Gizli bir kabul, bir hastalık gibi, tüm toplumu sarmıştır: Sanki, eğer bir eylemde devrimciler ortaya çıkmasa, eğer radikal sol sahaya çıkmasa, eğer devrimci sosyalistler geri durursa, devlet, polis, bir şey yapmaz.
İşte bu, korkaklığa bahane bulma girişimidir.
İşte bu, bunca olayın yaşandığı bu topraklarda devleti “tanımamak”tır, yanlış tanımaktır.
Sanki, Cumartesi Anneleri, yanlarında devrimciler olmamış olsa, eylemlerini rahat mı yapacaklar?
Sanki, işçiler, greve gittiklerinde, kendilerine destek veren devrimci sosyalistler ziyaretlerine gelmemiş olsa, daha mı rahat bir mücadele yürütecekler?
Sanki Kaz Dağları direnişine devrimciler katılınca, devlet daha şiddetli saldırıyor da, devrimciler yoksa, “buyurun” deyip yolları mı açıyor?
Çorlu’da tren kazası yaşandı. Hepsi budur. Tren kazasının araştırılmasını isteyen aileler, bunun için Ankara’da mahkeme önüne giderken, polis tarafından coplandılar. Şimdi sizce, gerçekten, bu eylemde devrimciler de var olmuş olsa idi, bu eylem 10 binlerce insanın katıldığı bir eylem olsa idi, daha mı kötü olurdu?
Örnekleri uzatmak mümkündür.
Bu, Saray Rejimi’nin özel isteğidir.
Bu, 12 Eylül psikolojisinin devam ettirilmesi girişimidir.
12 Eylül’de Kenan Evren, işçi ve emekçilere, öğrencilere, kadınlara, kısacası direnen herkese, bir yandan hain dedi, bir yandan da devrimcileri hedef tahtasına oturttu. Hem işçilere, bunlar sizin “kafanızı yıkıyor” denildi, hem de devrimcilerin nasıl katledildiği özel olarak duyuruldu. Bir yandan korku pompalandı. Böylece halka, bunlardan uzak dur, sen de yanarsın, dendi. Devrime azıcık olsun ‘bulaşmış’ herkese saldırdılar ki, işçi ve emekçiler, öğrenci ve kadınlar devrimci hareketten uzak dursunlar. Böylece, en önde olanlar saldırı altında iken, seyredenler kirlendiler.
Hem de aynı anda yalanlar yaydılar. Devrimcilerin ne kadar saçma sapan insanlar oldukları anlatıldı. Sudaki İz de budur, “kafanızı yıkadılar” da budur, Kur’an elde Evren’in yaptığı konuşmalar da budur, okur-yazar takımının devrimci olmadıklarını ispatlamak için devrimci harekete karşı yalan yanlış saldırıları da budur.
Saray Rejimi, bu korku iklimini yeniden egemen kılmak istiyor.
Gezi Direnişi ile aralanan korku perdesi, yeniden ve daha büyük bir karanlık duvar olarak örülmek isteniyor.
Sansür arttıkça, otosansür de artıyor.
Devrimciye, Kürt’e saldırı arttıkça, bunlardan uzak durma yaygınlaşsın isteniyor.
Ama bu kez işleri zor.
İşte bu nedenle, CHP’ye de özel görevler verdiler.
Anlaşılan sadece CHP değil, bazı sosyal çevreler de bu konuda görevlidirler.
Söylenen özetle şudur:
1- İleri eylemler yapmayın,
2- Çok eylem yapacaksanız, mecbursanız, eylem yapıyormuş gibi yapın, sınırları aşmayın.
Bize, daha geniş katılımlı, daha büyük kitlesel eylem yapalım ve bunun için biraz taktik, biraz manevra devreye koyalım, demiyorlar. Hayır, açık ve net olarak, Saray Rejimi’nin artan saldırıları nedeni ile, onları kızdırmayalım ve geri duralım, diyorlar.
Ey işçiler, asgarî ücret çok mu düşük geldi, eylem yapmayalım, yoksa demokrasi yok oluyor, siz sandığı bekleyin diyorlar. Toplu sözleşme görüşmeleri mi tıkandı, bir kez daha siz taviz verin, büyüklük sizde kalsın, bakın bu Saray Rejimi çok saldırgan, diyorlar. Sokakta cinsel saldırıya uğrayan kadına, “bak sen de biraz daha kapalı giyin” demek gibi bir şeydir bu.
Boyun eğme öğüdüdür bu.
Öğütlerinize karnımız tok. Sizde kalsın, istemez.
Boyun eğene, boyun eğdiren dahil, kimse saygı duymaz.
Örnek mi?
