Trump dönemi, ABD’nin ilginç bir dönemi anlamına geliyor. Birçokları için Trump, gerçekte problemli bir başkan. Bunu, onun kişiliği ile de bağlantılı olarak ele alanlar var. Ve elbette bir yandan da Trump’ın seçilmesini, Rusya’nın müdahalelerle sağladığı teorileri de. “Teori” deyip geçmeyin, bu konuda bir mahkeme süreci bile var.
Ama öte yandan, biz biliyoruz ki, Trump, yumurtadan çıkıp birdenbire başkan olmadı. Kuşku yok ki, ABD devletinin gerçek sahipleri, Trump’ın seçilmesini belli nedenlerle “uygun” buldular.
Trump, aslında, ABD’nin istediği “ekonomik savaşı”, kazasız geçirmek için uygun bir geçiş dönemi “adam”ına benziyor. Öyle ya, normal şartlarda neo-liberal politikalarla dünya çapında özelleştirmeler, devletin küçülmesi, gümrük duvarlarının yok edilmesi gibi konularda var olan Batı dünyasının “ortak kabulleri”ni, ABD’nin kendini toplaması adına, geçici bir süre rafa kaldıralım teklifi, “normal” kabul edilecek bir başkan ile gündeme sokulabilir miydi?
Yani, Trump, aslında bu politikanın, ABD çıkarlarına hizmet edecek tarzda uygulanması için özel bir iş görmektedir.
Diğer emperyalist güçler, Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere, ABD’nin bu yeni politikasını “Trump’ın gelgitleri”, “Trump’ın saçmalıkları” olarak ele alabilmektedirler. Böylece, ABD, bir milim olsun yol almak istiyor.
Burada önemli olan ABD’nin ne kadar planlı bir yol aldığı, alabildiği değildir, önemli olan ABD’nin çöküş ya da dünya kapitalist sisteminin liderliğinden düşüş sürecini frenlemek, az zararla idare etmektir. Ölçü budur. Ve bu açıdan, Trump işe yaramaktadır, diyebiliriz.
Trump’ın “tweet”lerle idare ettiği devlet çarkı, gerçekte, hem sistemin tüm dünyadaki çürümesini gösteriyor, hem de aynı hızla politikaların bir başka tweet ile değişmesine olanak tanıyor. Böylece Trump bir yandan dediğini demiş oluyor, diğer yandan da bunun hemen değişmesi olası duruyor.
Bir bakıyorsunuz Trump, Suriye’den çekiliyoruz, diyor, bir bakıyorsunuz ki, bunun tam tersi yapılıyor. Elbette buna inananlar ile inanmayanlar arasında, oyunu doğru anlama konusunda epeyce farklılık oluşuyor.
Trump kimin adamı, acaba Rusların adamı mı, gibi tuhaf sorulara gerek bile yok. Elbette Trump, tıpkı Obama gibi Amerikan sermayesinin adamıdır. Obama, “dünya imparatorluğu” hayallerine ulaşamayan ABD’nin bir geri çekiliş planı idi. Ve Obama dönemi, aynı zamanda IŞİD denilen örgütlenmenin ve elbette bunun gibi örgütlenmelerin ortaya çıktığı dönemdir de. Nobel Barış Ödülünü almış olan Obama, Clinton ile birlikte kanlı IŞİD organizasyonunun bizzat kurucularıdır.
Trump, bu geri çekilme ve güçleri yeniden organize etme dönemi diye adlandırılacak olan Obama döneminin, ekonomik alanda devamıdır. ABD, ekonomik olarak toparlanıp, bir noktaya geldiğinde, bu politika bitecek ve kolaylıkla Trump bir “deli” adam olarak tüm olayların sorumlusu ilan edilebilecektir.
Trump döneminde ABD’nin saldırganlığı artmıştır.
Ticaret savaşları, çok açık bir hâle gelmiş ve şiddetle sürmektedir. Çin başta olmak üzere Rusya da bu ticaret savaşının hedefindedir. Bu ticaret savaşı, AB ile ABD arasında da vardır. O kadar ileri boyutlara gelmiştir ki, şirketlerin CEO’ları tutuklanmaktadır. Huawei adlı Çin iletişim şirketinin CEO’su Kanada tarafından ABD isteği ile alıkonulmuştur. ABD sadece gümrük duvarlarını yükseltmiyor, aynı zamanda, şirketlere karşı devlet gücü ile açık operasyonlara yöneliyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” liberalizmini geliştirirken ABD, birdenbire durdurunuz sloganlarını atmaya başladı.
