Onlar, adına ekonomi dedikleri bir ders koyarlar ve buradan, ekonominin çok da gerekli olmayan bir şey olduğunu açıklamaya başlarlar. Zaten, “ekonomi- politik” reddeildi mi, geriye ekonomi bilimi adına, bazı istatistiksel analizler dışında hiç bir şey kalmaz.
Borsada dönen hokkabazlıkları anlamak için, ekonomi bilgisinden çok, piyasa bilgisi gereklidir ve kumarhane işletmeciliği bunu rahatlıkla öğretir. Biraz para sayabilecek bir “yetenek”, biraz hırs, biraz paraya tapınma, biraz rakamları eğip bükme ve bol hile ve dolap bilme önemlidir.
Ve kapitalist sistem, bugünlerde borsa da dönen kumardan anlamayana, ekonomist demiyor.
Bir üniversitede öğrettikleri kadarı ile ekonomi bilgisi, mesela bize, 11 Eylül saldırılarını anlama olanağı vermez. Çünkü bu, tamamen bir saldırıdır ve ekonomiden tamamen ayrıdır. Zaten, her şey birbirinden ayrıdır. Bir kumarhane sistemi ile milyonlarca insanı açlığa itmek ile, kilisede ya da camide ibadet etmek birbirine karıştırılmaması gereken tamamen ayrı konulardır. Hiç bir şey, bir diğeri ile bağlı, bağlantılı değildir. İşte size açıklama metotları. 11 Eylül saldırısı ile, mesela onu takip eden 5 yıl içinde, dev silah şirketlerinin cirolarında ve karlılığında meydana gelen artış arasında asla ilişki olamaz. Haşa. Hatta, silah sanayinin bu denli desteklenmesi ve savunma harcamalarındaki astronomik artışlar, kapitalist sistemin krizine çare aramak da değildir. İşte size günümüzün cilalı ekonomisti.
Oysa hayatın gerçeği böyle değildir. Nasıl ki, bir montaj hattında, sadece vida sıkan bir işçi, ne ürettiği ile ilgili değildir ve bunu sağlayan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyettir, aynı şekilde borsadaki hisseler üzerine ekonomik-istatistiki analizler yapan bir kravatlı uzman da, ekonomik sistemin farkında bile değildir ve bunu sağlayan, üretim araçları ve bilgi üzerindeki özel mülkiyettir.
Bugün, bir ekonomiste Türkiye ekonomisi hakkında sorular sorarsanız, size bir çok laf edecek, ama gerçekte, bir tek anlamlı söz söylemeyecektir. Ekonomi-politik biliminden uzaklaşınca durum bu olur.
Mesela, doların neden yükseldiğini, ya da neden yükselmediğini tartışanlara bakın, hepsi, yalan söylüyor veya söylenen yalanları tekrarlıyorlar. Trump gelince böyle oldu, tüm dünyada dolar yükseliyor vb. Bunlar elbette açık yalanlardır.
Mesela doların yükselmesinde, çökmekte olan ekonominin, çökmekte olan inşaata dayalı sistemin, büyük rant ekonomisinin payı yok mudur? Mesela, Suriye savaşının ve bu savaşta Türkiye’nin kaybeden tarafta olmasının, bu arada da yaptığı savaş harcamalarının payı yok mudur? Mesela, Kürt halkına karşı yürütülen savaşın maliyetleri bunda etkili değil midir? Mesela burjuva anlamda dahi, hukukun ortadan kaldırılmasının bunda payı yok mudur?
Eğer ekonomistimiz bu alanlara girer, bu alanlar üzerinden analizler yapmaya başlarsa, kendisine “konuşma yasağı”, “susma mecburiyeti” getirilecektir. Elbette, hala “özgür” olmaya devam da edecektir.
***
Diyelim ki ekonomistimize, ülke ekonomisinin durumunu soralım. Size pembe bir tablo çizecektir, yoksa zaten kendisi “ateşte kızartılma” cezasına maruz kalacağını bilmektedir.
Efendim, ne kadar otoyol, ne kadar köprü, ne kadar havalimanı yaptıklarını anlatacaktır. Ama bu arada kapanan fabrikaları söylemeyecektir. Özelleştirmeleri, bir başarı olarak sunacaktır.
Mesela özelleştirmelerden gelen 62 milyar doların, 2002 yılından bu yana, acaba, örtülü ödenek harcamaları ile bağını kuracak bir ilişkiden söz etmeyecektir. Örtülü ödeneğin ise ne için kullanıldığı hakkında hiç bir şey söylemeyecektir. Şeffalıktan söz edecekler ama örtülü ödenek harcamaları hakkında bilgi vermeyeceklerdir. Burada az buz bir miktardan söz etmiyoruz. Bu paralar ile, örtülü ödenek harcamaları arasında acaba bağ var mıdır?
***
Üçüncü köprünün, ne demek olduğu üzerine konuşmayacaktır. Üçüncü köprü, ihaleye ilk çıktığında, kamulaştırma harcamaları ne kadar idi, ikinci kere çıktığında ne kadar idi? İkinci kere ihaleye çıktığında, o zamanın ulaştırma bakanı, bugünün Başbakanıdır ve 2 milyar dolarlık kamulaştırma harcamasının kime yapıldığını biliyor olmalıdır.
