için, genel grevi engellemek için genel grevden söz eder. Alışkanlıkları budur. Klasik numaraları budur. Sen, mikrofonu aç da, Bakan ile arkadan neler konuştuğunuzu herkes duysun.
Tüm işçiler, şimdi direniş zamanıdır!
Zaten var olan direnişi, Gezi ile başlayan direnişi, daha da büyütme zamanıdır.
Direnişi, tüm topluma yayma ve direnişi büyütme zamanıdır.
Şimdi, birleşik emek cephesi ile, genel direnişe, genel greve doğru örgütlenme zamanıdır.
Genel grev, genel direniş demek yetmez. Hemen, bulunduğumuz fabrikalarda, işyeri komiteleri, işyeri kurultayları örgütleme zamanıdır. Birleşik İşçi Kurultayı’na katılmanın, bunu örgütlemenin zamanıdır. İşçiler, ancak ve ancak örgütlü ise, bu mücadelede kazanabilirler.
Sendika başkanlarının sözleri ile değil, alttan gelen bir dalga ile grevi örgütlemenin zamanıdır.
İşçiler, tüm toplumu, kendi mücadelelerine katılmaya davet etmelidirler. Aynı şekilde de işçiler, mühendis odalarının, Baroların direnişlerine destek vermelidirler. Şimdi, topyekûn bir direnişin tam zamanıdır.
Birleşik emek cephesi ile genel greve!
Genel grev, genel direniş için örgütlen! oSaray Rejimi, kuşku yok ki, tekelci sermayenin hizmetindedir. Saray Rejimi, para babalarının hizmetindedir. Saray Rejimi, “yağma, rant ve savaş ekonomisi” üzerinde yükselmiştir. Para babalarının, burjuvazinin, tekelci sermayenin çıkarları, Erdoğan için her şeyin önündedir. Erdoğan, açık ve net olarak, işçi sınıfına, emeğe, emekçilere karşı olduğunu her fırsatta açıklamaktan geri durmamaktadır.
Erdoğan iktidarı tapulu malı hâline getirmiştir. Ama yine de sallanmaktadır. Saray Rejimi, ömrünü sürdürmek için, daha fazla saldırganlaşmaktadır. Hem hukuku tanımaz hâldedirler, hem yalanın haddi hesabı yoktur, hem de karanlığın her türünden medet ummaktadırlar. Bu yolla ömürlerini uzatmaya çalışmaktadırlar.
Saray Rejimi, dışarıda ABD’ye, uluslararası tekellere ve içeride ise para babalarına dayanmaktadır. Bu nedenle, bugünlerde, tüm Saray basını, kalmayan etkileri ile, Amerikan halkının direnişine karşı Trump’ı savunmaktadırlar.
Ülke, hem siyasal, hem de ekonomik bir kriz yaşamaktadır. Siyasal krizi çözmek için, Saray Rejimi, daha fazla baskıyı devreye sokmakta, Kürt hareketine karşı azgınca saldırmakta, işçi hareketine karşı amansızca saldırmakta, sürekli Gezi hayaleti ile boğuşmaktadır. Çareyi, daha çok baskı, daha çok yalan, daha çok terörde aramaktadırlar.
Ekonomik krize karşı ise, sürekli yağma, rant ve savaş ekonomisini pompalamaktadırlar. Erdoğan, özel olarak Saray etrafındaki müteahhitleri beslemek, onlarla kader birliğini sürdürmek için, devleti yağmalayarak onlara paralar aktarmaktadır. Kamunun, doğanın, ülkenin kaynaklarının yağmalanması son hızla sürdürülmektedir. Ama aynı zamanda, tüm tekelleri besleyecek ve krizin tüm faturasını işçi ve emekçilere yükleyecek şekilde tüm tekelleri, tüm para babalarını besleyecek önlemler almaktadırlar. Vergiler, fiyat artışları, para transferleri hep bunun içindir. Savaş ekonomisi, rant ve yağma, tekelleri, para babalarını doyurmamaktadır.
İşçilerin ücretleri sürekli düşmektedir. İşçilerin yaşamları sürekli zorlaşmaktadır. Açlık, çalışan her işçinin günlük sorunu haline gelmiştir. Her işçi borçludur. Açlık ve borçlu olma hâli, işçiler için yaşamı çekilmez hâle getirmektedir.
