ABD seçimleri, yeni Trump dönemi mi?

5 Kasım 2024’te, ABD seçimlerinden Trump kazanan olarak çıktı.

Peki ne olacak?

Kendisine yapılan suikast sonrasında, Trump’ın yumruğunu havaya kaldırması sonrasında, seçimlerin sonuçları belli olmuştur, diyenler vardı. O zaman Biden, henüz, bunak ve pedofil olmasına rağmen, aday olarak devam etmekteydi. Biden’ın “bunak”lığı epeyce alay konusu olmuştu ama pedofil olduğu bizzat oğlu tarafından açıklanmış olsa da, pek gündeme getirilmemişti. O henüz adaylıktan çekilmemiş iken, Trump kazandı sonucuna varmak kolaydı.

Ama Kamala, dansları ile sahneye çıkınca, Kamala’dan yana bir eğilim ortaya çıkar gibi oldu. O noktada Trump, birincisi Vance’i ekibinde gösterdi ve açıkladı. Vance, elbette ki Trump için “çok sevgili” bir destekçi değildi. Ama ABD’de, Trump cephesi içinde, farklı sermaye gruplarına da yakın bir kişi olduğu biliniyor. Vance ve bazı başka isimler, aslında bir çeşit tekeller arası anlaşmanın ürünü gibiydi.

Nihayetinde Musk devreye girdi ve iş biraz daha farklılaştı.

Buna rağmen, Biden’ın ekibi demek olan Kamala’nın kazanma şansı yüksekti. Kamala, yeterince güvenli bulunmamış olmalıdır. Ve buna uygun olarak, bazı sermaye gruplarının, Trump’a razı olduğu anlaşılmaktadır.

Aslında, sürecin etkili unsurlarından biri, ABD’nin hegemonyasını sürdürmek ya da hegemonyasının çöküşünü önlemek için sürdürdüğü savaş politikasının karşı karşıya olduğu durumdur.

Burada üç cephe sayılabilir.

Biden döneminde, Ukrayna savaşı ile, ABD istediğinin bir bölümünü gerçekleştirdi. Avrupa’yı savaş alanı hâline getirmekte çok ilerledi, Avrupa’da ilave üsler kurdu ve aslında Almanya ve Fransa da dâhil, Avrupa’nın siyasi iradesini teslim aldı. Ukrayna savaşının ABD cephesine yazdığı en önemli kazanç budur.

Ama ne ki, ABD Rusya’yı izole etme konusunda, askerî ve ticari saldırılarından istediği sonucu alamadı. Tersine, iş istemedikleri kadar ters gitti ve Ukrayna, Rusya’yı meşgul etme alanı iken, tersine döndü.

Birinci cephede durum böyle özetlenebilir. Birçok ayrıntı elbette vardır ama, doğrusu, burada gerekli de değildir.

İkinci cephe, Çin cephesidir. Bu cephede ABD ilerleme kaydetti diyemeyiz. Japonya ve Güney Kore ile yol aldığı kesindir. Ama her ikisinde de durum, Avrupa’da olduğu gibi, Japonya ve Güney Kore’de de siyasi iradenin ABD’ye teslim edilmesi yönündedir. Avrupa ile karşılaştırıldığında bir adım geri olduğu söylenebilir.

Rusya ve Kuzey Kore arasındaki anlaşmalar ve ilişkilerin gelişmesi, süreci bir ölçüde dengelemektedir. ABD’nin Filipinler’de de ilerleme kaydettiği söylenebilir. Ama Hindistan’da ise, durum tersi bir eğilim göstermektedir.

Üçüncü cephe ise, Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da İsrail eli ile açıktan, Türkiye desteği ile sürdürülen savaş boyutlandı. Ama buna rağmen, Filistin direnişi sürüyor ve Lübnan’a dönük saldırılar ise yeni bir evreye doğru ilerliyor. Ama yine de İsrail’in “demir kubbe”nin birçok kere delinmesine şahit olundu. Yemen’den de delindi, Gazze’den de, Lübnan’dan da.

