Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum Naci’ye ve kayyum yönetiminin kararlarına karşı eylemler devam ediyordu. 4 Ekim günü, Naci İnci’nin kayyumluk binasından çıkması ardından öğrenciler “istifa” sloganlarıyla Naci ve kayyum kadrosunun üzerine yürüdüler. Kayyumun kaçarcasına arabasına binmesi üzerine öğrenciler arabanın önüne geçerek, direnişimizin taleplerini söylemekte ısrarcı oldular. Bir arkadaşımızın makam arabasının üzerine çıkması ile öğrencilerin ıslıkları alkışlarına karıştı. Ardından ÖGB ve polisler öğrencilere saldırdı.
Ertesi gün Boğaziçi Kampüsü çevresinde Berke ve Perit gözaltına alınmış ve kayyum rektörün şikâyeti etkili olmuş olacak ki, Saray’ın da hedef göstermesi üzerine, tutuklanmışlardı. Bir yıldır devam eden Boğaziçi Direnişi’nden öğrendiklerimizle Boğaziçi öğrencileri yeni dönemi eylemlerle açmış oldu. O günlerde süren meclis tartışması, her gün kurulan direniş çadırının o günlerde ısrarla kuruluyor olması ve okul içerisinde süren eylemler direnişin sürekliliğine işarettir. Tek başına Boğaziçi Üniversitesi değil, yurtlarda kendi talepleriyle eyleme çıkan öğrencilerin, “Barınamıyoruz” diyerek Ankara’ya yürüyen öğrencilerin, Mülkiye Dayanışması’nın çağrısıyla bir araya gelen öğrencilerin aldığı tutum, bu direnişin öğrettikleriyle kampüslerde kendini var ettiğini gösterir.
Gelelim tekrar 4 Ekim gününe. Naci İnci’nin yüzüne karşı “istifa” sloganı atmak, arabasının üzerine çıkmak bir yıllık direnişimizin biriktirdiği bir niteliğin açığa çıkması, hayatla çarpışmasıdır. Eylem arabaya çıkmaktır ancak sonuç aylardır istifa için zorladığımız bir kayyumun ve onun nezdinde Saray Rejimi’nin iktidarını sarsmaktır. O arabaların dokunulabilir olduğunu görmüş olduk. Bu tartışmayı açmamızın bir nedeni yapılan eylemin birkaç kişiden menkul ele alınarak ve radikal bir eylem olarak gösterilerek Boğaziçi Üniversitesi içerisinde örgütsüz bir eylem olarak gösterilmeye çalışılmasıdır. Bu tartışmayı yürüten arkadaşların niyetinden bağımsız; tartışmanın kendisi hareketsizliği örgütlemiş, eylemi radikal göstererek cesareti kırmaya yönelik bir tartışma olmuştur. Ancak gerçek bu değildir. Arabanın üzerine üstü çıplak bir şekilde çıkmak Boğaziçi Direnişi’nin ruhunu karşılayan, direnişi bir adım öteye taşıyan ve akıllarda yer edecek bir eylemdir. Hatırlayalım, ilk günden beri taleplerimiz arasında bileşenlerle rektörlük seçimleri varken, seçimi örgütlemeye çalışırken bu eylem öğretti ki kayyumlar dokunulmaz değildir, üzerlerinde tepinmeye hakkımız vardır. Öğrendiklerimizle hareket edip, kayyum yönetimini tanımadan seçimleri örgütlemenin, üniversiteyi yönetme iradesini koymanın önü açılmıştır.
Tartışmayı açmamızdaki diğer bir neden ise dün direnişe omuz veren tüm dinamiklerin Berke ve Perit’in tutuklanması ardından hareketsiz kalmasıdır. Bu bir sonuçtur ve nedenlerini incelemek istiyoruz.
