Kısa Bir Üniversite Tarihi
Üniversite kavramı, Latince “universitas” kelimesinden türemiştir. “Universitas”, bağımsız ve ortak çıkarları olan kişiler topluluğu anlamına gelmektedir. Bugünkü üniversite kavramı 11-12. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ortaçağ Avrupası’nda asıl anlamı ile “universitas”, öğrenci ve hocaların derneği anlamında kullanılmıştır.
Aslında üniversite tarihini Platon’dan başlayarak ele almamız gerekir. Platon, Akademia adı verilen bir zeytinlikte öğrencilerine ders veriyordu. Akademi’de öğrenciler, matematik, doğa felsefesi, politika ve moral değerler dersi alıyordu. Platon’un ölümünden sonra öğrencileri Akademi geleneğini sürdürdüler. MÖ. 5. yüzyılda kurulan Akademia, MS. 529’da Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından kapatıldı.
Antik Yunan’daki Akademiler gibi Hıristiyan dünyasındaki manastırlar ve katedraller ile İslam coğrafyasındaki medreseler alim, bilgin, kadı yetiştirmek gibi yüksek öğretim fonksiyonlarına devam ettiler.
Medreselerde din bilimleri, felsefe bilimleri, şer’i bilimler ve münazara (tartışma usülü ve adabı) dersleri okutulmaktaydı. Eğitimler bire bir şeklinde veya 2’şerli 3’erli gruplar şeklinde verilmekteydi. Öğrenciler, hocalar tarafından “zeka” testine tabi tutularak seçiliyordu ve sınıflar “zeka” seviyelerine göre belirleniyordu. Hocalar öğrencilerini, öğrenciler hocalarını seçebiliyordu. Medrese eğitimi için belli yaş sınırı yoktu. Medrese dersleri dinlemek üzere halka açıktı. Özellikle sabah derslerine dışarıdan katılım çoktu. Ayrıca eğitim ücretsizdi. Öğrencilere, belli seviyelerdeki dersleri aldıktan sonra icazetname (diploma yerine geçen belge) veriliyordu. İcazetname alan öğrenciler müderris (profesör) ve muid (asistan) olmaya hak kazanıyordu. Muidler, müderrislerin derslerine öğrencilerle birlikte giriyordu. Müderrisin dersinden sonra muidler aynı dersi öğrencilere tekrar anlatıyordu. (Müderrislere soru sormaya çekinen ve dersi anlamayan öğrenciler için.) Muidler, müderrisler ve öğrenciler arasında bir yer tutmaktadır.
Katedral okullarında geleneksel olarak yedi liberal sanat adı verilen ve iki ana grupta toplanan bir ders programı okutuluyordu. İlk grup olan Trivium; Gramer (dilbilgisi), Retorik (sözbilim) ve Lojik (mantık) derslerini içeriyordu. Quadrivium ise Müzik, Aritmetik, Geometri ve Astronomiden oluşmaktaydı. Yani öğrenciler metod öncelikli eğitim görmekteydiler. Ayrıca bazı okullarda diyalektik eğitimi verilmekteydi. Metodoloji derslerinden sonra temel bilim derslerinin verilmesi, bilim insanlarının farklı disiplinlerde uzmanlaşmalarını sağlamıştır.
Katedral okulları, günümüz üniversitelerinin temelini oluşturmaktadır.
Dönemin koşullarına göre üniversite sözcüğü, “universitas” tanımı, daha özelleşmiş bir kavrama büründü. Salerno tıp ve Bologna hukuk merkezlerinde okuyan öğrencilerin hem haklarını korumak hem de öğretim üyesi tutabilmek için 11. yüzyılda kurdukları loncayı tanımlamak için kullanılmıştır. Dönemin egemen gücünün kilise olması ve kilisenin ideolojisinin İtalya’dan yayılması “Universitas” kavramının İtalya’da tekrar tanımlanmasının nedeni olabilir.
Dönemdeki baskın güç din olduğu için üniversitelerde “dinsizlik ve sapkınlık” yapılmamasına özellikle dikkat ediliyordu. Öğrencilerle öğretim üyelerinin işbirliğine dayanan üniversitede, öğretim üyeleri geçimlerini öğrencilerden aldığı harçlarla sağlıyordu. Devletin merkezileşmemesinin etkisi üniversitelerde de görülmektedir. Sürekli kullanacakları binaları olmayan, merkezileşmemiş üniversitelerde okuyan öğrenciler, eğitimden memnun kalmadıkları takdirde başka şehirlere giderek burada eğitim alabiliyordu.Avrupa’da feodal dönemde kurulan ilk üniversiteler Bologna (1088), Paris (1150) ve Oxford (1167) üniversiteleridir. Bu üniversiteler iki farklı pedagojik ve kurumsal model etrafında gelişmiştir:
- Hocalar federasyonu/üniversitesi: Paris Üniversitesinde geçerlidir. Ağıklıklı olarak Aritmetik, Mantık, Müzik ve İlahiyat üzerine eğitim verilmektedir.
- Öğrenciler federasyonu: Bologna Üniversitesi. Hukuk ve tıp eğitimi verilmektedir.
- yüzyılda Rönesans, Reform, Aydınlanma, Hümanizm süreçlerinin Ortaçağ üniversitesi sistemine yaptığı baskılar sonucu açılan “modern” üniversiteler evrilerek günümüz üniversitelerini oluşturmuştur.
