İstanbul’da bir toplu taşımada, bir “erkek” tarafından tacize uğrayan kadın, bekleneni yapmadı, birdenbire, kendine sarkıntılık yapan, fermuarını açan “erkek”e dönerek bağırmaya başladı. Söyledikleri, çok değerlidir.
Tacize uğrayan kadın, sadece bağırmakla kalmadı. Her kadının ya da büyük bir çoğunluğun her gün, her an yaşadığı bu taciz durumunu, bu durumda kalabalıklar içinde yaşadığı “utanma” duygusunu, yaşadıklarını, son derece vurucu sözlerle ifade etti.
Tacizci, çoğunlukla “erkek”tir. Ve “erkek” olarak kendini üstün, kadını ise zayıf, dokunulabilir, ezilebilir, tokatlanabilir vb. görmektedir.
Tacizci, çoğunlukla, kadının, tacize uğrayanın, kalabalık içinde bu durumdan utanç duyacağı için, sessiz kalacağını hesaplamaktadır. Muhtemeldir tacizci, bu sessizliği “kabullenme” olmaya dahi yormaktadır. O kadar ileri bir durumdur ki bu, tacize uğrayan, utanç içinde, toplumsal baskı ve kabullerin baskısı altında ezilirken, tacizci, sanki kendini “şeyi ile dokunduğunda kutsal bir iş yapan” varlık olarak görmektedir. Camide imamın, aile içinde büyüklerin, yan köydeki “cinci hocanın”, Ensar Vakfı’ndaki yöneticilerin, yurtlardaki yöneticilerin, kuran kurslarındaki ve tarikatlardaki abilerin-ablaların sürekli yaptıkları şey budur. Ve toplumsal ortalama bilinç, kadını ikinci sınıf varlık olarak kabul eden erkek egemen ideolojinin ta kendisidir. Bu nedenle, tüm bu taciz ve cinsel suçlar, “iyi hâl” indirimine layık görülürler. Tüm devlet yönetimi, Saray Rejimi’nin hemen her kademesi, bu çağdışı saldırganlığı hoş görmekte, bunda bir “kutsallık” aramaktadır.
Kendisi de “kadın” olan bir bakan, “bir kereden bir şey olmaz” diyerek, çocukların uğradığı cinsel saldırıyı kutsamıştır.
Acaba hangisi daha ağır bir suçtur; bizzat çocukların tacize uğraması mı, 21 yüzyılın ilk çeyreğinde bir kadın bakanın “bir kereden bir şey olmaz” sözleri mi? Hangisi daha ağırdır?
Din bayrağı altına saklanarak, çoluk-çocuk demeden, kadın-erkek demeden, her yerde cinsel saldırıyı, tacizi kutsamaya başlayan, her türlü saldırganlığı örtmek için din şalını kullanan Saray Rejimi, cinsel saldırılarda yeni merhaleler kaydediyor. Çocukların cinsel tacize uğraması yetmiyor, bir de bunun üzerine, acaba “3 yaşında tacize uğrayan çocuğu tacizcisi ile evlendirmek dinen caiz midir” tartışmaları yükseliyor. Henüz, tacize uğrayan erkek çocukları için, Saray Rejimi ve onun emrinde dini öteye beriye çeken “uzmanlar”, henüz bir öneri geliştirmediler. Bu konuda da yeni merhaleler kat edeceklerine inancımız tamdır.
Tacize uğrayan çocuğun kaç yaşında olduğuna bağlı olarak tacizcisi ile, yani tecavüzcüsü ile evlendirilmesi isteği, bir insan toplumunda yaşayan, bu nedenle annesi, kızkardeşi, kız arkadaşı, sevgilisi vb. olmuş bir insanın tartışabileceği bir konu değildir. Bunu tartışabilen kafalar, ihtimal odur ki, toplum dışı, hasta ruhlu insanlardır ve bunlara insan demeye bin şahit lazımdır. İster misiniz, tacizcisi ile evlendirme meselesini tartıştıran yöneticilerin, kendi çocuklarına bu tacizci takımı dadansın? Elbette istemezsiniz. Ama tacizci değil mi bu, bir bakmışsın, kendine yüksek kademelerden bir “kayınbaba” bulmaya karar vermiş ve işini bu doğrultuda yapmaya başlamış. O zaman bu tacizcisi ile evlendirme tartışmasını yürütenler, kalkıp, bizden ya da toplumdan değil, kendilerinden utanacaklar mı?
Biraz uzattık mı? Belki ama cinsel saldırı suçlarında durum, bizim burada anlattıklarımızdan çok daha kötüdür. Evinde ailesi tarafından tacize uğrayanlar, okulda, işyerinde, hele ki dinî kurumlarda tacize uğrayanlar sayılabilir durumda değildir. Öyle anlaşılıyor ki, ülkemizde “erkek egemen ideoloji”, baskının her alanında olduğu gibi bu alanda da yepyeni saldırganlıklar sergilemektedir.