4 Ocak 2021 günü İstanbul’un birçok üniversitesinden Güney Meydan’da bir araya gelen öğrenciler Boğaziçi Direnişi’ni oluşturanlardı. Daha sonra bu direniş farklı illere ve farklı üniversitelere yayılmış ve direniş Boğaziçi Üniversitesi merkezli olsa da direnişin talepleri faklı üniversitelerde, farklı sokaklarda örgütlenmişti. Bu noktada direnişe dair fikir yürüten, eyleyen, dayanışmalar kurup kendi üniversitesine direnişin taleplerini taşıyan her öğrenci direnişin öznesidir. Son dönemlerde öğrenci hareketinin örgütlü, siyasi yönü önde olan bu direnişine yön vermek ise her devrimci örgütün sorumluluğudur. Nasıl ki 4 Ocak günü önümüze konulan turnikelerden atlayıp direnişi bir adım öteye taşıdıysak, direnişin tutuklusu olan iki arkadaşımızın eylemini sahiplenmek ve onların tutukluluğuna son vermek için hareket etmek de devrimcilerin görevidir. “Boğaziçi’nde yaşananlara üniversitenin kendi özneleri ses çıkartmalıdır, biz müdahale edemeyiz” tarzındaki ifadelerin, direnişçi kitleyle örgütlü aklın buluşmayacağına olan inançtan ve kitleye olan güvensizlikten beslendiğini düşünüyoruz.
Arkadaşlarımızın tutukluluğunun ardından Kaldıraç Üniversite olarak yukarıda belirttiğimiz değerlendirmeleri önümüze koyarak bir kampanyanın örgütlenmesi ve Berke’nin, Perit’in tutukluluğuna son vermek için bir güç yaratılması gerektiğini düşündük. Daha önce de Doğu ve Selo’nun tutuklanmasının ardından 9 arkadaşımızın tutuklandığı o furyada, hızlıca direnişin tüm dinamikleri yan yana gelmiş, kampanya örgütlemiş ve taleplerini gür sesle dile getirmişti. Bu çalışmanın etkisiyle de tutuklu arkadaşlarımız serbest bırakılmış, direnişin talepleri dayanışmalar ve inisiyatifler aracılığıyla yaygınlaşmıştı. Bu satırları okuyan arkadaşımızın aklına o günlerde direnişin bugünden daha canlı olduğu ve böylesine bir kampanyanın o günlerde örgütlenmesinin mümkün olacağı gelmiş olabilir. Direnişin ivmesi bir yıllık süreç içerisinde değişmiştir, doğrudur, zira hareketin doğrusal bir grafikle yükselmesini beklemek kaba bir yaklaşımdır. Direnişin ivmesini değil, direnenlerden yana olanların sorumluluklarını tartışmak isteriz. Bu nedenle koşullar ne olursa olsun direnişin tutsağı iki arkadaşımızı gündem olarak önümüze koymak gerekmektedir. Bu gereklilik akla gelmiyorsa, özne olmak ile ilgili tartışmaya geri dönülmelidir.
“Berke’ye Perit’e, Üniversiteye Özgürlük” kampanya sürecinin hangi koşullarda geliştiğini tarif ettik. Yazımızın devamında kampanyanın içeriğinden ve eylemlerinden bahsedeceğiz.
Kaldıraç Üniversite olarak Boğaziçi Üniversitesi içerisindeki inisiyatiflerle, diğer üniversitelerdeki dayanışmalarla ve devrimci örgütlerle birlikte bir kampanya örgütlemek için çağrı yaptık. Bu çağrılara geri dönüş maalesef beklediğimizden çok daha az oldu. Boğaziçi Üniversitesi içinden Boğaziçi Öğrenci Meclisi, Boğaziçi Nöbeti, Boğaziçi Direnişi, Özgür Boğaziçi ekipleri; üniversite dayanışmalarından Koç Üniversiteliler Dayanışması, Yıldız Dayanışması, İstanbul Üniversitesi Dayanışması, MSGSÜ öğrencileri, İTÜ Dayanışması; devrimci kurumlardan SGDF, Köz, YDG, Kaldıraç Üniversite kampanyanın örgütleyicisi olarak ilk toplantıya katılmıştır. İlk toplantının gündemleri, kampanyanın içeriği, başlangıç ve bitiriş tarihi, Berke ve Perit’i alma hedefiyle eylem ve ajitasyon-propaganda faaliyetleri olmuş ve bu doğrultuda planlama yapılmıştır.