İşsizlik, TÜİK rakamlarına göre azalmıştır. Yalan söyleme konusunda hiçbir sınır tanımıyorlar. O kadar komiktir ki, dün biz “bunlar yalan” diyorduk, şimdi herkes bu yalanlara gülmektedir. Artık, yalanlar da işe yaramıyor. Tıpkı Saray basını gibi, yalanları da etkisini kaybediyor, kaybedecek. Elazığ Eti Gümüş AŞ’den 130 işçi, 16 Haziran 2020’de, bir mesajla işlerinden atıldıklarını öğrendiler. Ama işsizlik, maşallah, düşmektedir. Damat-TÜİK çetesi, işsizliği düşürmektedir. Tıpkı Covid-19 hasta sayıları gibi, işsizlik sayıları da, bir merkezden açıklanmaktadır.
İşte iktidar, bu koşullarda, yeniden “kıdem tazminatı”na göz dikmiştir. Yağmalayacak alanlar arıyorlar.
Bu ülkede herkesten alınan deprem vergileri koydular. Peki deprem fonundaki paralar ne oldu? Elbette buharlaştı.
Bu ülkede işsizlik fonu var. İşsizlik için, işçilerin maaşlarından kesilen paralar, bu fonda toplanmaktadır. İşsizlik fonu, kâğıt üzerinde 130 milyar TL’ye sahip. Peki para nerede? Para elbette buharlaştı, yağmalandı, tekellere, şirketlere aktarıldı. Daha çok da Saray yanlısı şirketlere.
Şimdi yeniden işçilerin “kıdem tazminatı”na saldırıyorlar.
DİSK Başkanı Çerkezoğlu, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a bir mektup yazarak, DİSK’in toplantı süreçlerine katılmamasını eleştirmiş ve Kıdem Tazminatı Yasası’nın, “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” (TES)’nin karşısında olduklarını, 200 bin işçiyi temsil eden DİSK’in üçlü görüşmelere katılmamasının yasal olmadığını bildirmiştir.
Türk-İş Başkanlar Kurulu toplanmış ve “kıdem tazminatına” dokunulması hâlinde genel grev ile yanıt vereceklerini söylemiştir.
Türk-İş, işçilerin çalıştıkları her yıl için 30 günlük kıdem tazminatı hakkının 18 güne indirildiğini, işçilerin maaşından da bunun için ilave bir kesinti yapılacağını söyleyerek buna karşı olduklarını söylemiştir.
Türk-İş Başkanı, bu yasa geçtikten sonra, “sendikaya ne gerek var, sendikacıya ne gerek var, sendikaları da kapatın” vurgusu yapmıştır.
İşte Türk-İş Başkanı, şimdi, işin püf noktasına gelmiştir. Türk-İş Başkanı demek istiyor ki; işçilere maaş zammı için, istediğinizi yaptık. Bize ihtiyacınız vardı. Kameralar karşısında mikrofonlar açık kalmışken bunu bakana ifade ettiğimizi herkes duydu. Ama siz kıdem tazminatına dokunursanız, biz bunu nasıl idare edebiliriz?
Demek ki, Türk-İş, mecburen direnmek zorunda kalacağız, diyor.
Demek ki, Türk-İş, o zaman bize verdiğiniz görevi, işçileri denetleme, kontrol etme, düzene bağlama görevini nasıl yerine getirebiliriz, demek istiyor.
Demek ki, Türk-İş Başkanı, aslında bir işçi sendikası olmadığını, bir devlet-patron sendikası olduğunu itiraf ediyor.
Sendika mafyası, kendi geleceğinin derdine düşmüştür. Bize ihtiyacınız kalmayacak, bizi de bir kenara atacaksınız, demek istiyor. Türk-İş Başkanı, “dostlarına” sesleniyor, bizi kenara atmayın, diyor.
Meselenin özü şudur: Siz, bunca yıldır, işçilerin en küçük hakkına saldırıldığında tepki vermezseniz, siz bugüne kadar işçilere baskılar arttığında sesinizi çıkarmazsanız, elbette daha büyük saldırılar da gelecektir.
Bu saldırı, Saray Rejimi’nden geliyor. Saldırı, işçi sınıfına dönük bir saldırıdır. Saldırı, işçilerin hem maaşlarından kesinti yapmak amacını güdüyor, hem de bu fonda birikecek paraları iç etmek için, devlete olanaklar veriyor. Sadece işçilerin kıdem tazminatları 12 gün azalıp, yıllık 30 günden yıllık 18 güne inmiyor, daha fazlası var. İşçiler, bu tazminatlarını acaba alabilecekler mi? Kesinlikle alamayacaklar. Nasıl ki, bugün işsiz kalanlar işsizlik parası alamıyor, nasıl ki bugün işsizlik fonunda 130 milyar olduğu hâlde, işçiler ücretsiz izne çıkarılıyorsa, benzer biçimde kıdem tazminatlarının toplandığı fon da yağmalanacaktır. Yani, işçilerin kıdem tazminatları, para babalarına, Saray’ın yandaşlarına fon olarak aktarılacaktır.
