“Ey dünya, ey insanlık! Bağımsızlığın anlamını Kafkas dağlarından öğrenin! Özgür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görün. Uluslar onlardan ders alsın!”
Karl Marx
Yorgun düştüler savaşmaktan. Çağrılar yaptılar tüm insanlığa. Sağır olmuştu insanlık, seslerini duyuramadılar. Sonunda yenildiler… Sağ kalanlar döküldüler Karadeniz’in Kesç, Anapa, Tuapsi, Soçi iskelelerine… Kendilerini alacak Osmanlı teknelerini beklemeye durdular.
Duyuramadılar seslerini.
Srebrenitsa’da da duyulmadı bu feryatlar tıpkı Hocalı’da ya da Filistin’de duyulmadığı gibi.
Dönemin en modern silahları ile donanmış güçlü Rus ordusu karşısında hiç kimseden yardım ve destek alamadan yıllarca savaşan, vatanlarını ve kimliklerini korumaktan başka hiçbir talepleri olmayan Çerkesler üç yılı aşkın bir zaman dilimi sonunda yorgun düşüp yenildiler.
Rusya’nın Kafkasya genel valisi savaşın bittiğini ilan etti 21 Mayıs 1864 tarihinde.
Aynı gün başladı büyük sürgün.
Trajedi sözcüğü açıklamaktan çok uzaktır sürgünde yaşananları.
Aşağıdaki cümleler bir nebze olsun canlandırır gözlerde olayları belki:
“Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”
Sürgüne tanıklık etmiş yaşlı bir Çerkes, 1929’da söylemiş bu sözleri (Aktaran Simon Canaşia, Gürcistan Bilimler Akademisi Kurucusu).
Denize dökülenler, salgın hastalıklar nedeni ile kırılanlar, Karadeniz’in kudurmuş dalgalarına dayanamayıp parçalanan teknelerde denize karışanlar…
Bir öykü dolaşır dillerde kuşaklar boyu. Bebeğinin öldüğü anlaşılmasın diye gemide günler boyu yavrusunu kucağında taşıyıp ona ninniler söyleyen bir kadının öyküsüdür bu.
Bebeğin öldüğü anlaşılınca onu koparırcasına alıp kadının kucağından atıvermişler denize.
Ardından acıya dayanamayan anne bırakıvermiş kendini Karadeniz’in karanlık sularına.
Kitaplar değişik rakamlar verirler bu sürgünde ölenler hakkında, kimi altı yüz bin der, kimi iki milyon.
Hangisi ne kadar doğrudur bilinmez. Bilinmez de buna gerek var mı?
Bir anlamı var mı sayıların yukarıda dile getirilen öykünün yanında?
Sağ kalmayı başarabilenler döküldüler Trabzon, Samsun, İstanbul limanlarına.
Oradan savruldular tüm dünyaya.
Bugünlere geldik.
Sadece Türkiye’de iki milyonu aşkın Çerkes yaşamakta.
Tüm dünyada yaşayan Çerkes nüfusunun da yaklaşık dört milyon olduğu tahmin ediliyor.
Bunların çoğu Müslüman ülkelerde mukim. Dinleri açısından bir sorun yaşamıyorlar kabul
Peki ya dilleri?
Ya kimlikleri?
Bugün Çerkes diasporasını oluşturan yaklaşık dört milyon insanın kaçı konuşabiliyor kendi dilini?
Kaçı anadilinde konulmuş adını kullanabiliyor günlük yaşamda?
Bir fikrimiz var mı?
Olduğunu sanmıyorum
Kimlikleri yok edilip asimile edilmekte milyonlarca insan.
21 Mayıs 1864 Çerkes sürgünü.
Üzerinden 160 yıl geçmiş.
İnsanlık tarihinin kara sayfalarından biri, hâlâ kanamakta olan bir yaradır bu olay.
Üzerinden yüzyıllar geçse bile kapanması mümkün olmayan bir yara.