Bir aylık bir süreyi kapsayan kampanyanın; deklarasyon, ardından Silivri Hapishanesi önünde bir nöbet eylemi ve Berke ve Perit’in davasının olduğu gün bitirilmesine karar verilmiştir.
Ajitasyon propaganda materyallerini belirlerken ortaya çıkan birkaç tartışmayı açmak isteriz. Kampanyanın sloganının genel geçer olmaktan çıkarılıp, bugün Boğaziçi Direnişi kitlelere ne ifade ediyor, bu direniş hangi taleplerle sürmekte, arkadaşlarımızın tutukluluk sebepleri nedir ve bunun için nasıl bir direniş çizgisini ortaya koyacağımız fikriyle tartışma açmıştık. Önerilerimizden birisi; “Bir araba değil üzerine çıktığımız, iktidarınızı sarsıyoruz” olmuştu. Eylemde üzerine çıkılan yalnızca bir araba değildi, Saray’ın temsilcisi Naci’nin arabasının üzerine çıkılmıştı. Ardından devletin hedef göstermesi ile tutuklanan arkadaşlarımızla bir kere daha gördük ki direniş devam ettikçe Saray’ın korkuları boy göstermekte ve iktidarı sarsılmaktadır. Tekrara düşmemek adına birkaç paragraf önce eylemin analizini yapmış ve siyasi olarak ne anlama geldiğini açıklamıştık. Öğrenci hareketinin ihtiyacı iktidar ufkundan bakan, ne istemediğinin yanında neyi istediğini bilen ve bunu örgütleyen bir yapıya evrilmesidir. Önerdiğimiz slogan bu perspektifin bir sonucudur. Bu öneri, Berke ve Perit’in tutuklandığı günlerde Kaldıraç Üniversite olarak yazdığımız bildiride kullandığımız için kabul görmedi. Eleştirdiğimiz nokta, sloganın içeriğinin tartışılmasından ziyade kim tarafından kullanıldığının tartışmada belirleyici olmasıdır; biçimin içeriğin önüne geçmesidir. Atılan her sloganın, kullanılan her şiarın üretildiği bir yer/masa vardır. Örneğin bugün yaygın olarak kullanılan “Kadın cinayetleri politiktir”, “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır” “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” gibi sloganların hepsi bir biçimde bir yerde üretilmiştir. Burada bizim konumuz sloganın nerede üretildiği değil içeriğinin ne anlattığıdır. Şiara gelen itiraz, mülkiyetçi bir yaklaşımla sistem içi bir bakış açısının sonucudur. Rekabeti öne çıkartan, içerikten kopartan bir yerden tartışmaktır.