İşte durum bu kadar ağırdır.
Toplu taşıma araçlarında cinsel tacize uğrayanlar, bu genel durum içinde seslerini çıkartamaz durumdadır. Bilmem nasıl giyindi diye saldırıya uğrayanlar, öldürülenler, uğradıkları saldırı ile kalıyorlar. Saldırganlar, eğer öldürme noktasına gelmemiş ise, “kahraman”vari açıklamalarla serbest bırakılıyorlar. Bu, korkunun daha da artmasına neden olmaktadır.
İşte, adını bilmediğimiz kadının toplu taşıma aracında, fermuarını indiren “erkek”e dönüp, ben susmayacağım, diye haykırması, bu nedenle çok önemlidir. Kendisini sarılıp öpmek, tebrik etmek isterim. Sadece tepkisini ortaya koymakla kalmadı, aynı zamanda, ne yapılması gerektiğini çok güzel ifade etti.
Bilinç işte budur.
“Ben susmayacağım, sen utanacaksın.”
Tam da bunu yapmak gerekiyor.
Kadın sustukça, tacize uğrayan utandıkça, tacize uğrayan uğradığı durumu anlatamaz hâle geldikçe, yaşadıklarını anlattığı en yakınlarının bile kendisine “şüphe” ile baktığını gördükçe, tacizci utanmıyor.
Tacize uğrayan, en çok da kadın sustukça, kendisi utanıyor.
Kadın sustukça, saldırgan, suçlu, “kahraman” oluyor. Mahkemesi, polisi, seyreden kalabalıkları hepsi, hepsi ona dokunmamak için hareket ediyor. Hepsi anlaşmış gibi, saldırıya uğrayan kadına “suçlar” gibi bakıyorlar.
Hem tacize uğrayan, hem de utanan, kadının kendisi oluyor.
Bu nedenle, yerindedir.
Susmayacağız ve onlar utanacak.
Utanması gereken saldırıya uğrayan kadın, çocuk, kurban değildir. Utanması gereken, saldırgandır ve utancında boğulacak kadar büyük bir suç işlemektedir. Yasalar, erkek egemen ideolojinin ürünü olarak, saldırganın açıkça yanındadır. Açıkça, “dişi köpek kuyruğunu sallamasa” diye propaganda yapmaktadırlar. Köpek olmayı onlar bu kadar kolay kabul edebilirler, ama hiçbir kadın, hiçbir tacize uğrayan kişi, hiçbir tacize uğrayan hayvan, bir canlı olarak kuyruğunu sallayan cümlesindeki anlamda köpek değildir.
Polisi, kolluk kuvvetleri, ortalama toplumsal kabulleri, mahkemeleri, hepsi bu cinsel suçlarda saldırganın yanındadır.
Bu durumda, kadının kendini savunması için her önlemi alması zorunlu hâle gelmiştir. Toplu taşıma araçlarında dahi bu saldırganlıktan utanmayan “erkek” varlığı, sadece kadınları değil, bir insan cinsi olarak erkekleri de rahatsız etmelidir. Bundan rahatsız olmayan erkek, sevgilisinin, eşinin, kızının, kızkardeşinin, komşusunun, herhangi bir kadının ve hatta ve hatta aynada kendisinin yüzüne bakamaz durumda demektir.
Utanma duygusu işte buradadır.
İstanbul’da bir toplu taşıma aracında saldırıya uğrayan kadının, “ben susmayacağım, sen utanacaksın” cümlesi, tam da yerine oturmaktadır.
Bu, yeni bir bilincin de işaretidir.
Gelişmekte olan devrim, Gezi’de Taksim’i bir süreliğine özgürleştiren dalga, dünyanın her alanında, en başta yanıbaşımızda Kürdistan’da gelişen devrimler, kadının büyük rol oynadığı, oynayacağı süreçlerdir. Toplumun özgürleşmesi, burjuva egemenliğin yıkılması mücadelesinde, sosyalizm mücadelesinde kadının oynayacağı rolün en açık göstergesidir bu.
O toplu taşıma aracında ifade edilen söz, gerçekten de her türlü cinsel ayrımcılığa karşı, her türlü cinsel saldırıya karşı alınması gereken tutumun ifadesidir.
Susmayacağız, onlar utanacak.
Aile içinde, işyerinde, sokakta, okulda, dinî eğitim verilen kurumlarda, toplu taşıma alanlarında, mahallede, hayatın her alanında cinsel saldırıyı duyuracağız, sesimizi yükselteceğiz, saldırganı deşifre edeceğiz.
Biz susmayacağız, onlar utanacak.