ABD, savaşı büyütmek istiyor

Ülkelerini işgalden, dış müdahalelerden ve saldırganlıktan kurtarmaya çalışıyorlar. Henüz, bu saldırıları bizzat yürüten ya da saldırısı için IŞİD’i kullanan güçlere karşı, Suriye toprakları dışında bir savaş yürütmüyorlar. Bunun nedeni güçlerinin sınırlılığı mıdır,  yoksa taktik olarak savaşın içinde bulunduğu aşama mıdır, bunu tartışmıyoruz. Sadece ve sadece, bir gerçeği, yukarıda “sonuç” dediğimiz şeyin dayandığı durumu anlamaya çalışıyoruz.

Öyle ya, bir ülke, diyelim ki, dış saldırganlara karşı, sadece kendi toprakları içinde kurulmuş cephelerde savaşmak zorunda değildir. Bu savaşı dışarıda da, hatta düşman dediği ülkenin topraklarında  da yürütebilir.
Suriye, henüz bunu yapmıyor.
Ama buna rağmen, Suriye savaşının, Suriye dışındaki etkisi, etkileri giderek daha fazla ortaya çıkıyor, kendini hissettiriyor.
Suriye savaşının bugünkü aşamasında, saldırgan güçlerin çekirdeğini oluşturan, IŞİD’i besleyen, yaratan, büyüten, yönlendiren 6 ülke (ABD, İngiltere, İsrail, S. Arabistan, Türkiye ve Katar) açık bir yenilgi almış durumdadır. Bu yenilgiyi, kendi içlerinde nasıl adlandırdıkları ayrı bir konudur. Ama bu yenilgi, bu güçler için de açıktır.
Ama içinden geçilen çağda savaş, bir miktar daha değişik biçimlerde sürüyor. Dünya savaşı, 1. ve 2. Dünya Savaşı’ndan daha farklı biçimlerde gelişiyor.
Bu nedenle, bu güçler, topyekûn bir savaş içinde yenilmiş güçler gibi, yenilgilerini ilan edecek, bunun için gereken bedelleri açık anlaşmalarla ödeyecek durumda değildir. Kısacası savaş, tam olarak bitmiş değildir.
İşte bu nedenle, bu güçler açıktan yenilgilerini kabul etmiyorlar.
Ama, bu ülkelerden üçü, ABD, İngiltere ve İsrail, yenilgiyi daha açık dile getirir durumdadırlar.
Ve bu üçü, ABD öncülüğünde, savaşı yaymak istiyor.
Bir sonuçtur; savaşı yayma isteği, hem ABD güçlerinin yenilgiyi kabul ettiklerinin kanıtıdır, hem de savaşın yayılmasını istediklerinin açık işaretidir.
Savaşı yayma isteklerini ele aldığımızda, ABD ve İngiltere’nin isteklerinin dayanağı daha farklıdır. Savaşı büyüterek, daha geniş bir sahayı içine katarak, kaybettikleri ayrıcalıkları ve güçlerini yeniden kazanmak istiyorlar.

İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan ise, daha çok kendi geleceklerini karanlık gördüklerinden, ABD ve İngiltere’nin, en çok da ABD’nin bölgeden çekilmesinden korkuyorlar. Bu nedenle savaşın büyümesini, genişlemesini istiyorlar.