Bir diğer tartışma açan slogan ise “Arkadaşlarımızı alacağız, Naci seni de göndereceğiz” oldu. Gelen tartışmalar arasında Naci diyerek olayı kişiselleştirmememiz gerektiğiydi. Devrimci bir örgüt olarak bu konunun şahsî olarak algılanmaması gerektiği kanısında olsak da neden bu sloganı önerdiğimizi birkaç temelde açıklayalım. Can Yücel’den alıntıyla, “Bizde göte göt derler.” Bu kadar sade olmalıdır konu. Lügata uygun tanımlayacak olursak, eşyayı adıyla çağırmak lazım. Bu nedenle, odağı netleştirerek söylemi bu odağa uygun, en sade biçimiyle ifade etmek gerekir. Hatırlayalım, ilk tutuklanan arkadaşlarımızın ardından örgütlediğimiz kampanya sürecinde kitleden çıkan bir şiar “Arkadaşlarımızı alacağız, Melih’i göndereceğiz!” şeklindeydi. Yani direnişin bütününden bakarak iki net hedef çiziyordu; tutuklu arkadaşlarımızı almak ve Melih Bulu’yu göndermek. Direnişin ilk aylarında ne zaman Melih Bulu’nun istifası hedefiyle bir eylem olduysa o zaman devlet cephesinden bir ses geldi, konu kürsülere taşındı. Hatta Cumhurbaşkanı “Melih Bulu’ya dokunan bana dokunmuş demektir” diyerek himayesine aldı. Melih Bulu direnişle gönderildi, tutuklu öğrenciler serbest bırakıldı, direnişin bir kazanımı oldu. Doğrudur, Melih Bulu demek tek başına bir kişiyi tarif etmez. Naci İnci de yalnızca bir fizik hocası değildir artık. Devletin üniversiteler üzerindeki baskısını, bunu işletecek mekanizmalarını, bütünde Saray Rejimi’ni tarif etmektedir. Naci, Saray’ın atadığı bir kayyumdur, üniversiteleri abluka altına almanın, öğrencilerini tutuklatmanın adıdır. Arkasında yatanı görüp, bütünüyle değerlendirirsek sloganı anlamak kolaylaşacaktır.
Bu tartışmanın ışığında, “Berke’yi Perit’i alacağız, Naci’yi de kayyumları da göndereceğiz” sloganında toplantı bileşenleriyle ortaklaştık. Diğer sloganlar ve tasarımlarla materyallerin basımına geçildi. Materyaller basıldıktan sonra “Berke’yi Perit’i alacağız, Naci’yi de kayyumları da göndereceğiz” sloganının kullanılmasına toplantı bileşeni olan bir kurumdan itiraz geldi. Toplantıda kararlaştırılmasına rağmen toplantı notlarında bu kararı eksik bırakmanın hatasıyla çıkan slogan tartışmasındaki hatamızı kabul etmekteyiz. Diğer yanıyla, itiraz getiren kurum da kararın alındığı toplantıda bulunmaktaydı. Tartışmalar ancak toplantıda netleşir bu yüzden örgütleyici kurumların itirazlarını çözümleri ile toplantıya taşımalarını beklerdik; ancak tartışmalar telefon mesajı düzleminde kaldı. Kararın bu şekilde alındığını, toplantı alınarak tekrar değerlendirilebileceğini belirterek konuyu toplantıda gündem etmeye davet etsek de bu davetimiz karşılık bulmadı. Toplantılara gelmemek, tartışmaları ve çözümlerini buraya taşımamak; eleştiri-tartışma-eylemde birlik ilkesini işletmemektir. Kavga arkadaşlığını, birlikte iş yapmanın üretkenliğini zedeler bir tutumdur.
Süreç içerisinde farklı tartışmalar yaşanmıştır, tartışmaların içeriğine değinmiş olsak da amacımız yaklaşımı ele almaktır. Toparlamak adına; tartışma konusu toplantıda açılmalı ve toplantının diğer bileşenleri ikna edilmelidir. Eylemde birlik sağlanmalı ve eylemin değerlendirmesinde tartışma yaratan konu tekrar ele alınmalı, eylemin sonuçlarıyla tartışma sonlandırılmalıdır. Ancak toplantılarda gördüğümüz, devrimci kurumların tartışmalarda ısrarcı olmayıp kampanya grubundan çıkması; itirazları doğrultusunda ya da değil, Berke’nin, Perit’in tutukluluğuna ilişkin başka bir eylemin bu kurumlar tarafından örgütlenmemesidir. Örgütleyici kurumların tartışmalarını nihayete erdirmediği, kampanya grubundan çıkmasa da toplantıda gerek ajitasyon-propaganda gerek örgütlenmeye dair alınan sorumlulukların yerine getirilmemesidir. Bu sorumlulukların yerine getirilmemesi nedeniyle, asılması hedeflenen sayıda basılan materyallerin birçoğu kullanılamamış, metinlerin hazırlanması aksamıştır. Elbette ki tartışmalar sonucunda ortaklaşamadığımız durumlar olur, eylemde birlik sağlamayabiliriz ama buradaki itirazların samimiyetini itirazlar doğrultusunda eylemlerin örgütlenmesinde görürüz. Bugün bu sorunları önümüze koyup çözüm adına bir adım atmazsak ileriki süreçlerde aynı sorunların devam edeceğini düşünüyoruz.
