Saray Rejimi’ni doğru anlamak için, muhalif burjuva “partileri”ni de doğru anlamak gerekir. Gerekir, çünkü, Saray Rejimi, aslında sadece Erdoğan ve onun iktidarının içinde “emir kulu” tarzında çalışanlardan oluşmuyor.
Saray Rejimi, bir çeteler iktidarıdır. Ya da iktidarın, devlet yapısının çeteleşmesidir. Ulusalcısı da bir çetedir, Ergenekoncusu da, İslamcısı da bir çetedir, Erdoğan da, ailesinin birçok üyesi ayrı ayrı çetelerdir, İçişleri Bakanı da bir çetedir, Milli Eğitim Bakanı da. Her tarikat bir çetedir, her ihale grubu bir başka çetedir. Burada adını saymamış olduklarımız da.
Parlamento, artık “kapatılmış” sayılabilir. Açık, ama bir önemi olmayan bir kurumdur. Parlamento, Cumhurbaşkanı’nın, bazı durumlarda gösteri yapmak için kullandığı bir yerdir. O kadar önemsizleşmiştir ki artık, illerde insanlar ilin milletvekillerine gidip, benim şu derdime çare bul, demiyorlar. Zira artık, rüşvetle veya başka yollarla da olacak olsa, böylesi bir olanakları yoktur. Artık bakan olmak, sadece bakmak ve tek noktaya, Erdoğan’ın ağzına bakmak anlamına gelmektedir. “Aval aval bakmak”ın, bir üst aşamasıdır, sadece onun ağzına bakmak.
Parlamento olmayınca, mesela siyasi parti denilen burjuva partilerin de bir anlamı, önemi kalmıyor. Diyelim ki, MHP’nin bir önemi var mı? Bahçeli için bile artık yoktur. MHP, artık devletin bahçesi bile değildir. MHP, artık bir tabeladan ibarettir. Öyle olduğu için, mesela MHP il başkanlarının da bir önemi yoktur. Bu aynı şey AK Parti için de geçerlidir. Eskiden AK Parti il başkanı, o ilin valisinden daha önemli sayılırdı. Ama artık öyle değil.
MHP artık anlamını yitirmiştir. Siz hiç gördünüz mü, bu partilerin, MHP’nin veya AK Parti’nin kurullarının işlediğini? Artık, her şey bir gösteriden ibarettir. Ulu başkan, reis ve daha bilmem hangi adlarla anılan başkan, emreder ve onun dediği olur. Başkası mümkün değildir. İşte buna parti diyorlar.
Oysa parti sözcüğü, kendini ayırmaktan, parça olmaktan geliyor. Yani, siyasal parti denildi mi, akla gelmesi gereken şey, bir siyasal hat, bir ideolojik hat ile kendini ayırmak, kendine has programa sahip olmaktır. Burada tüm bunlar bitmiştir.
Particilik oynayan koca bir saha var.
Devlet yapısı Saray Rejimi’ne göre şekillenip, tekelci polis devletinin özel bir görünümü ortaya çıktıkça, bu oyun, bu parlamento ve partilerden oluşan yapı da artık sürdürülemez, gereksiz olmaya başladı. Siyasal partiye ne gerek var; Mehmet Ağar bir partidir, Süleyman Soylu bir partidir, Bahçeli bir partidir (tek sorun şu ki, bahçesiz olmaya başlamıştır), Erdoğan bir partidir, Akar bir partidir, Damat Bakan bir başka partidir vb.
Bu partilerin bu hâli, sadece iktidar partileri için de geçerli değildir.
Elbette bu parti olmaktan çıkma hâli, en başta ve en şiddetli biçimde iktidardaki partilerde görülüyor. Rant, yağma ve savaş ekonomisine uygun olarak, giderek tek emir komuta tarzına bürünen siyasal iktidar, Saray Rejimi, başka bir partiye ancak çetesel anlamda izin verebiliyor.
Ama muhalefet de bundan nasibini alıyor.
Bu nedenle sık sık sormaya başladık, acaba CHP nasıl bir partidir?
Diyelim ki, Baykal, Erdoğan’ın gizli ortağı, destekçisi, anlaşmalar yapmış olduğu partneri idi. Kabul. Ama, acaba, Kılıçdaroğlu nasıl bir hâldedir? O, yani Kılıçdaroğlu, acaba Baykal’dan daha mı az Saray Rejimi’nin bir parçasıdır? Bizce tamamen Saray Rejimi’nin bir parçasıdır.
Bir; Kılıçdaroğlu ve onun yönetiminde CHP, Erdoğan iktidarını, ancak en gereksiz, en anlamsız, en önemsiz konularda eleştirmiştir.