Öyle ise gelişecek savaşa ilişkin, şimdiden bir erken sonuç yazılabilir: ABD ve İngiltere, eğer bu savaştan da kayıpla çıkarlarsa, en çok Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan kaybedecektir, esas kaybeden bu ülkeler olacaktır.
Hem ABD-Fransa ve İngiltere’nin Suriye’ye saldırılarını, hem İsrail’in Suriye’ye saldırılarını, hem de ABD’nin daha önce imza koymuş olduğu İran ile nükleer anlaşma diye anılan anlaşmadan çekildiğini açıklaması, bu savaşı büyütme isteğinin açık beyanlarıdır.
ABD, savaşı büyütmek istiyor.
Hedefinde İran var.
Yeni değildir. Suriye saldırısı, aslında bir planın bir parçasıdır ve bu plan İran’a saldırıyı da içermektedir.
Şimdi, Suriye savaşında zafere ulaşmamış olmalarına rağmen, savaşı daha da büyüterek, bölgedeki dengeleri kendi lehlerine değiştirmek istiyorlar. Bu aslında, güçlü bir oyuncunun, kumar masasına kaybettikçe daha fazla para sürmesine, oyunu büyütmesine benzer. Durum tam da budur. Savaşın maliyetini Suudi Arabistan’a yıkarak, İsrail ve Türkiye’yi tetikçi olarak kullanarak, bu işi az kayıpla yapma olanakları olduğu kanısındadırlar.

İran’a karşı savaş hazırlıkları, IŞİD çetelerinin Afganistan’a taşınmasından da izlenebilir. ABD, uçaklarla Afganistan’a IŞİD çetelerini taşımaktadır. Bu boşuna değildir. Tersine, bu güçleri, başka alanlarda kullanma isteklerinin de açık kanıtıdır.
Trump, İran ile anlaşmayı bozarak, İran’a karşı ambargo uygulamalarını yeniden canlandırma hevesindedir. Bu elbette, AB ülkelerini de bu işin içine katma planını içermektedir. Daha ilk günlerden, ABD ile birlikte İran anlaşmasına imza koyan 4 diğer ülke, anlaşmadan çekilmeyeceklerini ilan etmişlerdir. Ama bu ülkeler içinde İngiltere’nin nasıl davranacağı, izlenmesi gereken bir konudur. Almanya ve Fransa’nın nispeten daha net tutum aldıklarını söyleyebiliriz. Ama İngiltere’nin, zayıflayan ABD gücünü kendi denetimine alma olanakları aramakta olduğu sır olmasa gerek. Bu nedenle, ABD’ye daha yakın davranmakta olduğu da açıktır. Hem bu, İngiltere’nin içinde bulunduğu durum nedeni ile de böyledir.

Ambargo sürecinden en çok zarar edecek şirketler, kuşku yok ki, eğer ambargoya uyarlarsa AB ülkelerindeki şirketler olacaktır. Zaten ABD’nin, örtülü ve dolaylı ilişkilerini saymazsak, İran ile doğrudan ticari-ekonomik ilişkisi yok gibidir.

Bu durum, süreçten AB ülkelerindeki şirketlerin kayıpla çıkıyor olması, gerçekte ABD için, bir taşla iki kuş vurma girişimi de olur. Bu nedenle, İran’a karşı ambargo, ABD’nin anlaşmadan çekilmesi, ABD ve AB arasında sürmekte olan paylaşım savaşımının da bir parçasıdır.
ABD, Ortadoğu’da yeni gerilimler yaratma yolu ile, Rusya’yı dengelemek, daha fazla zorlamak peşindedir de.
Bu daha fazla gerilim, sadece İsrail’i kurtarma isteğinin kanıtı değildir. Gerilim, ABD’nin bir sonraki savaşları kazanması için bir araç olarak görülmektedir.
Evet, ABD-Fransa-İngiltere üçlüsünün Suriye’ye saldırıları, daha çok bir şov gibidir. Buna şüphe yok. Fakat bu aynı zamanda Fransa’nın sahaya daha aktif dönmesi için de bir yol olmuştur. Mat ve Macron, Trump’ın kuçu köpeği olmak için bir yarış içine girmişlerdir. Bu, ABD’nin moral bulmasına da yardımcı olur mu? Bu sorunun yanıtı bilmiyoruz. Ama bu saldırılar, ABD için, Suudi Arabistan paralarını kasasına indirmede faydalı olmuşa benzemektedir.
İsrail’in saldırıları ise, gerilimi daha direkt olarak artırmanın yoludur.

