“Yenen vezir olurmuş, yenilen rezil.” Dünya sosyalist sisteminin açık hale gelen yenilgisinin ardından, “tarihin sonu” diye kapitalizmin zaferini gösteren çığlıkları atanlar, büyük bir ivme ile saldırılarını da artırdılar. Karşı-devrim, zaten daha önceden ideolojik olarak terk edilen noktalardan hızla devrimin tüm değerlerine saldırıyı örgütledi. Öyle ki, “çağın karakteri” sorunu da gündeme geldi.
Modern kapitalizmin “globalizm” adına Beyaz Adamın sömürgeci egemenliğini tüm dünyaya yaydığı günümüzde, iletişim araçlarının, tekniğin gelişmişliğinden söz ediliyor. Çağımıza buna uygun isimler veriliyor. Atom çağı, bilgi çağı, iletişim çağı, uzay çağı bu isimlerden birkaçı. Oysa, bu arada, dünyanın beşte dördü, açlıkla yüzyüze. İşsizlerin sayısı tüm yeryüzünde %15’lere çıkıyor. Açlıktan ölenler, tekniğin gelişimi sayesinde sömürgeciliği daha da derinleştirip insanın ruhunu sömürgeleştirme noktasına getiren kapitalist-emperyalist sistemde sıradan bir olay olarak kalıyor. Beyinler esirleştiriliyor, ruhlar sömürgeleştiriliyor ve insan, tüketim için var olan bir canlı türü, bir sürü haline getiriliyor. Savaşlarda yüzlerce insan ölüyor, halklar katlediliyor. Silahlanma için müthiş paralar harcanıyor. Ve bize çağımızın karakteri üzerine masal okuyorlar! Diyorlar ki, mücadele etmek, başkaldırmak, karşı koymak nafile, çünkü insan geçici ve ömür kısa. Kapitalizm ise, yenilmez bir güç. İnsan bitirilmek isteniyor. Sanıldığı gibi, insanlığın bitirilişi için bir nükleer savaş gerekmiyor. Ama onun korkusu, daha başka birçok burjuva egemenlik için yaratılan korku, insan beynini işlevsizleştiriyor.
İnsan, çağımızda, tıpkı ilkel insan gibi, temel ihtiyaçlarını gidermek için yaşıyor.
Oysa SSCB’nin çözülüşü karşısında attıkları sevinç çığlığına bakınca, korkularından konuştukları hemen anlaşılıyor.
İnsan, ilkel bir insan gibi sadece karnını doyurmak, çocuklarını yaşatmak, yeni çıkan bir TV’yi satın almak için ömrünü tüketmektedir. Oysa onun emeği, artık tümüyle toplumsal bir emektir. Kendisi için, bir şey üretmek için gerekli olan üretim araçlarından yoksun oluşu nedeniyle, emeğin kapitaliste bağımlılığı da artmıştır. İnsan emeği, toplumsal üretim içinde, toplumsal emeğin bir parçasıdır. Günümüz kapitalizminde bunu çıplak gözle görmek olanaklıdır. Ancak, emeğin ürünleri toplumsal amaçlar için değerlendirilmemektedir. Özel mülkiyet, insanın gelişiminin önünde engeldir. Özel mülkiyet açlığın, rekabetin, işkencenin, sürüleşmenin kaynağıdır.
Onun için, kapitalizm “fazladan ömür sürmektedir” diyebiliriz ve bunun ana nedeni ise, işçi sınıfının iktidarı alamamasıdır. Artık işçi sınıfının öncülüğünde bir sosyalist devrim dışında insan olma yolu, nefes alma yolu kalmamıştır. İşçi sınıfının iktidarı, proletarya diktatörlüğü, insanın insan tarafından sömürülmesine son verecektir. Mevcut dünyada teknik altyapı ve sermayenin örgütlenişi, sosyalist devrimin tüm dünyaya yayılması ile birlikte, sosyalist aşamanın da kısalacağını göstermektedir. Böylece devrimin yayılış hızına bağlı olarak işçi sınıfının varlığı süresi de, proletarya diktatörlüğünün bir ülkedeki devlet olarak varlığının süresi de kısalacaktır. Bunun olanakları vardır. Onun için tüm yeryüzünü kaplayan bir devrimden bakmak, sosyalist devrimi bir dünya devrimi olarak ele almak, “ulusal sosyalizm” bakışının devrimci teoride yol açtığı tahribatı gidermek için birincil koşuldur.
Çağımız; kapitalizmden komünizme geçiş çağıdır. Ekim Devrimi’yle başlayan komünizme geçiş sürecinin bugünkü tıkanışı, çağın karakterinin değiştiğinin kanıtı olarak alınamaz. Geçiş çağı kavramı, içinde bir dizi ileri sıçrayış ve geri düşüşü kapsayan bir toplumsal düzenden diğerine, dünya ölçeğinde geçişi anlatır. Bu geçişin, bir ya da birkaç ülkede tıkanışı, çağın karakterini değiştirmez, tersine, bu sürecin sürekli ileriye doğru doğrusal bir hareket olmadığını gösterir.