İki; Kılıçdaroğlu ve onun CHP’si, Saray Rejimi’ni, en kritik konularda desteklemiş, onun yanında yer almıştır.
Üç; Kılıçdaroğlu ve onun CHP’si, Saray Rejimi’nin halka saldırıları karşısında halktan gelen tepkileri önlemek için görev yapmıştır, yapmaya çalışmıştır.
Dört; Kılıçdaroğlu ve onun CHP’si, Saray Rejimi’nin ayakta durması için, alttan alta, canhıraş bir çalışma içinde olmuştur.
Beş; Kılıçdaroğlu ve onun CHP’si, yalanlar üzerine kurulu Saray Rejimi’nin yalanlarını beslemek için elinden gelen her şeyi yapmıştır ve yapmaktadır.
Altı; Kılıçdaroğlu ve onun CHP’si, dış politikada Saray Rejimi’nin açıklarını, onu eleştirir gözükerek tamamlamaya çalışmıştır. İç politikada, Kürt halkına ve işçi sınıfı, emekçilere karşı azgınca saldırılarına, açık veya dolaylı destek vermiştir.
Unutmuş olamazsınız, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması meselesi gündeme geldiğinde, CHP, “hodri meydan” diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet demiştir. Ardından da kendi milletvekillerinden hapse düşenler olunca, HDP’li milletvekillerinin hapiste yattığı gerçeğini unutarak kampanyalar yürütmeyi seçmiştir.
Ama bizi bu yazıyı yazmaya iten şey bu değil.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, Suriye’ye saldırı için tezkereye neden evet oyu verdiğini açıklarken, hiç utanmadan, mutluluk hormonları aşırı dozdan kabarmış bir hâlde, Afrin ve İdlib’de “güzel şeyler” olduğundan dem vurmaya başlamıştır.
Ne utanmazlıktır!
Her gün, “Suriye bataklığı” diye nutuk atacaksın, her gün, “bizim Suriye’de ne işimiz var” diye bağıracaksın, her gün “Esad ile görüşülmelidir” diye haykıracaksın ve sonunda utanmadan tezkereye “evet” oyu atacaksın. Ve çıkıp, bunu savunmak için, hiç utanmadan, İdlib ve Afrin’de “güzel şeyler oluyor” diyeceksin.
Eyvah ki eyvah!
İmamoğlu, “güzel şeyler olacak” derken, aynı kafada ise, İstanbul halkı yanmış demektir. Bunlar, değişik bir rüya içindedirler.
Kılıçdaroğlu, “Alice Harikalar Diyarında” oyununun içindedir. Parti başkanı olmayı, “Alice Harikalar Diyarında” oyunu sanıyor. Gerçek ile gerçek olmayan arasında bağlantıyı kaybetmiştir. Beyni, açık olarak gerçek olan ile olmayanı ayırt edemez durumdadır.
Diyor ki; “biz Saray’ın haberdar olmadığı şeylerden de haberdarız.” Vah vah! Acil doktora gitmelidir. Kılıçdaroğlu, kendini başka bir dünyada sanıyor. Madem sizin Saray’dan fazla bilginiz var, haydi, bu ölümleri, bu katliamları durdurun. Yoksa, Bay Alice Harikalar Diyarında, Ankara Gar bombalamasını Saray’dan önce mi biliyordun?
İdlib ve Afrin’de, çok güzel şeyler oluyormuş ve eğer bizim askerimiz orada olmasa imiş, aslında bu güzel şeyler de olmazmış, mesela su dağıtılıyormuş.
Alice Harikalar Diyarında’ki Alice’in daha gelişmiş bir akıl altyapısı vardır. Bu kadarına pes dememek elde değildir.
Kılıçdaroğlu, neye inanmış bilemiyoruz. Ama bizimle aynı ülkede, aynı coğrafyada yaşamadığı kesindir.
Afrin’de, dün adı ÖSO olan, TC devleti tarafından adı Milli Suriye Ordusu olarak değiştirilen çeteler, yağma peşindedir. Su dağıtma peşinde değildir.
Türk askeri oraya girmemiş olsa idi, işgal ve katliam politikaları devreye sokulmamış olsa idi, acaba, orada halk su mu bulamıyordu?
Su dağıtmak için, askerin oraya girmesi, işgal etmesi, işgalin onaylanması mı gerekiyormuş? Bu nasıl bir çocuk altı akıldır?
İdlib denilen yerde, çeteler, bizim Sivas’ta yaşadıklarımızı her gün sahnelemektedir. Adları saymakla bitmez bu çetelerin hamisi olan TC devletidir.