Şimdi, ABD-İngiltere-İsrail cephesi, İran’ı yalnızlaştırmak için kampanyalar kotaracaktır. Açıktan, İran’ın iç işlerini müdahale edeceklerini beyan etmektedirler. Muhtemeldir ki, Erdoğan, Saray Rejimi, İngiltere ziyaretinde, İran’a karşı kampanyada nasıl rol alabileceklerini açıklayarak, İngiltere’den seçim desteği talep etmiştir. Sonuçlarını pek yakında izlemek mümkün olacaktır. Ama şimdiden, sonuçlar ne olursa olsun,  Türkiye’nin bu saldırılara katılma eğilimlerini görmek mümkündür. Suriye’ye ABD-Fransa-İngiltere saldırdığında, Türkiye’nin beklemeksizin, saldırıyı destekleme ve bu yetmez mesajları vermesi boşuna
değildir.
Türkiye, Suriye savaşına bir tetikçi olarak dalmıştır. Ve bugün, durumu hiç de iç açıcı değildir.
Erdoğan, yeni seçim manifestosunu açıklarken, tuhaf bulunan birçok şey yanında, “dış politikayı değiştireceğim” vaadinde bile bulunmuştur. Demek ki, Erdoğan dahil, TC devletinin tüm kademesi, Suriye konusundaki dış politikadan memnun değildir. “Garip”tir, çünkü, Erdoğan, bu açıklamayı yapmak yerine, bunu hemen değiştirebilirdi. Öyle ya, iktidarda olan kendisidir ve “muktedir”dir. Bir muktedir olarak bugün yapabileceği şeyi, seçimi kazanınca yapacağım diye açıklaması, aslında bir itiraftır.
Elbette, savaşın daha da büyümesi, ABD tarafından planlanırken, birçok insan, birçok ülke, buna karşı çıkmaktadır. Savaşın büyütülmesi, bölge ve dünyanın aklını henüz kaybetmemiş insanları tarafından çılgınlık olarak görülmektedir.
Ama bu endişelerin, savaşın büyümesini önlemeye yetmesi mümkün müdür? ABD, savaşı büyütmekte kararlı ise, savaşın büyüyeceği, bunun için, İsrail’in İran’a saldırısının yeterli olacağı açıktır.
Bu kötü, istenmeyen durumda, acaba, İran savaşı sadece kendi evinde mi kabul edecektir? Bu, kocaman bir sorudur.
Suriye savaşının, her geçen gün, Suriye dışındaki etkilerinin artıyor olması gerçeği akılda tutulmalıdır. Üstelik Suriye’nin bu savaşı yaymak için bir özel çabası olmadığı hâlde. İran’a karşı saldırı bir savaş durumuna dönüşürse, bu durum, var olan savaşı daha da yayacak, hele ki etkilerini tüm dünya daha yakından hissetmeye başlayacaktır.
Tüm bölge, bugünden kan, acı ve gözyaşları içindedir. Bölge savaş alanına dönmüştür ve daha da bu yönde ilerlemekte olan bir savaş tutkusunun altındadır.
Ve tüm bölgede, ABD politikalarına, saldırganlığına karşı gelişmekte olan halk tepkisi, adım adım gelişmektedir. Savaşa, işgalci politikalara karşı direniş gelişmektedir. Evet henüz, yeterince gelişmiş, henüz bölgeden emperyalist güçleri ve onların bölgedeki ortağı olan iktidarları söküp atacak bir noktaya gelmemiştir. Ama direnişin gelişimi sürmektedir.

Ve doğrusu, başka da yol yoktur. Onurlu bir yaşam için, özgürlük ve barış için, tüm emperyalist güçlerin bölgeden atılması dışında bir yol yoktur. Halkların dirilişi, örgütlenmesi ve sosyalizm dışında bir gelecek yoktur.