2 Ocak’ta gerçekleştirilen Silivri Hapishanesi önündeki eylemin değerlendirmesi, odaklı bir çalışmanın ve gündem oluşturmanın etkisini eksikleri, aksaklıklarıyla da olsa kanıtlar niteliktedir. Eyleme çağrı için kent merkezlerinde ve üniversitelerde bildiriler dağıtılmış, çok kısa sürede bildiriler tükenmiş, çevreden bildiri dağıtımına katılanlar olmuştur. Boğaziçi Üniversitesi’nde çağrı standı açılmış ve sadece Boğaziçi’nde eyleme katılım ya da kampanyaya destek vermek amacıyla 60’a yakın kişi ismini yazdırarak iletişime geçmiştir. Boğaziçi Nöbeti, Özgür Boğaziçi, İstanbul Üniversitesi Dayanışması, Yıldız Dayanışması, Koç Üniversiteliler Dayanışması, İTÜ Dayanışması sticker-afiş asımı, stand açmak, kartpostal hazırlamak vb. eylemlerle süreci örgütlemiştir. Bir stand açma ile birkaç bildiri dağıtımı ile görüyoruz ki konuyu destekleyen, özne olmak isteyen kitle vardır, biz gitmediğimiz sürece kitlenin yapmasını beklemek ve sonrasında dahil olmak işi kendiliğindenliğe bırakmaktır. Eylem günü 2 otobüsü doldurup 40’tan fazla kişiyle Silivri’de tüm engellemelere rağmen eylemimizi gerçekleştirdik. Sadece tutuklu arkadaşlarımız için değil hepimiz için eylemi yapabilmek moral olurken Berke ve Perit sosyal medyada kitleler tarafından gündem hâline gelmiştir. Dava duruşmasına 5 gün kala devleti sıkıştırdığımız bir pozisyon yarattığımızı görmek gerekir. “Aman onu deme, Silivri soğuktur şimdi” mizahı artık geride kalmış; güneşli bir günde şiirler, türküler, sloganlarla Silivri’ye gitmek, eylem yapmak gerçek olmuştur. Direnişçiler neredeyse eylem alanı orasıdır.
Son olarak 7 Ocak gününü değerlendirmek istiyoruz. 7 Ocak, Berke ve Perit’in davalarının olduğu gündü. Bütün bir yazı boyunca anlattığımız devrimci örgütlerin arkadaşlarımızın tutukluluk sürecinde kendini özne olarak görmeyip, işe girişmemesine rağmen Berke ve Perit’in serbest kalma haberinde “arkadaşlarımızı aldık” söylemini samimiyetsiz bulmaktayız. Gerek Naci’nin arabasının üstüne çıkma eylemi, gerek öğrenci hareketinin 2 tutuklusu olan arkadaşlarımızı sahiplenme konusundaki yaklaşımın hatalı olmasından kaynaklı eylemsiz geçirilen bu sürecin sonunda “arkadaşlarımızı aldık” ifadesinin lafta kaldığını düşünmekteyiz, zira bilinç eylemde ifadesini bulur. Yaptık diyebilmek için önce eylemek gerekir.
Önümüzde öğrenci hareketinin renkleriyle, direngenliğiyle, siyasi hattının netliğiyle gelişeceği günler var. Amacı bu harekete yön vermek, adımlarını tarihin akışına uydurmak olan yoldaşlarımızın, kavga arkadaşlarımızın bu yazıyla ortaya koyduğumuz tartışmalara katkıda bulunmasını bekliyoruz.
Son söz olarak: Arkadaşlarımızı aldık, Naci seni de göndereceğiz. Üniversiteleri biz yöneteceğiz!