İstanbul Üniversitesi’nde, bir yemek eylemliliği yaşandı.
Olay şöyle başladı:
Rektörlük, kahvaltıyı kaldırdı. Akşam öğünü 3,5 TL’den 18,5 TL’ye çıkarıldı. Böylece, üniversite rektörü tasarruf yapacaktı. Kendi lüksünden tasarruf yapmıyor. Okulun polis ile ilgili masraflarından tasarruf yapmıyor, kendi götürecekleri paralardan tasarruf yapmıyor. Ama öğrencilerin yemeğinden tasarruf kararı alıyor.
İşte size Saray Rejimi’nin ülke ekonomisini düzeltmek için, krizin faturasını kime yıkacağının en açık kanıtı.
Öğrenci eylemleri başladı.
Polis copladı.
Sizce, bu eylemlere devrimci öğrenciler katılmamış olsa, bu eylemlere polis müdahale etmeyecek miydi? Ne utanmazlık! Siz hafızanızı kaybetmişsiniz ve utanmadan direnenlere akıl satıyorsunuz!
Eylemler coplamaya rağmen, kararlılıkla sürdü.
Eylemler kesilmedi. Polis copladı, öğrenciler direndiler.
Sonuç ne mi?
İşte rektörlüğün uzun açıklamasının son paragrafı:
“Rektörlüğümüz öğrencilerimizin yoğun talebi üzerine, bütçe harcama planını yeniden gözden geçirmiş, diğer hizmet alanlarından kısarak yemek hizmetinin aynı şekilde devamını sağlamıştır. Önceliğimiz her zaman öğrencilerimizdir; onların güven içerisinde, sağlıklı ve huzurlu şekilde eğitimlerine devam etmeleri için elimizden gelenin en iyisini yapmaya devam edeceğiz.”
İşte sonuç.
Rektörlük, öğrencilerin yoğun talebini nasıl anladı? Yanıt: Öğrenciler direndiler. Direndiler, coplandılar, yine direndiler. Tutuklandılar, yine direndiler.
Yoksa, “aman ileri gitmeyin” diyenlerin sandığı gibi, anket yapıp öğrenci taleplerini öğrenip, ona göre karar vermediler. Sanki, öğrencilerin yoğun talepleri, rektörlük için bir sır mı idi? Elbette değildi.
Öğrencilerin, mesela parasız, bilimsel, özgür bir eğitim istediği acaba bir sır mıdır? Neden Rektörlük, Saray Rejimi, bu talep karşısında aynı şeyi söylemiyor? Söylemiyor çünkü, öğrenci direnişi ve örgütlülüğü bu boyutta değildir.
İşçiler, acaba yoğun bir biçimde daha yüksek bir asgarî ücret istemiyor mu? Böyle bir talepleri yok mu? Neden alamıyorlar? Çünkü işçi sınıfı sendikalarını devlete-sendika mafyasına, patronlara teslim etmiştir ve örgütlülüğü, direnişi yeterli değildir.
Ülkenin İçişleri Bakanı’nın, “bu halkı 5 yıl daha kayyumla yönetirsek, artık bize oy verirler” dediğini unutmayalım. Yani, iktidar, baskı ve devlet terörü ile kitleleri sindirerek, herkesi boyun eğmeye zorlayarak ayakta durmaya çalışıyor. Yoksa Kürt halkının kendi seçtiği belediye başkanları, onların taleplerini ifade etmiyor mu?
Rektörlük, direniş karşısında, öğrenci yemeklerini eskisi gibi devam ettirme kararı aldı. Şükür, “bir hayırsever bulduk, adam zekâtını veriyor, öğrenci yemek paralarını oradan karşılıyoruz” demediler.
Öncelikleri her zaman öğrencilermiş! Polis coplarını bu nedenle öğrencilerin sırtlarından eksik etmiyorlar. Bu nedenle üniversiteleri açık hapishaneye çevirdiler. Bu nedenle tüm eğitim sistemini paralı hâle getiriyorlar. İşte önceliğiniz budur.
Rektörlük açıklamasında, yüzsüzlüğün izleri kadar, bir “saygı”nın da izleri var.
Direnirsen, boyun eğmezsen, sana eninde sonunda düşmanların da saygı duyacaktır.
Örgütsüz isen, yoksun, sayılmıyorsun, hesap edilmeyensin.
Örgütlü isen, direniyorsan, bir şans elde edersin.
Gerçek budur.
Mücadele dışında bir yol ile, bir hak kazanmak mümkün değildir.
Bedava verilen ne olursa olsun, ardında bir hinoğlu vardır. Saray Rejimi de dahil, tüm burjuva devletler, tam da o hinoğludur.