Genel olarak durum, şöyle özetlenebilir:

1- ABD Rusya’yı yalıtmak ve Çin’i sıkıştırmak istedi. Rusya’ya karşı saldırılar başarılı olmayınca, Çin’i etkisiz kılmak da mümkün olmaktan çıktı. Rusya ve Çin, daha sıkı ve düzeyli bir ilişki geliştirdi.

2- BRICS, daha da etkili oldu. Hem çok sayıda ülke BRICS’e katılma isteğini ortaya koydu, hem de BRICS, ekonomik olarak G7 ülkelerinin ekonomik büyüklüğünü geride bıraktı. Bu durum, Rusya’yı yalıtma, izole etme siyasetinin tutmadığı, dahası, BRICS etrafında bir odak oluştuğu görüntüsü ortaya çıktı.

İşte Trump “zaferi”, bu durumu toparlamak üzere devreye girmiş gibidir. Bu nedenle, “yeni Trump dönemi” sözü abartılı olabilir.

Daha çok, bir toparlama ve siyasi manevra alanı açılmak istenmektedir. Ve neocon’ların, bu siyasete evet dedikleri, geçici bir durum varmış gibi görünmektedir.

Bu durumda, ABD’nin savaş siyasetinde, bir yeni manevra ihtiyacı demek oldu.

1- ABD politikasının, Rusya ve Çin’i “birleştirdiği” düşüncesi öne çıktı. Bu nedenle, Rusya’dan çok Çin’e karşı saldırı kotarma siyaseti öne çıkmaya başlayacak gibidir. Bu Rusya’ya karşı saldırıların duracağı anlamına gelmiyor.

Ukrayna’da açık bir yenilgiyi kabul etme yerine, ABD, bir adım geri çekilip, yeniden saldırı için nefes alma niyetinde gibidir.

Çin’e karşı ekonomik ambargo ile sonuç alamadılar, alabilecekleri de yok gibidir. Elbette Çin’e karşı daha etkili bir savaş siyaseti devreye sokulmak istenecektir. Trump’ın zaferinin ertesinde Çin içinde saldırılar planladıkları da ortaya çıkmıştır.

Rusya ile ilişkilerin gerginliğini bir doz azaltarak, kesinleşen yenilgilerini ilan etmekten kaçınmaya çalışacakları açıktır. Bu durumda Ukrayna yenilgisini, ABD’nin yenilgisi olarak değil, Ukrayna’nın yenilgisi olarak resmîleştirmeyi tercih edecekleri anlaşılıyor. Olur da Rusya gardını indirirse, işte o zaman daha şiddetli bir saldırıyı devreye sokacaklardır.

Öyle anlaşılıyor, Avrupa, bu durumda en çok “üzülen”dir. Avrupa’daki Neonaziler çok “üzülecek” gibidir ve elbette daha şiddetli bir saldırıyı, önce Avrupa’da kotaracaklardır.

Zaten Avrupa’da, bir çeşit “ulusallık” güç kazanacak gibidir ve bu durum, her ülkede iç savaşın gelişmesi için yeni bir dönemin başlaması da demek olacaktır. Bu durumda sermaye, Neonazizme daha fazla sarılacaktır.

Çin’e karşı saldırılar ise yükselecek gibidir.

ABD, bu yolla, Çin ve Rusya arasına bir kama sokma niyetindedir.

Elbette bu onların niyetidir. Derler ya, neye niyet neye kısmet.

2- ABD saldırganlığı Ortadoğu’da artacaktır. Bu saldırganlık, İran’ı ve Suriye’yi yeniden hedef alacaktır. Zaten bu ABD politikasıdır. Demek oluyor ki, ABD, Ukrayna’da bir adım geri atarak rahatlayıp, Ortadoğu’da saldırıyı artırma hesabı içindedir.

Bunu zaten İsrail eli ile yapıyorlar.

Şimdi, Trump yönetimi ile, Ortadoğu’da daha saldırgan bir politika devreye sokulacaktır.

Özetle, ABD politikasında bir anlamlı değişiklik ya da radikal bir değişiklik beklemek mümkün değildir.

Trump kaybedip Biden kazandığında, Trump faşist ilan edilmişti ve Biden’ın daha az faşist olmadığı anlaşıldı.