Aynı Trump dönemi, Meksika sınırına duvar yapılması dönemidir de. Bu duvar, Meksika’dan gelecek göçmenleri önlemek için yapılmıyor. Bu duvar, Teksas’ın ayrılıp kopmasını, ABD’nin dağılmasını önlemek için yapılıyor.
ABD ekonomisi, daha çok militaristleşmiş bir ekonomidir. Savaş sanayii, bu açıdan çok önemlidir ve dünyanın herhangi bir yerinde gerginlik üretip silâh satmak bu ekonomi için her zaman en uygun çalışma tarzıdır. Biz, Yunanistan ve Türkiye gerilimi nedeni ile bunu, geçmişte de çok yakından biliriz. İkisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan, akıl almaz bir silâh rekabeti ile silâhlanmışlardır. Büyük bir tiyatrodur bu ve aslında pazarlama faaliyetidir. Silâh tekellerinin pazarlama faaliyeti, “dış politika”, “strateji”, “taktik” vb. adlarla ülkelerin kendi kamuoylarına yutturulmaktadır.
Ama bugün, işin başka bir boyutu daha var.
ABD, dünya liderliği, “tek kutuplu dünya”, “dünya imparatorluğu” gibi sloganlarla, SSCB çözüldükten sonra, dünyanın tek hakimi olmayı aklına koydu ve bunu da ilan etti. Ama işler öyle gitmedi.
Diğer emperyalist güçler, dünyanın yeniden paylaşılması için ekonomik güçlerini sahaya soktukça, ABD avantajlı olduğu askerî gücünü öne çıkardı. Özellikle Japonya ve Almanya karşısında askerî üstünlüğünü kullanarak, ekonomik risklerini durdurmaya yöneldi.
Evet ama, ekonomik avantaja sahip ülkeler, adım adım bu süreci zorlamaya başladılar. ABD, bu durumda değişen “düşman” bulma taktikleri ile gücünü tutmaya çalıştı. Önceleri, El Kaide ile, İslamî terör ile vb. Batı medeniyet ve yaşam tarzını korumak adına, Batı üzerindeki kontrolü için bahaneler yarattı. Etkili olmadığı söylenemez. Ama bu etkinin sınırlı olduğu ve dünya liderliğini garanti altına almadığı da açık.
ABD, Afganistan, Irak, Libya saldırılarından sonra, Ortadoğu’ya daha açık bir tarzda yönelmek üzere Suriye savaşını tezgâhladı. Bu kez ise, Çin ve Rusya devreye girdi.
ABD, tereddüt etmeden, Trump döneminde, Rusya ve Çin’i açıkça düşman ilan eden politika metinleri sundu.
Bununla kalmadı. Ukrayna operasyonu ile Batı Avrupa’yı, en çok da Almanya’yı kendi politik çizgisine çekmeye çalıştı. Belki Volkswagen ve Deutsche Bank gibi devlere karşı cezalar uygulamaya koyan ekonomik savaş devreye sokulmamış olsa idi, Ukrayna daha da etkili olabilirdi.
Böylece, ABD, Suriye savaşı sürerken, Rusya’yı durdurmak için bir Ukrayna sorununu Batı ile birlikte devreye soktu. İki alanda birden gerginlik politikası, savaş devreye sokulmuş oldu.
Ve 2019 yılının daha ilk günlerinde, üç alanda daha etkin olacağını göstermeye başladı.
Venezuela’ya karşı açık bir darbe organizasyonunu ilan etti.
Yetmedi, Çin’in açıklarına savaş gemilerini dayadı.
Çin ile ticari savaşı tırmandırırken, savaş gemileri ile de devreye girmeye çalışıyor. Çin ile ekonomik savaşı, şirket yöneticilerinin tutuklanması taktikleri ile bir üst aşamaya taşıdı.
Ekonomik ambargolarla, İran, Rusya, Çin, Venezuela, Hindistan’a karşı uygulamalar yapmaya başladı. Bu ambargolar, Batılı dev şirketlerin de katılımı için büyük baskıları devreye soktu. Fransız veya Alman veya İtalyan şirketleri, bu ambargo politikalarına uymaya zorlandı, zorlanıyor.
Ve savaşı tırmandırma politikasına, şimdi de Hindistan’a karşı Pakistan güçlerinin provokasyonlarını tertipleyerek, yeni alanlar ekliyor.
Suriye’den IŞİD çetelerinin bir bölümü, bu bölgelere taşınıyor. Bir yandan Venezuela’ya karşı Kolombiya topraklarını “Pakistanlaştırırken”, diğer yandan Hindistan ve Çin’e karşı Keşmir’e IŞİD çetelerini taşıyor.