1789 Fransız Devrimi’nin sürekli gerileme içinde 1830’larda yaşadığı tam yenilgi, nasıl ki kapitalizmin dünya ölçeğinde zaferini engelleyememiş ise, Ekim Devrimi’nin yenilgisi de, komünizmin dünya çapında zaferini engelleyemeyecektir. Tarihin ilerleyişi, doğrusal bir çizgi üzerinde gerçekleşmez. Yenilgi, geriye düşüş, çağa özgüdür, ama çağın özü değildir. Sosyalizmin dünya ölçüsünde çok daha gür yükselişi kaçınılmazdır.
Sosyalizmin uluslararası çözülüşü, emperyalizmin, dünya burjuvazisinin komünizmi yeryüzünden silme heveslerini arttırdı. Döneklerden oluşan koro, şimdi, bu emperyalist burjuvazinin önderliğinde sosyalizme küfürler yağdırıyor. Öldüğünü ilan ettikleri sosyalizmden ölüm derecesini aşan bir korku duyuyorlar. “Tarihin sonu”ndan söz ederken kendi sonlarından söz ettiklerini biliyorlar. Unutmak istedikleri kabusları hâlâ yaşıyor. Hâlâ Soğuk Savaş devam ediyor.
Anadolu toprakları; Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu kaynayan üçgeninde dünyayı yeniden kızıla boyayacak bir devrimin dinamiklerini biriktiriyor. Latin Amerika, Afrika, Ortadoğu, Kafkaslar ve Asya’da gelişecek her devrimin, diğer devrimleri daha yakından gözlemesi gerektiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle topraklarımızdaki devrimci birikimin dünya ölçeğinde anlamı vardır.
Tarihsel deney göstermiştir ki devrim, iktidarı almakla bitmiyor. Devrimin içerde ve dışarda sürekliliği gerekiyor. Onun için Anadolu devrimi, en başından yayılma dinamiklerini gözlemek durumundadır. Bunun ilk adımı ise, dünya devrimci hareketinin bir müfrezesi olmak, kendini öyle örgütlemektir.
Yüzyılın başında, emperyalistlerin pazar paylaşım savaşının ortasında dünya proletaryası, Sovyet proletaryası eliyle zafere ulaşırken, emperyalist zincire bir darbe indirdi. Böylece iki modern sınıf arasındaki savaşımın uluslararası niteliği çok daha açık bir hal aldı. Emperyalistler arası kavga arka plana geçti, öne iki sınıfın uluslararası düzeydeki savaşımı çıktı.
Bugün bu savaşımı, geçici olarak emperyalistler kazanmış bulunuyor. Sosyalizm, emperyalizmin gücünden çok, kendi hataları yüzünden çökmüştür. Ancak SSCB’nin çözülüşü yeniden emperyalist merkezler arasındaki savaşımı öne çıkarttı. Emperyalistler arası rekabet şimdiden yeryüzünün çeşitli bölgelerini kana bulamıştır bile. Anti-komünizm ile tüm halkları kendilerine bağlamayı başaran emperyalizmin, gerçek yüzü bugün de görünüyor. Onun için dünyanın çeşitli yerlerinde bir karşı koyuş, bir anti-emperyalist özlü kıpırdanış yaşanmaktadır.
Dikkatli her göz, gelen devrim dalgasını görecektir.
150 yıl önce Avrupa’da dolaşan “komünizm hayaleti” burjuvazinin yüreğine korku salıyordu. Paris Komünü korkunun ne kadar yakın ve somut olduğunu gösterdi. Ekim Devrimi “hayalet”e can ve kan verdi, onu canlı bir organizma haline getirdi. 70 yıl yaşayan Ekim Devrimi, burjuva düzenin tüm hücrelerine ölüm korkusunu yaşattı. Kapitalist-emperyalist dünya Ekim Devrimi’ni dıştan kuşattı ise, Ekim Devrimi ve dünya devrimci hareketi kapitalizmi içten sardı. Bugün kazanan kuşatmacılar oldu. Ama içteki korku yok olmuş değil. Çözüldüğü, büyük bir yenilgi yaşadığı halde sosyalizm korkusu kapitalist dünyada hâlâ egemendir; üstelik azalarak değil, artarak egemendir. Bugün komünizm hayaleti dünyanın üzerinde dolaşmaktadır. Ona hangi toprakların can ve kan vereceği bir yana, gelecek devrimin büyük bir hızla dünyaya yayılacağı kesindir.
İnsan tarihin öznesidir; değişir, değiştirir. Sosyalizm insanlık tarihinde büyük bir sıçrayıştır. Hem sosyalist devrim, hem sosyalizm örgütlülük ister. Örgüt yoğunlaşmış, kolektifleşmiş bilinçtir. Karanlıkta görmeyi sağlayan bu bilincin ışığıdır. Sosyalizmin uluslararası anlamda bir yenilgi yaşadığı bu dönemeçte, devrimci partiye doğru, dünyanın her köşesinde atılan adım, devrimci hareketin uluslararası dağınıklığına da son vermenin adımıdır. Bu adımlar; dünya devriminin filizlenmekte olan habercileridir.