Kılıçdaroğlu ve CHP, habire “Suriye bataklığı”ndan söz etmektedir. Eğer bu bataklık, İdlib değilse, bu bataklık Afrin değilse, bu bataklık Resulayn değilse neresidir? Hem bataklıktan söz edip, hem orada askerî bir varlığın olmasını onaylamak, olsa olsa ancak, ne dediğini bilmeyen Alice Harikalar Diyarında Başkan’a yakışır.
Saray Rejimi’nin yalanlarından söz edip, Saray Rejimi’nin yağma ve rantlarından söz edip, sonra da, bunları örtmek için başka yalanlarla, bu politikaları açıkça onaylamak, halkla alay etmektir.
Saray Rejimi, yağma, rant ve savaş ekonomisine dayanan bir çete örgütlenmesidir. Devletin çeteleşmesidir. İçeride baskı ve zulüm, dışarıda işgal ve ırkçı saldırılar birbirini tamamlayan politikalardır. Bunlar tümü ile ABD adına tetikçilik yapan politikanın kendisidir.
CHP, halkı AK Parti iktidarına, Saray Rejimi’ne mahkûm etme politikasının kendisidir. CHP, Saray Rejimi’nin bir parçasıdır.
Böylesi bir ikiyüzlü politikayı takip edebilmek ve sürdürebilmek için, tam da Alice Harikalar Diyarında tarzında bir başkan gereklidir.
CHP Başkanı diyor ki; şimdi biz tezkereye evet dedik diye, siz savaş karşıtları kalkıp AK Parti’ye oy verecek değilsiniz ya.
CHP diyor ki; siz AK Parti’ye karşı mecburen bizi destekleyeceksiniz. Başka seçeneğiniz yoktur. Öyle ise, biz istediğimizi söyleme, istediğimizi yapma hakkına sahibiz. İster dokunulmazlıkları kaldırırız, ister savaş ve yağma siyasetine destek veririz, ister şiddet ve baskı politikalarına destek veririz, ister işgal politikalarını savunuruz. Halka diyor ki CHP; siz bize mecbursunuz. Bu, açıkça halka karşı saygısız, halka karşı tehditkâr, halka karşı üstten bakmacı politikanın kendisidir.
Saray Rejimi, ne zaman halka karşı baskı ve şiddeti artırırsa “demokrasi” diyor, ne zaman Kürtlere karşı katliam politikaları devreye sokarsa adına “vatan” diyor, ne zaman yağma ve rant politikaları devreye girerse adına “yerli ve milli” diyor, ne zaman işgal politikaları devreye girerse adına “barış” diyor. CHP ise, her zaman bu politikaları savunmak için, bir yol, bir yöntem bulmaya çalışıyor.
CHP; ne zaman ciddi bir durum varsa, tüm önemli konularda Saray Rejimi’nin açık destekçisi oluyor. Ama ne zaman gereksiz, önemsiz, anlamsız bir konu varsa, bu konularda “muhalif” olmaya çalışıyor. Ucuz politikalarla, halkı, Saray Rejimi’ne mahkûm etmek için oynuyor.
MHP, açıktan AK Parti ve Saray Rejimi’ni savunurken, CHP, dolaylı yollardan aynı şeyi yapıyor.
CHP, her zaman, halkın Saray Rejimi’ne ve devlete karşı gelişen öfkesini bastırmaya, frenlemeye çalışıyor.
CHP, Saray Rejimi’nin bir parçasıdır.
İktidarı ile muhalefeti ile tüm Saray Rejimi sallanmaktadır.
Saray Rejimi, tüm Suriye ve Ortadoğu sahasında IŞİD’ci çetelerle iş tutmaktadır, CHP ise devletin kirlenen ellerini halktan saklamak için örtüler hazırlamakta, akılları bulandırmaktadır.
Saray Rejimi, sandığı, parlamentoyu yerle bir etmiştir. Bu süreçte açıkça CHP de görev almıştır. Ve CHP, her zaman, dönüp, parlamentonun önemli olduğunu anlatmak için, boş umutlar vermeye çalışmaktadır.
CHP; halkı aldatmış AK Parti’nin bıraktığı boşlukta, halkı bir kere daha aldatmak için görevli bir partidir.
İşçi ve emekçiler için, direniş ve örgütlenme, kendi öz örgütlerini geliştirme, devrimcileşme, devrimci örgütlerin içine girmek dışında yol yoktur. Bunların hepsi, aynı yerden yönetilmektedir. Erdoğan kendi rolünü oynamaktadır, CHP kendi rolünü oynamaktadır. Halkın, bu iki grubun dışında çıkış yolu vardır. Bu yol, devrimci sosyalizmin yoludur.
İşçiler ve emekçiler, direnmek ve örgütlenmek yolu ile bu kokuşmuş karanlığa, bu sonu gelmez oyuna son verebilirler.