Böylece yerkürenin hemen her bölgesinde savaş ve gerginlik tırmandırılıyor.
Kendi topraklarında hiç savaş görmemiş olan ABD, savaşı dünyanın her yerinde tutuşturarak, çok cepheli bir saldırganlık organize ediyor.
Tüm bunları yaparken ise, ABD’de, “saçmalıkları ile ünlü” bir Başkan var. Bu Başkan, olası her türlü aksiliğin günah keçisi olmaya hazır tutulmaktadır. “Amerika first” politikası, büyük oranda Trump’ın “kendisini ABD çıkarları için feda etmesi” anlamına gelmeye açık bir slogandır, hem de bizzat kendi ağzından.
Pakistan’ın Hindistan’a saldırısı, ABD’nin Çin ve Rusya’ya dönük bir yeni saldırısı olarak görülmelidir. Zira, Rusya ve Çin hattına yakın durma iradesi koyan Hindistan, bu üçlü içinde en zayıfı olarak görülmektedir.
Böylece, fiilî olarak dört alanda, saldırgan bir politika, “ticaret savaşları”na eşlik etmektedir: Suriye savaşı, Venezuela, Ukrayna, Pakistan-Hindistan. Bu dört alana ek olarak, Çin açıklarında deniz gücü yığılmakta, bu yolla bu bölgede daha kapsamlı bir çatışma için hazırlıklar yapılmaktadır.
Dünya savaşı ya da dünyanın yeniden bölüşümü için üçüncü dünya savaşı tehdit olarak öne çıkmaktadır.
Dünyanın her alanında, gerginlikle birlikte gericileşme, dinin öne çıkarılması, yeni çatışma alanlarının organizasyonu ve tüm bunlara uygun çeteleşmiş devlet yapıları oluşmaktadır. Sanki, tüm kapitalist-emperyalist sistem, içinde debelendiği krizini, bu yolla aşmak için her yandan bir savaşı beslemektedir.
Suriye savaşının uzatılması taktiği de bunun bir parçasıdır. ABD, çekileceğim dediği Suriye sahasına, başka güçleri de çekmeye çalışmaktadır. TC devleti, en başından beri, açık bir ABD tetikçisi olarak görev aldığı bu savaşı, bitirmemek için, elinden geleni yapmaktadır. İdlib sürecinin bu denli uzaması başka türlü açıklanamaz. Türkiye, işgalci olarak yer aldığı Suriye topraklarında, iş tuttuğu çetelerle daha da fazla iç içe geçen bir yol izler durumdadır. Bu yolla, ABD’nin dünyanın diğer bölgelerinde geliştirdiği çatışma politikalarına açık destek vermektedir.
Suriye’de bir yandan ABD adına davranırken, diğer yandan zorunlu olarak Rusya ve İran ile geliştirmek zorunda kaldığı ilişkileri de bu amaçla kullanmaktadır.
Bu çatışma politikası, ABD’nin daha ileri adımlar atmasını, başka yerlerde yeni çatışmalar devreye sokmasını, var olan çatışmaları derinleştirmesini işaret etmektedir. Bu sürecin ABD’nin gerileyişini ne kadar etkileyeceğini bilmek mümkün değildir. Ama ABD bu yola girmiş durumdadır ve bundan da kolaylıkla vazgeçmeyeceği açıktır.
Tüm bu saldırganlığın, dünyanın emperyalist metropoller de dahil her ülkesinde, halkların, işçi sınıfının sahneye çıkması ile önlenebileceğini görmek gerekiyor. Yoksa bunu bir başka güç önleyemeyecektir.
Dünyanın her ülkesinde işçiler ve emekçiler, bu paylaşım savaşımında kendi hükümetlerini destelemek gibi bir yanlışa düşerlerse, bunun yol açacağı yıkım, tarihten ders alabilen herkes için açıktır. Dünyanın her yerinde halkların, bu savaşa, bu paylaşım savaşımına karşı, en başta kendi hükümetlerinin politikalarının karşısına dikilmesi gerekir.
Bunun olanakları da gelişmektedir. Dünyanın her yerinde, bu savaş ve saldırganlık politikalarından duyulan endişe artmaktadır. Elbette, bu emperyalist savaşa karşı, dünya işçi sınıfının enternasyonalist bir örgütlenmesi yoktur. Bunun şu an oldukça uzağında gibiyiz. Böylesi bir örgütlenme, her ülkedeki direnişin gelişimine bağlı olarak gelişebilir. Bunun potansiyeli vardır. Uzak, doğru bir yol bulunduğunda hızla yakın hâle gelebilir.