Anadolu devrimi, yenilgilerin içinden geliyor. Öyle yenilgiler ki, bir bölümü açıkça savaş meydanına çıkmadan yaşanmıştır ve savaş meydanına çıkmadan yenilen ordular, yenilgi ile birlikte moral değerlerini de kaybederler. Tarihimizdeki pek çok cesur, gözüpek denemeye, mücadele örneğine rağmen yaşadığımız son yenilgi böylesi bir yenilgidir. Yenilgi, pek çok moral değerimize dönük bir saldırıyı beraberinde getirmiştir.
Hemen arkasından ise, SSCB’nin çözülüşü ve kapitalist restorasyonun yeni evresi devreye girdi. Böylece, değer erozyonu, açık bir inançsızlık safhasına evrildi.
1980’li yıllar Anadolu devrimci hareketi tarihinde, gelecekte de büyük önemi olacak yıllardır. Ve bu aynı yıllarda, eşitsiz gelişim yasasının önemini kavratacak tarzda Kürdistan devriminin yükselişi vardır. Yenilgi-çözülüş ve devrimin gelişimi, tüm bölgemizi baştan başa değiştiren bir süreç demektir. Halen bu süreci yaşıyoruz. Bölgemiz, bölge devrimini kucaklamak üzere, büyük bir arınmanın öncesini yaşıyor.
Anadolu, tarihi boyunca hep doğumlara yurt olmuştur. “Şafak ülkesi”, “güneşin doğduğu ülke” anlamına gelen Anadolu, bugün, 21. yüzyıla girerken, tüm karşı-devrimci saldırıyı geri püskürtecek büyük doğuma hazırlanıyor.
Doğum, eskinin aşılması, yeni bir yaşam demektir.
Doğum, zor demektir. Toplumsal mücadelede doğum, öznenin artan rolüne işaret eder.
Güzel olan zor olanda gizlidir.
Anadolu devrimci hareketi, tarihsel bir yol ayrımında, bir dönüm noktasındadır. Zümrüd-ü Anka kuşunun kendi külleri içinden doğumunu ifade etmesi gibi, Anadolu devrimci hareketi de kendi tarihi içinden koparak doğuyor.
Yenilgilerle dolu tarihimiz, gerçekte, Kemalist anlayıştan, burjuva düşünceden kopamamanın acı sonuçları ile doludur. Onun için, Kemalizm’den, onunla bağlarını atamamış “sol gelenekten” köklü bir kopuş şarttır. Bu kopuş, Kemalizm’le sadece ideolojik bir kopuş anlamına gelmiyor. Sorunu burada tutmak isteyenler, devrimciliğin devrimci eylem ile ölçüldüğünü atlayanlardır. Eylemsiz kişi, aynı zamanda ahlakını da geliştiremez. Eylem, insanı dönüştürmenin de aracıdır, eylemli insan değişir, dönüşür, dönüştürür. Bize de gerekli olan budur. Ahlakî, ideolojik, örgütsel ve politik bir kopuş gereklidir. Ve böylesine kapsamlı bir kopuş, devrimci doğum, devrimci özne demektir.
Anadolu işçi hareketi tarihi boyunca, devrimci hareket ile işçi hareketi aynı kanallarda akmamıştır. Bugün, kanalları birleştirmek gerekiyor. Ama, bu, işçi kitlesinin görevi değildir. Bu, devrimci bir partinin, bir öznenin görevidir. Kemalizm’de ilericilik aramak, sonuçta devrimci hareketi; ya işçi sınıfını küçümsemeye, ondan uzaklaşmaya götürmüştür ya da işçi sınıfı içinde çalışmak adına akıl almaz işçi dalkavukluğu örnekleri sergilenmiştir. Tüm bu sürecin doğal sonucu olarak, Ortadoğu’nun nicelik ve nitelik açısından en gelişmiş işçi sınıfı olan Anadolu işçi sınıfı, reformist burjuva ajanların denetimine terk edilmiştir.
Devrimci hareket, yenilgilerle de açık ve net bir hesaplaşma geliştirememiştir. 12 Eylül’de işkencehanelerde gösterilen büyük direnişe rağmen, değerlerimize dönük saldırılar etkili olabilmiştir. Bu, gerçekte, devrimci hareketin ideolojik ve tarihsel bakış açısının zayıflığının da göstergesidir.
Şimdi, tüm bu deneylerden sonra yola koyulanlar, burjuva egemenlik ile her düzeyde, köklü bir hesaplaşmayı yaşamak ve yaratmak durumundadırlar. Bu açıdan, kendi tarihini bu gözle ele alamayan bir devrimci hareketin kazanma şansı da kalmaz.
Devrimci hareket, bugün, hâlâ burjuva demokrasisinden, hâlâ burjuva yalanlardan medet ummakta, kendi gündemini koruyamamaktadır. Oysa devrim bir örgütlenme ve savaş işi ise, bu savaşın ana ekseni, devrimcilerin kendi gündemlerini topluma taşımalarıdır.
Anadolu solu, ideolojik, ahlaksal, politik mücadele ya da mücadele biçimlerinden en az birisi açısından Kemalist anlayışa bağlı kalmıştır. Bu üç açıdan hangisinden Kemalizm’e paça kaptırılırsa kaptırılsın, bir mikrop gibi tüm sağlıklı yönlerini kaybetmekle karşı karşıya kalınmıştır. Bugüne kadar gerçekleştirilen çıkışların sonuçsuzluğunun temelinde, bu köklü kopuşu gerçekleştirememe vardır.
Devrimci hareketimiz, tarihi boyunca sadece işçi hareketi ile kaynaşamamakla kalmamış, aynı zamanda üzerinde devrim için mücadele edilen toprağın gerçekliği de tarihsel açıdan eksik anlaşılmıştır. Bunun doğal sonucu olarak devrimci hareket, karşı-devrim saldırıları karşısında taktik güç oluşturamamıştır. Tarih bilincindeki eksiklik, ideolojik-teorik alanda eksiklik olarak ortaya çıkar ve bu eksiklik, değerlerin içselleşmesini engeller. Yüzeysellik, sonuçta, taktik esnekliği kazanmanın da engelidir.
Tarih, süreklilik içinde kesikliklerden oluşur. Tarihin belli noktalarını ele alıp, gelişimin mantığını atladık mı, geleceği kazanma gücümüzü de yok etmiş oluruz. Olan da budur. Kolaycı yaklaşım, emeksiz yaklaşım, tarihi belli kesitler içinde, birbirinden kopararak ele almaya olanak tanır. Böyle olunca da tarih, kişilerin devrimci olup olmaması ile açıklanır ki, bu, gelecek karşısında güçsüz, zayıf bir konumlanıştır.