Bugün de durum budur. Biden savaş yanlısı idi, ya Trump? O da savaş yanlısıdır.

Çin ve Rusya’nın düşman ilan edilmesi, Trump döneminde gerçekleşmiştir. Ve bu ilanın ardından, savaşın odak noktası, Suriye’de ABD’nin hedeflerine ulaşamaması nedeni ile, Ukrayna’ya taşındı. Şimdi ise Ukrayna sahasında Rusya’yı diz çöktürecek bir zafer elde edemediler, yenildiler. Ve şimdi de bu yenilgiyi, maliyetleri ile Ukrayna ve Avrupa’ya bırakıp, savaşı yenide organize etmeye çalışıyorlar.

Bu yeni saha, hem Çin ve çevresidir hem de Ortadoğu’dur.

Ortadoğu’daki savaşın, İran’a karşı bir savaşa dönüşmesi için zaten Biden döneminde adımlar attılar. Filistin soykırımı, bu son hâli ile (aslında 50 yıldır sürmektedir) Biden döneminde kotarılmıştır ve Trump döneminde artarak sürecektir.

Bu savaşta, ABD ve NATO, elbette Türkiye’yi devreye sokacaktır.

Erdoğan, Trump’ı kutlar kutlamaz, hemen Suriye’ye karşı yeni operasyonlardan söz etmeye başlamıştır. Bu, boşa bir açıklama değildir. Bunu yapabilecekleri anlamında değil, ama bu açıklama, NATO ve ABD’den alınan sinyallerle yapılmaktadır.

Demek ki, İran’a dönük saldırı, Suriye’ye dönük saldırı ile birleştirilecektir. İstedikleri budur. Bu da, Ortadoğu’da savaşın daha da yerleşmesi ve genişlemesi demektir. Türkiye, bu savaşın içindedir. Bu nedenle Saray Rejimi, “iç cephenin güçlendirilmesi”nden söz etmektedir. İç cephenin bir tarafı devlettir, peki ya diğer tarafı? Diğer tarafı, işçi sınıfıdır, direnenlerdir, düzene muhalif olanlardır. Onların, işçi sınıfının devrimci yolunun bayrağı altında toplanması gereklidir. İç cepheden söz ediliyorsa, bir de dış cephe var demektir. Öyle, seçimlere kadar bekle, öyle seçimlerde kim kazanacak tartışmaları ile oyalanmak doğru değildir. Bize yutturulmak istenen “ulusal çıkar”, “ulusalcılık”, “milliyetçilik”, hangi din sosu ile harmanlanırsa harmanlansın, bizi bu yoldan çevirmek, bizi diz üstü çöktürmek, bizi esir almak içindir.

Dikkat edilirse, tartışmamız, baştan aşağıya yeni ABD politikaları üzerine değildir. Tersine, ABD’nin savaş politikaları içinde farklı manevralar üzerine konuşuyoruz. ABD seçimlerine bu gözle bakmak gerekir.

Söylenen şudur: Trump ırkçıdır. Ne şüphe. Ama Kamala daha mı az ırkçıdır ya da Biden? Diyorlar ki, Trump bir çeşit faşisttir, iyi ama Biden daha mı az faşisttir? Dünyada olup bitenler bunun en açık yanıtı değil midir? Ya da mesela Scholz daha mı demokrattır, Macron daha mı az faşisttir?

Her biri savaş yanlısıdır.

Biri, diğerinden daha az savaş yanlısı değildir.

Çünkü savaş, çılgın adamların işi değildir. Hitler, çıldırmış olduğu için savaş yanlısı bir politika izlemedi. Tersine, savaşı isteyenler, bizzat Hitler’i, SSCB’ye karşı iktidara getirdiler.

Savaş tanrısı, sermayenin kendisidir. Uluslararası sermaye, Batı, bir bütün olarak savaş yanlısıdır. Tüm Batı metropollerinde savaş sanayii, tam gaz yol almaktadır. Ve bu durum, Trump döneminde de değişmeyecektir.

ABD seçimlerinin önemi, gerçekte bu savaş siyasetinde ortaya çıkan yeni durum ve konumları anlamak noktasında vardır.