Köleci toplumda ve feodal dönemde ayrıcalık olarak değerlendirilen üniversite eğitimine kapitalist sistemde ise sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak üzerine sürdürülen bir iş aynı zamanda da bir sektör gözüyle bakılmaktadır.
Günümüze hakim olan kapitalist üretim ilişkisi, üniversiteyi asli gayesi bilim üretiminden alıkoymuştur. Üniversitenin bugün getirildiği akıl almaz hal, toplum yararına bir şey sunmaktan bir hayli uzaktır. Okula kabulün, rekabeti örgütleyen, fırsat eşitliğinin noksanlığına karşın tek tip sınavla sağlandığı bu sistemde kişi, öznesi olacağı üniversite içinde de aradığını bulamayacaktır. Üniversitede eşitlik ve öznelerin dengelenimi sağlanamamış, otoriteler var edilmiştir. Bilgiye ulaşımın kolaylaşmasıyla orantılı olarak artan bilgi kirliliği, bilim üretimini kısırlaştırmış, dersler verimsizleştirilmiş, sınav odaklı süreçlere evrilmiştir. Süreç değerlendirmeleri sağlıklı bir şekilde yapılmamakta, pedagojinin önemi göz ardı edilmektedir. Üniversite sayısı artmakta, nicel artışla niteliksizleştirme, içini boşaltma çabaları paralel gitmektedir. Tekel-üniversite bağıntısı, kendini üniversitenin yegane karar mercii belleyen şirketlerin kar odaklı rekabetini getirmiştir. Eğitim paralı, beslenme-barınma paralı, öğrenciler müşteri, gidişat kısırdır. Bu rekabet atmosferinin neticesi gelecek kaygıları ve son dönemde sıkça duymaya başladığımız intiharlar, mevcut düzen devam ettikçe ne ilk ne de son olacaktır.
Bugün, üniversite hem halktan hem hayattan kopuk vaziyettedir. Etrafı duvarlarla örülü, içi ortak yaşam alanlarından yoksundur. Öğrencilerin hayatı üniversiteye taşıma çabalarına ket vurulmakta, üniversitelere yerleştirilmiş baskı aygıtlarıyla tehdit unsurları güçlendirilmektedir. Polisle işbirliği halindeki güvenlik birimleriyle, sivillerle hatta yaratılan polis-öğrencilerle kuşatılmış üniversite, devletin ve geliştirdiği korku mekanizmasının hegemonyası altındadır. Son dönemde barış çağrısı yapan akademisyenlere karşı baskılar, tutuklamalar, kapılara bırakılan imzasız tehdit mektupları, isimlerinin teşhiri gibi tutumlar bu kontrolün şiddetini açık etmektedir. Üniversitenin gerçek öznelerinin yetki-karar hakkı gasp edilmiş, öğrenciler ve akademisyenler gözaltılarla sindirilmeye çalışılmış, öğrenci kulüpleri kapatılmış, bu özneler tarafından seçilmiş rektörler yerine üstten inme kararlarla “başkaları” atanmıştır. Üniversite bünyesindeki emekçilere söz hakkı tanınmamış, bilim yerine sermayeye hizmet eder hale geliş, beraberinde emek sömürüsünü getirmiştir. İşçiler çalışma saatlerinin çok üzerinde çalışmaya zorlanmış, oluşan darboğazların bedeli onlara ödetilmeye çalışılmıştır.
Mevcut sistemin örgütlediği kıyas ve ayrımlar, üniversite içinde de kendini belli etmiştir. Kadın öğrenciler, akademisyenler ve emekçiler cinsiyetçi söylemlerle, tacizle yüzyüzedir. Eril dil, yozlaşmış bilimin diline de sızmıştır. Taciz; sınıflara, yurtlara girmiştir. Ayrım kendini ekonomik yönden de var etmekte, kadın, eşit iş koşullarında çalıştığı erkekten daha az ücret almaktadır. Derhal son bulması gereken bu halin üzerine gereğince gidilmemekte, kendi çaresini arayan ve üreten kadınlar yıldırılmaya çalışılmaktadır. Cinsiyet bazlı ayrım, bu yalnızlaştırma düzeninin içinden türemiştir. Aynı düzen insanları birçok yönden yaftalamaktadır. Kişinin anadilinde konuşmasının dahi alçakça tepkilerle karşılandığı bu günlerde, üniversite programlarında anadil sorunsalı büyümektedir. Anadilde eğitim sağlanamamış, akademisyenlerin ifade özgürlükleri bir yana, bilimsel açıdan da söyleyebilecekleri kısıtlanmıştır. Bilimi ilerletmeye yönelik tutum alması gereken üniversitede bu yönden bir durağanlık, nefreti pekiştirmekteyse hız kazanan yapılanmalar görülmektedir.
Üniversiteyi kuşatmış bu sorunların alenen teşhiri, olması gerekeni kurma yolumuza ışık tutacak. Çözümü, kapitalizmin doğası gereği bu sistemin içinde aramak yanılgı olacaktır. Nasıl bir üniversite sorusunu şimdiden sormak ve tartışmalarımızı derinleştirmek ise hem bugünü değiştirmek hem de yarını örmek açısından önemli bir yerde durmaktadır. o
ESRA SOYBİR
Kaynaklar
Gürel O. (2002) Doğa Bilimleri Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi
Baran M. T. Medrese Eğitiminin Belli Başlı Özellikleri ve Bugünkü Eğitim Sistemi İle Bir Mukayese
Antalyalı Ö. L. (2007). Tarihsel Süreç İçerisinde Üniversite Misyonlarının Oluşumu. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2007/2, sayı: 6