Köprünün, hangi ulaşım sorununu çözdüğünü, İstanbul’da günlük trafiğin ne kadar da rahatladığını bize kim anlatacaktır?
Köprünün geçiş ücretlerini, bu ücretlerin dolar cinsinden deklere edilmesini bize anlatmayacaktır. Devletin, her gün köprüden belli sayıda aracın geçişini garanti ettiğini söylemeyecektir. Ve utanmadan bize, aslında köprü için devletin para vermediğini söyleyecektir. Yalan, kuruklu yalan olmadan yoluna devam edemez.
***
Neden üretime dönük yatırımlar yok ediliyor da, ranta dayalı bir ekonomi yaşatılıyor? Bu konuda bize bir şey söyleyecek bir ekonomi-politik karşıtı ekonomist var mıdır? Tüm otoyollar, tüm köprüler, tüm havalimanları birer rant kapısıdır ve böyle planlanmıştır. Bu aynı zamanda, her açıdan bir yağma ekonomisidir. Doğa yağmalanmaktadır, tüm ülke kaynakları yağmalanmaktadır, vergi gelirleri yağmalanmaktadır. Hem de öyle bir hızla yağmalanmaktadır ki, görünüşe göre, ülkeyi yönetenler, kendilerine çok kısa bir iktidar ömrü biçmektedirler ve bu nedenle alabildiğine hızlı bir yağma hareketi yürütmektedirler.
Bugün, Kasım sonu itibari ile, ülkede var olan ekonomik kriz, sanıldığı ya da gösterildiğinden daha derindir. Elbette bunun bir yanı, dünya kapitalist sisteminin krizinin etkileridir. Ama daha önemlisi, Suriye savaşı ve içerde süren savaş halidir. Bu iki savaş atlanarak, kriz anlaşılamaz.
Kriz, ancak dolar kuru yükseldiğinde anılmaya başlanmaktadır. Oysa konu sadece bu değildir. Ülkede, büyük ölçüde bir yağma ekonomisi vardır ve bu dünya çapında süren paylaşım savaşımı ile de bağlıdır. Bu yağma büyük karlar, yeni süper zenginler demektir. Ama aynı zamanda büyük yoksulluk, büyük fakirleşme de demektir. Gelirin yeniden dağılımı demektir.
Bugün, ülkedeki hemen herkes, gelecek gelirini harcamaktadır. Kredi kartlarına, bireysel kredilere, konut kredilerine büyük oranda gömülmüş bir gelecek sözkonudur. Ve çok küçük bir kırılma, zincirleme reaksiyonlara gebedir.
Bugün, işsizlik rakamlarının yükselmesi, doların yükseleşinin geliri azaltıcı etkileri vb, büyük ölçüde kırılmalara neden olacaktır. Krediler ödenemez hale gelecektir. Bankaların elinde şimdiden biriken konutlar, giderek düşük fiyatlara pazara sunulacaktır. Büyük çaplı islafla devreye girecektir. Devlet, süreci toparlamak için, mutlaka faiz artışına gidecek, zaten çok düşük olan doviz rezervlerini tüketecektir. Konut alanında bir çökme, rant ekonomisinin zorunlu sonucudur. Başkası mümkün değildir.
Krizin faturası halkın üzerine yıkılacaktır. İlk iş olarak ücreleri aşağıya çekici bir sistem devreye girecektir. Ücretlerin satın alma gücü düşecektir.
İkinci olarak, zorunlu tasarruf fonu gibi fonlar, işsizlik sigortası gibi fonlar kurulacak, ve tamamen yağmalanmaya açılacaktır. Bu elbette işçi ve emekçilerin gelirlerinin gasp edilmesidir. Daha şimdiden Bireysel zorunlu emeklilik sistemi oluşturma çabaları biliniyor.
Elbette, üçüncü olarak, sendikalara karşı bir saldırı devreye sokulacak, sendikaların ses çıkarması önlenmeye çalışılacaktır.
Dördüncü olarak, küçük esnaftan, küçük burjuvaziden, değişik adlarla, kelle vergisine benzer vergiler yolu ile paralar toplanmaya başlanacaktır. Vergiler artırılacak vb.
Tüm bunlar, büyük çapılı yoksullaşma sürecidir. Krizin faturasını halka yıkmanın en önemli aracı, kuşkusuz baskı ve şiddettir. Devlet, bu nedenle, çobanlık sistemini tartışmaya açmış, bu arada da baskı ve şiddeti , halka karşı yasakları artırmıştır. Bir koyun sürüsünü yönetir gibi, ülke yönetilmek, işçi ve emekçiler sürüleştirilmek istenmektedir.
Borçlu olma, işsizlik tehtid olarak kullanılmaktadır ve başka da çareleri yoktur. Yoksulluk arttıkça, sadakaya muhtaç bir kitle oluşmakta, kömür ile oy satınalma olanakları artmaktadır.
Derin bir krizin içinde olduğumuz açıktır.
Krizin sonu da görünmemektedir.
İşçi ve emekçiler, ancak, bu krize karşı, kendi fabrikalarında işyeri komiteleri kurarak, örgütlenerek mücadele edebilir.