Devletin bu yeni saldırıyı gündeme getirmesinin nedeni açık olarak krizin faturasını işçilerin, emekçilerin üzerine yıkmaktır. Ama bu saldırıya cesaret etmelerinin nedeni, sendikaların bugüne kadarki tutumudur. Devlete yaranarak, devlete sığınarak işçi hakları korunamaz. Sendikalar, açık olarak, devlet-patron ekseni içinde birer mafya organizasyonuna dönüştürülmüştür. Bir işyerinde sendikal çalışma yapanları, önce sendika ihbar etmekte, patron işten atmakta, direnme devam ederse devlet tutuklamaktadır. Bu durum, sendikaların ne işe yaradığını açık olarak göstermektedir. Birkaç sendika dışında tüm sendikalar, bu sendika mafyasının denetimi altındadır ve işçilerin haklarını korumak için değil, satmak için iş görmektedirler.
Dün, ücretsiz izin meselesi çıktığında şalterleri indirmediniz.
Dün, pandemi koşullarında işçiler çalıştırıldığında şalterleri indirmediniz.
Dün, ücretleriniz enflasyonun kat be kat altında kaldığında şalterleri indirmediniz.
Dün, işçilerin sosyal haklarına saldırıldığında şalterleri indirmediniz.
Dün, AK Parti mitinglerine zorunlu işçi katılımı uygulamaları devreye sokulduğunda sesinizi çıkarmadınız.
Dün, Gezi’de gençlere saldırıldığında, TOMA’lar halkın üzerine sürüldüğünde şalterleri indirmediniz.
Dün 1 Mayıs’lar yasaklandığında, Taksim 1 Mayıs’lara kapatıldığında, işçilere terörist, çapulcu diye bağırıldığında sesinizi çıkarmadınız.
Dün, bir işçi direnişi başladığında, destek için işçileri sokaklara çıkarmadınız.
Demiryolu kazaları yaşandığında sesinizi çıkarmadınız.
Sağlık emekçileri açıkça virüse açık hâlde, ölümle yüz yüze çalışmaya mahkûm edildiklerinde sesinizi çıkarmadınız.
Bu noktaya adım adım gelindi. Siz 12 Eylül hukukuna direnmediniz. Siz, sendika mafyası 12 Eylül’ün sonucusunuz, yerinizi, mevkiinizi 12 Eylül’e borçlusunuz.
Kısacası, direniş için seçtiğiniz noktayı çok geride tuttunuz. Barikatınızı, en son noktaya kurdunuz. Ve şimdi utanmadan direnişten söz ediyorsunuz.
Türk-İş ne zaman genel grev kararı almıştır? Hiçbir zaman.
Türk-İş Başkanı, işçilerin diğer sendikaları, devrimcileri dinlememeleri için, kendilerini dinlemeleri için “genel grev”den söz ediyor.
Türk-İş Başkanı genel grev dedi mi, bunu yapmak için değil, genel grevi öldürmek için, genel grevi engellemek için genel grevden söz eder. Alışkanlıkları budur. Klasik numaraları budur. Sen, mikrofonu aç da, Bakan ile arkadan neler konuştuğunuzu herkes duysun.
Tüm işçiler, şimdi direniş zamanıdır!
Zaten var olan direnişi, Gezi ile başlayan direnişi, daha da büyütme zamanıdır.
Direnişi, tüm topluma yayma ve direnişi büyütme zamanıdır.
Şimdi, birleşik emek cephesi ile, genel direnişe, genel greve doğru örgütlenme zamanıdır.
Genel grev, genel direniş demek yetmez. Hemen, bulunduğumuz fabrikalarda, işyeri komiteleri, işyeri kurultayları örgütleme zamanıdır. Birleşik İşçi Kurultayı’na katılmanın, bunu örgütlemenin zamanıdır. İşçiler, ancak ve ancak örgütlü ise, bu mücadelede kazanabilirler.
Sendika başkanlarının sözleri ile değil, alttan gelen bir dalga ile grevi örgütlemenin zamanıdır.
İşçiler, tüm toplumu, kendi mücadelelerine katılmaya davet etmelidirler. Aynı şekilde de işçiler, mühendis odalarının, Baroların direnişlerine destek vermelidirler. Şimdi, topyekûn bir direnişin tam zamanıdır.
Birleşik emek cephesi ile genel greve!
Genel grev, genel direniş için örgütlen!