ABD, şimdi, yeni manevralara ihtiyaç duymaktadır. Bu savaş dili ile, güçlerini yeniden konumlandırmak da demektir. ABD bunu yapmaya yönelecektir.

Çin’e karşı daha şiddetli ekonomik ve askerî önlemler devreye girecektir.

Ama görünen odur ki, BRICS örneğinde görüldüğü gibi, dünya farklı bir eğilimi de barındırmaktadır.

Bu durumda savaşın şiddetleneceği sonucunu çıkartmak, ileri bir birikim gerektirmez. Savaş şiddetlenecektir.

Diyelim ki ABD, Trump eli ile istediklerini yapmakta başarılı olamazsa, rotayı yeniden değiştirecektir. Ve bunun için, örneğin dört yıl sonraki seçimleri beklemek zorunda oldukları da yanlış bir düşüncedir. Yanlıştır, çünkü her şeyin olağan ilerleyeceğini düşünmek yanlıştır. Olağanüstü dönemler, olağanüstü tutumlara ve kararlara gebedir.

Bu arada ise, dünyanın hemen her ülkesinde, işçi ve emekçilerin direnişi büyüyecektir. Büyüyecektir, çünkü her ülkede sömürü daha da yoğunlaşacak ve savaş, dünyanın her ülkesinde, metropollerde de, yani emperyalist ülkelerde de, iç savaşa dönüşme eğilimi daha da artıracaktır.

Sonuçta, savaşın bulutları içinde, dünya, işçi sınıfının yeniden ayağa kalkacağı bir döneme gebedir. Ve bu süreç, hiç beklenmedik ülkelerde işçi hareketinin gelişiminin ortaya çıkmasına gebedir. Bu nedenle de, dünya devrimci hareketi, hangi koşullarda, hangi örgütlülük düzeyinde olursa olsun, önümüzdeki sınıf savaşımına hazır olması görevi ile karşı karşıyadır.

Açıktır ki, ABD seçimlerinin sonuçlarından medet ummak doğru değildir. Bu nedenle de ABD seçimlerine egemenlerin yüklediği önemi yüklemek doğru değildir.

Biz işçiler, dünyayı sarsacak bir devrimi örgütlemekle uğraşmak zorundayız. Dünya proletaryasının ayağa kalkması, yeni bir devrim dalgasını beklemesi değil, bizzat örgütlemesi, bizzat devrimi örgütlemesi bir yoldur.

Savaşı durdurmanın başkaca bir yolu yoktur. Savaşı durduracak güç, dünya proletaryasıdır. Savaşı durdurmanın yolu, sosyalist devrimdir; burjuva devlet makinasını parçalamak ve proletarya diktatörlüğünü kurmaktır.

Dünyayı savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünyaya dönüştürmenin yolu budur.

Hiçbir emperyalist güç, halklara bir gelecek vaat edemez. Dünya halkları, dünya işçi sınıfı, tüm dünyayı istemek için örgütlenmek zorundadır.

Dünya, işçi sınıfının ayağa kalkışına muhtaçtır. Bu sadece işçi sınıfının kurtuluş yolu değildir, insanlığın ve gezegenin de tek kurtuluş yoludur.

Tarih hızlanmıştır, hızlı akmaktadır. Normal dönemlerin 10 yılı, bir yıla sığacak gibidir. Bunu zaten yaşıyoruz.

Savaş bulutları içinde bir hayalet dolaşmaktadır. Bu hayalet, devrim ve komünizm hayaletidir. Bu hayaletin vücut bulması için, dünyanın hemen her coğrafyası uygundur, hazırdır.

Devrim nereden başlarsa başlasın, hızla yayılma olanaklarına da sahiptir. Önümüzdeki dönem sadece daha önceden görülmemiş katliamlara, savaşlara gebe değildir, aynı zamanda büyük devrimlere de gebedir.

Devrim, beklemekle gerçekleşmez.

Devrim, örgütlü kitlelerin, devrimci bir rotada ayağa kalkmış, devrimci öncü partisinin etrafında savaşan işçi sınıfının eseridir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz